Günlük arşivler: 2 Temmuz 2015

HRANT DİNK DAVASI : Dink suikastında form skandalı

Hrant Dink sui­kas­tı kap­sa­mın­da tu­tuk­la­nan Em­ni­yet İs­tih­ba­rat Da­ire­ es­ki Baş­ka­nı Ra­ma­zan Ak­yü­re­k’­in avu­ka­tı Ad­nan Şe­ker çar­pı­cı bil­gi­ler verdi.

Ci­na­yet­te rol oy­na­yan Ya­sin Ha­ya­l’­in, sui­kast ön­ce­si Trab­zon İs­tih­ba­rat Şu­be­’de ça­lı­şan po­lis me­mu­ru Mu­hit­tin Ze­nit ta­ra­fın­dan iz­le­ne­rek hak­kın­da 24 ta­ne F5 for­mu (tek­nik ta­kip ve iz­le­me) dü­zen­len­di­ği or­ta­ya çık­tı.

Bilal ŞAHİN- BUGÜN GAZETESİ

Mil­li­yet Ga­ze­te­si’­nin ha­be­rin­de, Ze­ni­t’­in Ha­yal gru­buy­la il­gi­li ha­zır­la­yıp tes­lim et­ti­ği 24 ‘ta­ras­sut form­la­rı­nı­n‘ da­ha son­ra bi­lin­me­yen bir şe­kil­de kay­bol­du­ğu be­lir­til­di. Bu bil­gi­le­rin il­ginç ger­çek­le­ri gün yü­zü­ne çı­kar­dı­ğı­nı be­lir­ten Şe­ker şunları söyledi:

KAY­DE­DİL­SE GÖRÜNÜR

“Bu form­lar bil­gi­sa­ya­ra kay­de­dil­di­ği an­da İs­tih­ba­rat Dai­re Baş­kan­lı­ğı­’n­da da gö­rül­me­si la­zım. Trab­zon Em­ni­ye­ti ya F5 form­la­rı­nı bil­gi­sa­ya­ra kay­det­mi­yor­du ya da ya­lan be­yan­da bu­lun­du­lar. Bu ka­yıt­la­rın si­lin­me­si­nin so­rum­lu­su dö­ne­min Trab­zon Em­ni­yet Mü­dü­rü olan Re­şat Al­tay ile Trab­zon İs­tih­ba­rat Mü­dü­rü En­gin Dinç ve Fa­ruk Sa­rı­’dır.”

"CERRAH TEHDİT ETMİŞTİ"

Avukat Adnan Şeker, Ra­ma­zan Ak­yü­re­k’­in da­ha ön­ce dö­ne­min İs­tan­bul Em­ni­yet Mü­dü­rü Ce­la­let­tin Cer­ra­h’­ın ken­di­si­ni ara­ya­rak “Ben Re­şa­t’­la ko­nuş­tum. Ka­yıt­la­rı si­le­ce­ğiz, sen de sil Ra­ma­zan yok­sa bu iş üze­ri­ne ka­lı­r” di­ye teh­dit et­ti­ği­ni ha­tır­la­ttı.

MİT DOSYASI : MİT Bölge Başkanı, Hatay Emniyet Müdürü’nü aramamış

MİT’e ait içinde silah ve mühimmat olan TIR’ları durdurduğu gerekçesiyle geçtiğimiz haftalarda tutuklanan Savcı Özcan Şişman, mahkemedeki savunmasında önemli bilgiler verdi.

Savcı, savunmasında Reyhanlı, Cilvegözü ve Niğde‘de onlarca kişinin öldüğü saldırılarda MİT‘in parmağı olduğu iddiasında bulundu. Bunun üzerine hükümete yakın gazeteler, Savcıyı ve emniyeti hedef haline getirdi. 11 Mayıs 2013 tarihinde gerçekleşen ve 52 kişinin hayatını kaybettiği saldırıdan önce MİT Bölge Başkanlığı’nın Hatay Emniyet Müdürlüğü’nü sözlü olarak bilgilendirdiği öne sürüldü. Ancak hem resmi belgeler hem de tanık ifadeleri, iktidar gazetelerini ve MİT’i doğrulamıyor. Üst düzey emniyet kaynakları, MİT Bölge Başkanı’nın kendilerini bilgilendirdiği yönünde ifadelerin hayal ürünü olduğunu vurguluyor. MİT, 6 ay boyunca örgüt mensupları teknik ve fiziki olarak izlemesine karşın Hatay Emniyeti Müdürlüğü’ne saldırıdan sadece bir gün önce eylemde kullanılacak araçların plakasını verdiği belirtiliyor. Oldukça geç olduğu anlaşılan bu bilgi paylaşımı haricinde bir iletişime geçilmediği aktarılıyor.

İddialara göre, Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na saldırıdan 3 gün önce bir ihbar geliyor. Terör örgütü THKP/C Acilciler grubu mensubu bir kişinin yaptığı ihbarda, Suriye istihbarı ile irtibatı olan N.E., (Nasır Eskiocak) kişinin organizesinde bir grubun Hatay ve çevresinde bombalı bir eylem hazırlığı içerinde olduğu aktarılıyor. İhbarda ayrıca saldırıda kullanılacak bombaların da T.D. isimli şahıs tarafından Yayladağ Sınır Kapısı’na kadar getirileceği, bu kişiden de bombaları Hatay merkez nüfusuna kayıtlı N.E.’ye teslim edileceği aktarılıyor. Daha sonra ise M.G. isimli bir kaportacı tarafından yerleştirilen bombaların da Ankara’nın en işlek alışveriş merkezinde (AVM) patlatılacağı aktarılıyor. İstihbarat Dairesi, bu bilgiyi öncelikle Hatay Emniyet Müdürlüğü, İl Jandarma Komutanlığı ve MİT Bölge Başkanlığı ile paylaşılıyor. Ardından da elde edilen bilgiler 9 Mayıs’ta, Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri, İçişleri Bakanlığı, MİT ve Jandarma Genel Komutanlığı dahil 13 birime gönderiliyor. Plakaları belirlenemeyen araçlarla ilgili ellerinde herhangi bir bilgi olması halinde paylaşımda bulunması isteniyor. Ancak MİT, şüphelileri uzun süredir takibe almasına karşın emniyetle herhangi bir bilgi paylaşmıyor.

MİT, SALDIRIDA KULLANILACAK ARAÇLARI BİLİYORDU

Bunun üzerine Emniyet İstihbarat, bombalı araçları patlamadan önce ele geçirmek için yoğun bir çalışma ortaya koyuyor. Yapılan araştırmalarda 10 Mayıs tarihinde Ankara’da iki şüpheli araç tespit ediliyor. Aracın plaka bilgileri acil olarak MİT’e aktarılıyor. Ancak MİT, gelen talebe akşam 20.30 sularında geri dönüş yapıyor. Plakaların saldırıda kullanılması düşünülen araçlar olduğu belirtiliyor. Bunun haricinde de ellerinde herhangi bir bilginin olmadığı yazılı olarak emniyete aktarılıyor. Aracın tespitinin ardından da saldırganlar, 11 Mayıs’ta Ankara’dan yeniden Hatay’a dönüş yaparak Reyhanlı’da saldırıyı gerçekleştiriyor.

Güvenlik kaynakları, saldırı öncesinde Hatay MİT Bölge Başkanlığı’nın Hatay Emniyet Müdürlüğü’nü saldırganlarla ilgili bilgilendirdiği yönündeki haberleri kesin bir dille yalanlıyor. Kaynaklar, özellikle MİT Bölge Başkanı’nın “Saldırganlar gözaltına alınsın. Gerekirse ifadelerine bizde katılalım” şeklindeki ifadelerin hayal ürünü olduğunun altını çiziyor. Özellikle Hatay MİT Bölge Başkanlığı yetkililerinin saldırıda kullanılacak plakalar haricinde bir bilgi paylaşımı yapmadığına vurgu yapıyor. Söz konusu bilgilendirmenin de sözlü olarak değil, mektupla Evrak Arşiv Müdürlüğü’ne gönderildiğini kaydediyor. Kaynaklar, ayrıca saldırı sonrasında yapılan incelemelerde ise şüphelilerin MİT tarafından takip edildiğinin belirlendiğini dile getiriyor.

BAŞBAKANLIK MÜFETTİŞLERİ, HATAY EMNİYETİ’Nİ SUÇLAMADI

Bununla birlikte saldırının hemen ardından dönemin Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla hem İçişleri Bakanlığı hem de Başbakanlık müfettişleri görevlendiriliyor. Müfettişler, Hatay Emniyet Müdürlüğü yetkililerin ifadelerine başvuruyor. İfadelerin ardından müfettişler rapor yazarak Başbakanlık ve İçişleri Teftiş Kurulu’na sunuyor. Raporun ardından Hatay Emniyet Müdürlüğü yetkililerin bir ihmalinin olmadığı yönünde değerlendirmede bulunuluyor. Cezai bir işleme gerek olmadığına karar veriliyor.

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması sonrasında Reyhanlı dosyası yeniden raftan indiriliyor. Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın talimatı ile görevlendirilen müfettişler, aralarında Hatay Emniyet Müdürünün de bulunduğu bazı şube müdürleri hakkında ‘görevi ihmalden’ dava açılmasını talep ediyor. Güvenlik kaynakları, dosyada somut bir şey bulunsa idi mevcut iktidarın şimdiye kadar kendilerini cezaevine göndereceğini aktarıyor ‘Reyhanlı Tutanakları’ başlığı ile kamuoyuna yansıyan bilgilerin kaynağının da 17 Aralık sonrasında göreve getirilen bürokratların zorlama raporları olduğunu dile getiriyor.

RESEARCH DOCUMENT : Srebrenica Conference Documents Detail Path to Genocide from 1993 to 1995

Documents show contradictions between New York UN declarations and ground realities, resistance from member states to back up resolutions with troops and planes, constant reluctance to use air strikes abetted by divisions within U.S. government, allies

International failures around 1995 genocide had roots in 1993 debates over "safe areas"

National Security Archive Electronic Briefing Book No. 519

Posted July 1, 2015

Edited by Tom Blanton and Emily Willard

For more information contact: 202-994-7000
Tom Blanton: nsarchiv@gwu.edu
Emily Willard: ewillard@gwu.edu

VİDEO LİNK :

https://youtu.be/_8hlCWcYlFc

The Hague, The Netherlands, July 1, 2015 – Debates in the United Nations and within UN staff and member states as early as March 1993 over the concept of so-called “safe areas” for Bosnians within the former Yugoslavia exposed deep contradictions between means and ends, capabilities and intentions, that culminated in the Srebrenica genocide of 1995, according to documents reviewed this week at the international conference marking the 20th anniversary of Srebrenica and posted today by the National Security Archive (http://nsarchive.gwu.edu).

The documents include the field report on the first declaration by a UN official, General Philippe Morillon, to the inhabitants of Srebrenica and refugees who had fled there to escape ethnic cleansing that they were “under the protection of the UN.” Other documents provide critiques of the concept of safe havens from the U.S. intelligence community and from the UN Secretariat, which argued for a “heavy option” of 30,000 or more troops, which at least one Security Council ambassador, David Hannay, took to be an attempt to undermine the whole idea of “safe areas”.

The documents also feature extensive exchanges between UN headquarters and the UN forces in the field over how to carry out the Security Council’s resolutions, with one general in the field remarking that the UN decision to proceed with the “light option” meant the “safe areas” completely depended on the agreement of the parties to the conflict. The then-head of UN peacekeeping, Kofi Annan, remarked in one cable about demilitarizing the safe zones, that “In doing so, however, UNPROFOR takes on a moral responsibility for the safety of the disarmed that it clearly does not have the military resources to honor beyond a point.”

The documents reflect the continuing insistence throughout 1993-1995 by senior officials such as Special Representative Yasushi Akashi and his senior military commanders, Gen. Bertrand de La Presle and Gen. Bernard Janvier, that UNPROFOR remain neutral and avoid taking action that might provoke confrontation – a mindset that would have fateful consequences in the dates leading up to Srebrenica.

Also included in the documents are the arguments from Lt. Gen. Rupert Smith for more aggressive action to break the cycle in 1994 and 1995 of escalation and counter-escalation and retreat. One example Smith presented was of Bosnian Serbs taking UN personnel hostage in reaction to, and in order to prevent, air strikes.

This posting is the first of a series from the Srebrenica conference briefing book. The conference organizers plan to publish the entire evidence base from the conference, along with a rapporteur’s report of findings and conclusions, and a final edited transcript of the discussion, which included Mr. Akashi, Gen. Smith, Lord Hannay, and 30 other eyewitnesses to international decision-making around the Srebrenica genocide.

Conference Participants

Yasushi Akashi, Special Representative to the UN Secretary-General to the former Yugoslavia (January 1994-October 1995)

Diego Arria, Permanent Representative of Venezuela to the United Nations (1991-1993)

Carl Bildt, appointed as European Union’s Special Envoy to the former Yugoslavia in June 1994

Muhamed Durakovic, Srebrenica native and genocide survivor

André Erdös, Permanent Representative of Hungary to the United Nations (1990-1994)

Peter Galbraith, first United States ambassador to Croatia (1993-1998)

David Hannay, Permanent Representative of the United Kingdom to the United Nations (1990-1995)

David Harland, civilian affairs officer to the United Nations peacekeeping mission in Bosnia and Herzegovina from 1993-1998 and co-authored the 1999 United Nations report on the Srebrenica Massacre, "The Fall of Srebrenica."

General Vere Hayes, Chief of Staff of UNPROFOR, and negotiated the Srebrenica “safe area” agreement between Bosnian government and Bosnian Serbs in April 1993.

Larry Hollingworth, C.B.E. was appointed Chief of Operations in Sarajevo for the United Nations High Commission for Refugees in 1992.

Henry Jacolin, French Ambassador to Bosnia (1993-1995)

Colonel (ret.) Thom Karremans, Commanding Officer of Dutchbat III, which was deployed to Srebrenica in 1995

Obrad Kesic, is the Director of the Republika Srpska Office for Cooperation, Trade, and Investment in Washington, D.C.

Wim Kok, Prime Minister of the Netherlands (1994-2002)

Zlatko Lagumdžija, Deputy Prime Minister of Bosnia (1992-1993)

General Kees Matthijssen, Company Commander for Dutchbat III stationed in Srebrenica in 1995

Hasan Muratovic, Bosnian Minister for UN Affairs (1992-1996)

General Kees Nicolai, Chief of Staff of the UN Command in Bosnia from March to September in 1995

David Rohde, won the Pulitzer Prize for International Reporting in 1996 for his coverage on Srebrenica while a reporter for the Christian Science Monitor

James Rubin, Senior Advisor and Spokesperson for US Ambassador to the United Nations, Madeleine Albright (1993-1996)

John Shattuck, Assistant Secretary of State for Democracy, Human Rights, and Labor (1993-1998)

General Rupert Smith, commander of UNPROFOR in 1995

Shashi Tharoor, led the team in the UN Department of Peacekeeping Operations that was responsible for the former Yugoslavia

Joris Voorhoeve, Dutch minister of Defense (1994-1998)

Jenonne Walker, Special Assistant to President Bill Clinton and Senior Director for Europe on the National Security Council Staff from 1994 to early 1995.

UN High Commissioner Zeid Ra’ad Al Hussein, served as political affairs officer in UNPROFOR from 1994-1996 and Jordan’s Deputy Permanent Representative to the United Nations (1996-2000), was appointed as the UN High Commissioner for Human Rights in September 2014.

Biographies of Conference Participants

VİDEO LİNK :

https://youtu.be/1rAuASHlNQY

Interview of Srebrenica survivor Muhamed Durakovic

Grave markers at the Srebrenica-Potocari Memorial and Cemetery for the Victims of the 1995 Genocide – Source: Sarah Reichenbach, The Advocacy Project, June 2015.

Srebrenica-Potocari Memorial and Cemetery for the Victims of the 1995 Genocide – Source: Sarah Reichenbach, The Advocacy Project, June 2015.

Potocari, Bosnia and Herzegovina, July 12, 1995 – Source: National Security Archive FOIA, U.S. National Geospatial Intelligence Agency

Buses and Trucks Lined Up: Potocari, Bosnia and Herzegovina, July 13, 1995 – Source: ICTY; U.S. National Geospatial Intelligence Agency.

Bus Convoy: Nova Kasaba, Bosnia and Herzegovina, July 13, 1995 – Source: ICTY; U.S. National Geospatial Intelligence Agency.

Disturbed Earth: Nova Kasaba, Bosnia and Herzegovina, July 27, 1995 – Source: ICTY; U.S. National Geospatial Intelligence Agency.

Areas of Disturbed Earth: Nova Kasaba, Bosnia and Herzegovina, July 13, 1995 – Source: ICTY; U.S. National Geospatial Intelligence Agency.

Areas of Disturbed Earth: Nova Kasaba, Bosnia and Herzegovina, July 27, 1995 – Source: ICTY; U.S. National Geospatial Intelligence Agency.

Group of People: Sandici, Bosnia and Herzegovina, July 13, 1995 – Source: ICTY; U.S. National Geospatial Intelligence Agency.

Overview: Potocari, Bosnia, July 12, 1995 – Source: ICTY; U.S. National Geospatial Intelligence Agency.

* * * * *

THE DOCUMENTS

[Documents marked with [NEW] are being made available to the public and published for the first time here. Thanks to Lord David Owen, General Vere Hayes, and General Kees Nicolai for the generous donation of selections of their personal papers to the National Security Archive.]

Document 1
Date: March 12, 1993
Subj: Report Major Tucker – 12 March 93 – 1830 Local
Author: Major Piers Tucker, UNPROFOR
Source: International Criminal Tribunal for Yugoslavia (ICTY)

In a report to UNPROFOR (United Nations Protection Force) Headquarters, British Major Piers Tucker writes that the UNPROFOR troops under General Philippe Morillon are “in Srebrenica” and “are not being permitted to leave” by local inhabitants after the troops received permission from the Serb Army to deliver humanitarian aid, breaking the siege of Srebrenica. The inhabitants and refugees in Srebrenica were concerned that when the UN troops left, the Serb Army would attack the majority Muslim enclave.

While in Srebrenica, General Morillon declares that the refugees are “under the protection of the UN.” The UN flag is then raised over Srebrenica and the UNHCR organizes the evacuation of nearly 3,000 women, children, and old men.

Document 2
Date:
March 23, 1993
Subj: Establish Safe Havens around Srebrenica and Other Bosnian Cities with the Use of Western Military Force
Author: DCI Interagency Balkan Task Force
Source: CIA // Clinton Library Electronic Reading Room

This document from the intelligence community’s monitoring task force is a sour assessment of the prospects for the establishment of safe havens, including their potential need for "a large infusion of Western forces" (known to be a non-starter), many more UN troops, liberal rules of engagement for those troops, and heavy defensive equipment– none of which was ever made available to the defenders of Srebrenica.

Document 3
Date:
April 18, 1993
Subj:
Agreement for the Demilitarization of Srebrenica
Author:
Halilovic, Mladic, and Wahlgren
Source:
International Criminal Tribunal for Yugoslavia (ICTY)

This documents reports on the agreement to demilitarize Srebrencia, which occurred the day before at a meeting in Sarajevo between Serb Army Lt. Gen. Ratko Mladic and Bosnian Gen. Sefer Halilovic, in the presence of United Nations Protection Force (UNPROFOR) mediator Lt. Gen. Lars-Eric Wahlgren. The main points of the agreement discuss details of the ceasefire, the deployment of UNPROFOR troops into Srebrenica, attention to the wounded in Srebrenica, and the demilitarization and disarmament of all inhabitants of the town.

Document 4
Date:
April 23, 1993
Subj:
Srebrenica
Author:
Kofi Annan, United Nations, New York
Source:
International Criminal Tribunal for Yugoslavia (ICTY)

Head of the Department of Peacekeeping Operations (DPKO) at the United Nations Kofi Annan writes to Lt. Gen. Wahlgren regarding the DPKO’s reaction to the establishment of the “safe area” in Srebrenica. Annan explains:

“As we see it, the demilitarization of Srebrenica was a step agreed by the parties, not one proposed by the United Nations. Nonetheless, in order to save lives, UNPROFOR is lending its good offices to help both parties fulfil [sic] the commitments they have made to each other. This includes receiving weapons from the defenders of Srebrenica for the purpose of demonstrating to the attackers that they have no reason to attack. In doing so, however, UNPROFOR takes on a moral responsibility for the safety of the disarmed that it clearly does not have the military resources to honor beyond a point.”

The document also includes clarifications on use of force for self-defense only, and that UNPROFOR should “not participate too actively in ‘disarming the victims’.”

Document 5
Date:
May 15, 1993
Subj: [Meeting with Victor Andreyev, UN Civil Affairs Officer, Sarajevo]
Author:
Ratko Mladic
Source:
Ratko Mladic Diary Extracts, International Criminal Tribunal for Yugoslavia (ICTY)

Serb Army Lt. General Ratko Mladic writes in his diary of a meeting with UN Civil Affairs Officer in Sarajevo, Russia’s Victor Andreyev, regarding potential western and UN intervention in the conflict. Andreyev, with an insider’s view of the UN, assures Mladic that the chances of an intervention are lower because the US and Europe have not reached an agreement on it, and that Russia will not allow it.

They continue to discuss strategies to strengthen Mladic’s position and agenda, as well as commenting on various personalities on the UN Security Council, and officers in United Nations Protection Force (UNPROFOR). In his concluding remarks, Andreyev comments that New York Times reporter “John Burns had the effect of 100,000 soldiers. Propaganda is a very powerful thing and it is strongly against the Serbs.”

Document 6 [NEW]
Date: May 28, 1993
Subj: Safe Areas
Author:
Kofi Annan, United Nations, New York
Source:
Owen Papers // International Conference on the Former Yugoslavia (ICFY) [Donation to the National Security Archive]

Annan presents a working paper circulated by Alvaro de Soto of the Department of Peacekeeping Operations (DPKO) to the UN Security Council to respond to questions regarding “safe areas” in general. This concept paper discusses definitions, legal issues, operational considerations, advantages, disadvantages, and a variety of other factors and logistical issues. The report contains annexes that describe the humanitarian situation in the “safe areas.”

See David Hannay’s May 29, 1993 telegram regarding his views on this “safe areas” concept paper [Document 7].

Document 7 [NEW]
Date:
May 29, 1993
Subj: My Telno 1881: Bosnia: Safe Areas Resolution
Author:
David Hannay
Source:
Owen Papers // International Conference on the Former Yugoslavia (ICFY) [Donation to the National Security Archive]

Hannay writes about the UN Security Council’s informal consultations regarding the “safe areas” resolution, and the Department of Peacekeeping Operations (DPKO) concept paper on the “safe areas”. Hannay writes that the concept paper on “safe areas” [Document 6] was “designed to lead to the conclusion that the idea is not viable.” He further wrote of the paper:

“This paper…was not the factual report on the situation on the ground requested in the council consultations on 27 May… but instead a fully-fledged concept paper. It is moreover a heavily slanted paper, setting out a heavy option concept of “safe areas”, and undoubtedly designed to lead to the conclusion that the concept is not viable…We had asked for a factual situation report. We did not need to be told that the “safe areas” concept was a difficult one. We knew that. The council would have to take a decision on whether it was worth doing.”

Hannay writes that French Representative to the UN Jean-Bernard Mérimée was “particularly incensed by a judgement in the paper that one disadvantage of “safe areas” was that they would ‘legitimize ethnic cleansing’.

Hannay also writes of US Representative to the UN Madeleine Albright’s comments on the “safe areas” resolution, specifically on the arms embargo section. He writes that she wanted to make certain changes “so as to make it clearer that (US) intervention would be in support of UNPROFOR and not of the civilian population.”

In the conclusions, Hannay comments: “Not a good day. The scandalously slanted secretariat paper circulated by de Soto was almost certainly the work of Tharoor, Annan’s special adviser for UNPROFOR, who is clearly keen to scotch the “safe areas” draft.” Hannay hopes for negotiations on the draft and an increased pace toward passing the resolution is expected for the following week.

Document 8 [NEW]
Date:
June 3, 1993
Subj:
Security Council Deliberations on “Safe Areas”
Author:
Lt. Gen. Wahlgren, UNPROFOR, Zagreb
Source:
Owen Papers // International Conference on the Former Yugoslavia (ICFY). [Donation to the National Security Archive]

Lt. Gen. Wahlgren, UNPROFOR Force Commander, responds to Kofi Annan of DPKO in New York with his reactions to the UN Security Council draft on “safe areas”. He responds with concerns regarding the practicality of implementing the “safe areas”; the need to clarify UNPROFOR’s mandate, including use of force; and the consequences of the use of airpower. Wahlgren continues by requesting a change in mandate, and “a clear commitment of resources” in order for UNPROFOR to develop a “deployment plan and implementation time scale.” He suggests dividing the resolution into two steps: preparation, and then execution. In conclusion, he writes that, “One simply cannot make peace and war at the same time.”

Document 9 [NEW]
Date:
April 8, 1994
Subj:
Definition of Safe Areas
Author:
Bertrand de La Presle, UNPROFOR, Zagreb
Source:
Owen Papers // International Conference on the Former Yugoslavia (ICFY) [Donation to the National Security Archive]

French General Bertrand de La Presle, who took over as Force Commander of UNPROFOR in March 1994, writes to Kofi Annan of DPKO at the United Nations in New York to clarify the definition of the “safe areas”, and UNPROFOR’s mandate with regard to carrying out the “safe area” resolutions 824 and 836 passed by the Security Council in May and June 1993, respectively. De La Presle recognizes that the resolutions were passed to protect civilian populations “from armed attacks or the denial of humanitarian aid,” and that “safe areas” are “represented by population centers, regardless of their size.” He writes, “Safe areas” can be imposed by either force, or agreement by warring parties.” He continues:

“By choosing to adopt the ‘light option’ with the respect to force levels, the international community accepted that the “safe areas” would be established and defined by agreement as opposed to force. This choice was a clear rejection of a peacemaking or peace enforcement approach and an acceptance that the task would be achieved through peacekeeping means…UNPROFOR’s main deterrent capacity, rather than being a function of military strength, would essentially flow from its presence in the “safe area.’”

De la Presle concludes by reiterating that this document is “an explanation of UNPROFOR’s understanding of the concept of “safe areas” as applies since the adoption of resolution 836,” and that “UNPROFOR will continue to use this same definition unless otherwise directed.”

Document 10
Date:
May 27, 1995
Subj:
“I’ve Broken the Machine”
Author:
John Menzies, US Embassy Sarajevo
Source:
CIA // Clinton Library Electronic Reading Room

John Menzies writes to the Secretary of State in Washington, DC about a conversation with UNPROFOR Force Commander Gen. Rupert Smith regarding the future of the UNPROFOR mission. Smith suggests that the “only question that matters” is: “are we going on through the pain barrier?” He questions if there is a willingness to continue the mission and being prepared for a fight – “cross the pain barrier” – or withdrawing the mission and not crossing the “pain barrier.” Smith explains that if there is a willingness to continue the mission it would require “bodies; a long term commitment; resources, ‘money’; and a willingness to escalate,” and that he would need “a clear plan behind me as to where we’re going.”

Menzies writes that if the choice was to “not cross the pain barrier,” then the mission would have to withdraw because it could not continue as it is. Menzies writes that Smith said that in either case, “the old conditions cannot be recreated, and the UN cannot pretend that it can operate under the existing mandates.”

Menzies concludes with an ominous warning that “we believe that we are approaching perhaps the final crisis of the UNPROFOR mission in Bosnia.”

Note: See Document 16 for continued argument regarding use of force between Smith and his superiors Gen. Janvier, UNPROFOR Force Commander, and Special Representative Akashi. Smith had a plan that would actually come to fruition with the Rapid Reaction Force in late August and early September that lifted the siege of Sarajevo, but it would be too late for Srebrenica.

Document 11
Date:
May 29, 1995
Subj:
Policy for Bosnia — Use of U.S. Ground Forces to Support NATO Assistance for Redeployment of UNPROFOR within Bosnia
Author:
Anthony Lake, National Security Council
Source:
CIA // Clinton Library Electronic Reading Room

In a memo from National Security Advisor Tony Lake to President Clinton, Lake recounts the Principals Committee meeting on May 28, 1995 at which top US officials discussed the use of US forces to assist with the withdrawal of UNPROFOR troops from Bosnia, and redeployment of the troops in other areas of the country.

The Principals agreed on several basic points for US policy regarding: prospects for additional airstrikes; diplomatic efforts at the UN contact group; options and prospects for emergency withdrawal; and the future of UNPROFOR.

In the recommendations, the principals concluded that “it is not in our interest to see the eastern enclaves abandoned,” and that “we should work…to ensure that adequate forces remain available to sustain a UNPROFOR presence in the enclaves.”

A handwritten note at the end of the document, next to a check marking “approve”, says: “POTUS [President of the United States] is returning with a new note saying ‘I agree as you have set forth.’ 5/30, 8pm.”

Note: Lake had been an advocate of air strikes throughout 1993 to 1995, but was stymied by Pentagon objections. Dutch Defense Minister Voorhoeve, reading this document, concludes this is the moment of betrayal of Dutchbat, when the US reneged on its commitments to defend the peacekeepers with air strikes. The US decision was for a pause, a plan for major strikes at the first Serb attack, and redeployment of the peacekeepers to keep them from becoming hostages again which would prevent future strikes. This plan was precisely what Rupert Smith had been advocating, and not at all a retreat in Lake’s view.

Document 12 [NEW]
Date:
May 29, 1995
Subj:
Commander HQ UNPROFOR Directive 2/95 – Post Airstrike Guidance
Author:
Lt. Gen. Rupert Smith, UNPROFOR Commander
Source:
Kees Nicolai Papers [Donation to the National Security Archive]

UNPROFOR Commander, Lt. Gen. Smith writes regarding the use of airstrikes, and the current situation of UNPROFOR troops. He reports that “some 247 UN personnel are hostage or in isolated detachments and surrounded by the BSA [Bosnian Serb Army],” and that “significant amounts of equipment and weapons have been taken.” He describes their situation where “UNPROFOR has used force to enforce a mandate. (There is now potential for confusion between force being used in self-defense and for enforcement.)”

Smith writes: "I have been directed, today 29 May 1995, that the execution of the mandate is secondary to the security of UN personnel."

Smith then presents a series of questions in order to establish “the context of subsequent military activities,” and includes short term, medium term, and long term objectives.

Document 13 [NEW]
Date:
June 2, 1995
Subj:
[Letter from Gen Janvier to Gen Smith on B-H Strategy]
Author:
Lt. Gen. Bernard Janvier, UNPROFOR Force Commander
Source:
Kees Nicolai Papers [Donation to the National Security Archive]

UNPROFOR Force Commander Gen. Janvier responds to Gen. Smith’s Post Airstrike Guidance [Document 12]. Janvier indicates that the release of UN personnel hostages and the security of all UN forces is his “utmost priority.” He says that his main goals are to maintain a political situation which will allow political leadership to negotiate for “the release of the hostages” and “signing of broader agreements.”

Janvier provides guidance on the use of airstrikes, as determined by the Secretary General: “we must definitely avoid any action which may degenerate into confrontation…I would ask you however to plan and prepare for such an action so that it may be carried out at the appropriate time.” He continues by explaining that the main priority with regard to the enclaves is to supply the UNPROFOR troops with food, ensure the ability to resupply, and gain cooperation from the Bosnian Serb Army (BSA). He concludes by congratulating Smith on his leadership during a crucial period.

Document 14
Date:
June 4, 1995
Subj:
Deteriorating Situation in Srebrenica
Author:
Colonel Thom Karremans, Commanding Officer of Dutch Battalion (Dutchbat) III
Source:
Published in Srebrenica, Who Cares? by Thom Karremans, submitted as evidence to International Criminal Tribunal for Yugoslavia (ICTY)

Col. Thom Karremans, the Commanding Officer of the Dutch Batallion III in Potocari, Srebrenica, writes of the deteriorating situation in Srebrenica, and that the mission of the bn [battalion] “is no longer feasible. Dutchbat is not able to execute any action nor can it respond on forthcoming deteriorating situations. Being hostage of the BSA [Bosnian Serb Army] for over more than three months, something has to be done.”

Karremans writes of attacks by the BSA, food shortages within the Srebrenica enclave, and shelling by the BSA against Srebrenica. Karremans concludes:

“As Commanding Officer of Dutchbat I would like, on behalf of the population of the enclave Srebrenica, to ask superior commands and the UN to make a plea for this deteriorating situation in a way and give to the bn all possibilities to implement better living conditions. The same applies for the bn itself.”

Document 15
Date:
June 4, 1995
Subj:
[Meeting between General Janvier and General Mladic: June 4, 1995]
Author:
Gen. Janvier // Gen. Mladic
Source:
French Parliamentary Report

In a record of a conversation between UNPROFOR Force Commander Gen. Janvier and Bosnian Serb Army Gen. Mladic, Janvier discusses the detained UN hostages, remarking that “the present situation is unacceptable,” and that they “must be released immediately.” He tells Mladic that it is a “scandalous media show,” and says that Mladic is placing himself “outside the international community,” and that the “direct and irreversible consequence” will be met “with increasing the security of the Blue Helmets.”

Mladic says that he “certainly hopes to obtain a guarantee that there will be no more airstrikes in the future,” and that “the liberation of the ‘prisoners of war’ still detained by the Serbs is directly linked to this guarantee.” Mladic explains that the Bosnian Serbs were “shocked by the airstrikes.”

Document 16
Date:
June 9, 1995
Subj:
SRSG’s Meeting in Split
Author:
Akashi / Janvier / Smith
Source:
International Criminal Tribunal for Yugoslavia (ICTY)

In a meeting between the Special Representative of the Secretary General, Yasushi Akashi, UNPROFOR Force Commander Lt. Gen. Bernard Janvier, and UNPROFOR Commander Gen. Rupert Smith, the three discuss the deteriorating situation in Srebrenica. Smith explains there is difficulty in gaining the release of all UN personnel held hostage by the Bosnian Serb Army (BSA), and the decline in ability to cooperate with the Serbs, and the fact that the Bosnians are “getting more fed up with the UN; they hoped two weeks ago the world was coming to their rescue, now they realize it is not true.” Smith goes on to explain the continuing challenges to negotiate with the BSA, and concludes his initial statement saying “we are much worse off than we were when I started.”

Janvier explains that UNPROFOR is more blocked than ever, they are unable to use airstrikes, and the Serbs are controlling the situation. He says that the first objective is to get the hostages released, and then to resupply the soldiers in the enclaves. Janvier concludes his initial statement by saying that it is clear that the BSA sees UNPROFOR as the enemy.

Smith and Janvier continue to discuss Mladic’s possible motivations and actions, and potential strategies that the UN, NATO, and UNPROFOR could take. Akashi indicates that “we are in an ambiguous, transitional phase,” and suggests to Smith:

“You need to bring new elements into the peacekeeping context, which means consent, impartiality, use of force for self-defense, and freedom of movement. But there are also elements of enforcement – and this combination brings us to the edge of the Mogadishu line. If we do not cross it, we will be accused of being timid and pro-Serb; if we cross it, we will be accused of being reckless and abandoning chances for peace.”

The conversation continues with further discussion of the motivations of the Serbs, the role of the UN, thee “safe areas”, and potential strategies regarding the BSA detainees.

Document 17 [NEW]
Date:
June 27, 1995
Subj:
[Letter from Gen Janvier to Gen Smith on May 29 Directive]
Author:
Lt. Gen. Bernard Janvier, UNPROFOR Force Commander
Source:
Kees Nicolai Papers [Donation to the National Security Archive]

UNPROFOR Force Commander Lt. Gen. Bernard Janvier writes to Gen. Rupert Smith regarding the increasing complexity of the situation, specifically their “vulnerability to actions by the Bosnian Serbs.” He continues to Smith: “No matter how difficult, even frustrating, is the situation in which we find ourselves, we must resist the temptation, no matter how inviting, to use force except in self-defense.”

DOĞU TÜRKİSTAN DOSYASI /// Banu AVAR : Rabia Kadir Kimdir ? Doğu Türkistan Halkını Temsil Edebilir Mi ?!

Rabia Kadir Kimdir?

VİDEO LİNK :

https://youtu.be/pQPYxvCBY7g

Doğu Türkistan Halkını Temsil Edebilir Mi?!Emperyalizm girdiği her ülkede kendi çıkarlarına hizmet edecek odaklar yaratır ve bu odakları halkın ya da etnik grupların sevip benimseyeceği maskelerle donatır. Türkiye’de 100 yıldan fazla zamandır, Emperyal odaklara göbekten bağlı ‘Türkçüler’, ‘Solcular’ ve ‘Dinci’ler vardır.

Bunlar GERÇEK Türkçüleri, gerçek solcuları, mütedeyyin dindarları safdışı etmek için görev başındadır.

‘Türkçüyüm’ diye dolaşan bir grup, kendi ülkesinden çok İran ve Çin’deki Türklerin durumunu kendine bayrak etti.. ABD’nin o ülkeleri bölmek için görevlendirdiği bazı isimleri ‘Türk Büyüğü’ olarak tanıtanlar bile oldu.

PKK, El Kaide, İhvan-ı Müslimin gibi örgütler, Amerikan istihbaratının maşa örgütleridir, ABD, etnik kalkışmayı kaşımak için dünyanın çeşitli bölgelerinde, Afrika, Asya, Güney Amerika’da, çeşitli örgütler oluşturmuş, kişiler görevlendirmiştir. İÇTEN YIKMA faaliyeti bu şekilde gerçekleşecektir….

Bu iş için ABD bir fonlama teşkilatı kurmuştur: Milli Demokrasi Vakfı (National Endowment for Democracy – NED) bunlardan biri ve en önemlisidir.

ABD bu vakfın fonladığı yüzlerce örgütle hedef aldığı ülkeleri zayıflatmaktadır. ABD hedef aldığı Çin’e karşı geniş çaplı fonladığı Washington D.C. merkezli Dünya Uygur Kongresini (DUK) kullanmaktadır.

William Engdahl 2009’da Global Research’de bu konuda geniş bir belge yazı yayınlamıştır. Dünya Uygur Kongresi Uygurları temsil etmemekte, ama onların ‘temsilci’ olarak ‘Uluslararası Camia’nın operasyonlarına zemin hazırlamaktadır.

Dünya Uygur Kongresi “insan hakları araştırmaları ve savunma projeleri” için Milli Demokrasi vakfı (NED) den büyük fonlar almaktadır. Birçok yan örgüt, Uygur adı altında ABD çıkarlarına hizmet ederler. Mesela Uygur Amerikan Derneği NED’den büyük çapta fonlanmaktadır ve başkanı Rabia Kadir’dir.

ABD ve küresel şirketler, uzun zamandır Çin ve çevre coğrafyayı operasyon merkezi ilan etmişlerdir. ‘Uygur’ adı verilen operasyon odakları gibi, İran’ın bölünmesini hedefleyen GAMOH’ teşkilatı da, PKK ve benzer örgütler de ABD istihbaratı, CIA, NED, IRI, Freedom House gibi ağlar tarafından fonlamakta, yönlendirilmekte, adam satn alınmakta, istihbari ve medya faaliyeti yürütülmektedir..

Bu bağlamda kurulan sayısız teşkilat Birleşmiş Milletler, AB ve NATO bağlantılı çalışma yapmaktadırlar. Bunlardan biri ‘Temsil Edilmeyen Uluslar ve Halklar Örgütü’ (Unrepresented Nations and Peoples Organisation – UNPO) dür. UNPO’yu kuran ve geliştiren Erkin Alptekin adlı kişidir.

Amaçları mikro milliyetçilikle hedef ülkelerde etnik ve mezhepsel kışkırtıcılıktır. Engdahl açıklamıştır:

‘UNPO’nun onursal başkanı ve kurucusu Erkin Alptekin’dir. ABD Enformasyon Ajansı’nın (USIA) resmi propaganda kurumu olan Hür Avrupa Radyosu/ (Radio Free Europe/Radio Liberty) için Uygur Dairesi Müdürü ve Milliyetler Bölümü Müdür Yardımcısı olarak çalışırken UNPO’yu kurmakla görevlendirilmiştir.’

ABD Enformasyon Ajansı ile çalıştığı sırada 1991’de Dünya Uygur Kongresi’ni örgütlemiştir. ABD Enformasyon Ajansı görev tanımını resmi sitesinde şöyle belirlemiştir: “ABD ulusal çıkarlarının desteklenmesi için yabancı kamuoyunu anlamak, bilgilendirmek ve etkilemek ana amacımızdır”.

İşte böylesi bir kurumun emrinde etnik ve mezhepsel konularda ‘uzman’ olan Alptekin aynı zamanda Dünya uygur Kongresi’nin ilk başkanı ve DUK web sitesine göre, “Dalai Lama’nın yakın arkadaşı”dır..’

UNPO, Amerikan çıkarlarına göre sınıflandırılmış çeşitli etnik azınlıkları, vakti gelince sahneye sürmek üzere hazırlamakta, fonlamakta, akademisyenlerini, tarihçilerini, aktivistlerini eğitmekte ve her grubu ‘kendi kaderini tayin hakkı’ çerçevesinde ayaklanmak üzere hazırlamaktadır. PKK ve benzer terör örgütleri de bu ve benzer Amerikan ve AB teşkilatlarının rahleyi tedrisinden geçmişlerdir.. yol haritalarını emperyalist mercilerden alırlar.

Kosova 1991’de daha Yugoslavya’nın içinde yeralırken UNPO üyesi olmuştur… Haşim Taci ve benzeri terör örgütü mensupları ABD Dışişleri Bakanı Madelen Albright’dan, Pentagon generallerine kadar açılan bir yelpazede ilişkiler kurarak, dolgun fonlama ve silah yardımlarıyla bulundukları yere gelmişlerdir. Kosova bugün kendini ‘bağımsız’ zanneden bir Amerikan sömürgesidir .

UNPO, Belucistan’dan Irak Türkmenlerine, Kürtlerden Tatarlara, Çerkeslere kadar tüm etnisitelere el atmakta, ABD çıkarlarına ‘faydalı’ olacak zevat bulunmakta , Washington’la örümcek ağları kurularak, hedefe yürünmektedir. Birilerinin ‘Türk anası’ olarak zikrettiği rabia Kadir de bu ağın en iç halkalarındaki zevattan biridir.

Kadir’in Washington’la DERİN ilişkisini ne zaman zikretsek kendine ‘Türkçü’ süsü veren birileri ağzından köpükler saçmaya başlamaktadırlar. Çünkü bu açıklamalar, ‘derin oyunu’ bozmaktadır. Birileri sahte Türkçülük maskesiyle Amerikan emperyalizminin goygoycusu olacak, samimi Türkçüleri arkasına takıp felç edecek, ‘Uygurların, Güney Azerbaycanlıların hakkı derken kendi ülkesinde yokedilecek, ‘Türküm’ demek yasaklanırken bakacak, yasalardan ‘TÜRK’ sözünün kaldırılması konuşulurken seyirci kalacak, TÜRKİYE’nin bölünmesi için Anayasa hazırlanırken eli kolu bağlı kalacak , ama Uygur, Güney AZERBAYCAN diye ayağa fırlayacak, Türklük ‘gazı’ da bu yolla alınmış olacaktır..

Bir kez daha söyleyelim: Rabia Kadir iyi bir ‘sivil örümcek’ örneğidir: Bir zamanlar Çin Ulusal Kongresi üyesiydi ve Çin’in en zengin 7. Kişisiydi.

Tutuklanma nedeni ABD’ye ajanlık gerekçesi iledir. Hapishaneden ABD yönetimi girişimiyle çıkarılmış ve Washington’da görevlendirilmiştir.

Maaşını ABD Kongresinden almaktadır. Amerikan istihbaratının ve Milli Demokrasi Vakfı’nın milyonlarca dolarla desteklediği kurumların başındadır. 2004’de Uygur İnsan Hakları Projesini başlatmış ve Emperyal ödüllere layık görülmüştür..

Peki ya Uygurlar. Onlar büyük zulüm altında değiller mi? Diyenlere sözüm şu: Evet Çin iktidarları Doğu Türkistan’da zulüm yapmış, uygurlara baskı uygulamıştır. Oradaki soydaşlarımız kanımız canımızdır. Ben Urumçi’de Turfan’da onların ellerini tutmuş, gözlerine bakmış, dertleşmiş kucaklaşmış binlerce kilometre ötede TÜRKÇE konuşmuş bu mutluluğu yaşamış biriyim.. Hiçbir şekilde ‘Denize düşenin yılana sarılacağını’ kabul etmeyenlerdenim. Atatürk kurtuluş için yılana mı sarılmıştı?!

Amerikan istihbaratının maşalarının adları TÜRK kelimesiyle birlikte anılamaz.. Onlar tarihe emperyal oyunda yer alan küçük maşalar olarak geçerler. Milletleri onları kahırla anar!

Banu AVAR, 28 Ocak 2013
banuavar

GÜNDEM ANALİZİ /// ALAEDDİN YALÇINKAYA : Yunanistan, Afganistan ve Türkiye Seçimleri Yahut Merkepli Demokrasi

Türkiye, 7 Haziran’da sandık başına gitti. Kesin olmayan, yani Yüksek Seçim Kurulu’nun henüz resmen ilan etmediği sonuçlar gece yarısından önce belli oldu. Her seçim çevresinde ilçe seçim kurulu, il seçim kurulu ve Yüksek Seçim Kurulu nezdinde sonuçlara itirazla gelebilir. Daha önceki seçimlerde de günlerce süren yeniden sayımlar yaşanmıştı. Bunun için yasal düzenleme her ihtimale karşı iki kademe arasında birkaç gün mesafe bırakmış. Halbuki her sandık oyları sayıldıktan sonra o sandıktaki parti müşahitleri mazbatayı imzalamadan itiraz edebilir, yeniden sayılır. Bu safhadan sonra İlçe seçim kurulu ve il seçim kurulu nezdinde itirazlar aynı gün öğleden önce ve sonra kabul edilebilir, gereği yapılır. Ertesi gün Yüksek Seçim Kurulu nezdinde itirazlar olabilir, gereği yapılır. Bütün bunların iki günü aşmasını, iletişim çağında anlamıyorum. Son itirazdan sonra da mesela sandıkların imha edildiği, sahte oy pusulaları basıldığı gibi yeni ortaya çıkan delillere dayanarak iddialar gündeme gelebilir, bunlar da soruşturulu. Ancak her ihtimale karşı meclisin toplanması için seçimin kesin sonuçları hemen hemen belli olduktan sonra 10 gün beklemeye gerek var mı?

Mazbatasını alan milletvekillerinin meclise gelmesi, rozetlerinin takılması, banka hesaplarının açılması bir hafta mı sürer? İletişim çağında seçimlerden ancak iki hafta sonra milletvekillerinin yemin etmesini nasıl yorumlayabiliriz?

Milletvekilleri yemin ettikten sonra dağılıyor. Meclis başkanı aday müracaatları için beş gün süre veriliyor. Seçimlerin akşamı sonuçlar belli olduğu halde partiler veya adaylar iki hafta boyunca düşünemediler de ancak yemin ettikten sonra mı düşünebiliyorlar?

Meclis başkanı seçildikten sonra, yani neredeyse seçimlerden bir ay sonra cumhurbaşkanı hükümeti kurmak üzere bir lideri/milletvekilini görevlendiriyor. Bundan sonra koalisyon turları başlıyor. Nihayet kurulursa, bir kabine listesi hazırlanıyor. Hükümet programı ve güvenoyu için da günlerce beklemeler. Kimse endişe etmesin, vekiller meclise ilk adımı attıklarında açılan hesaplara üç aylık maaşları peşinen yatırılmıştır. Ve birçok haklardan istifade edilmeye başlanmıştır.

Yakın coğrafyamızda, Afganistan’da 2014’de başkanlık seçimi yapıldı. Seçimlerde sandıkların taşınması için binlerce merkep istihdam edildi. Dağ köylerinden merkep sırtında sandıkların merkezlere gelmesi aylarca sürdü. Bu arada bazı merkepler kayboldu, bir kısmı hastalandı, öldü, kurtlar yedi… Tabii ki sırtlardaki sandıklar da gitti. Bundan dolayı bir sürü itirazlar, tartışmalar.. Afganistan’dan bir dostumuz bu durumları izah ederken “ne yapalım, bizimki de biraz eşekli demokrasi” demişti.

Afganistan’a bakınca ülkemizdeki uygulamalar konusunda halimize şükredenler olabilir. Bir de yanıbaşımızda Yunanistan’a bakalım. Bu ülkede de 25 Ocak’ta seçimler yapıldı ve seçim akşamı sonuçlar belliydi. Bütün itirazlar değerlendirildikten sonra ertesi gün meclis toplandı. 28 Ocak sabahı bakanlar kurulu oluştu. Çipras başkanlığındaki bu kabine herhangi bir koalisyonun ötesinde tam bir yamalı bohçadır. Seçimden üç gün sonra bu yamalı bohçadan çıkan hükümet, programını hazırladı ve 11 Şubat’ta güvenoyu aldı.

Ankara’da bir takım odaklar, muhtemel erken seçimin partilerine ve şahıslarına ne kazandıracağının hesaplarıyla meşgul iken Türkiye’nin etrafındaki ateş çemberi her geçen gün derinleşmektedir. Önümüzdeki alternatifler ise “teröristten terörist beğen” türünden. Suriye ve Irak artık tarih kitaplarındaki devletler olup, bunların yerine kaç devletin ve hangilerinin kurulacağının müzakereleri bitmek üzeredir. Bu safhada Türkiye’nin talebi ise sınırda kasaba büyüklüğünde nötr bir bölgedir. Ankara’nın Rusya ve İran üzerinden Esed ile görüşme talebinde bulunduğu dışişleri kaynaklarından sızan haberler arasında. Sınır bölgemizde yaşananlar karşısında “kendi insanlarını öldüren Esed”in ehven-i şer olduğunun anlaşılması, belki bir gelişmedir. Belki de Ankara’daki muhtemel koalisyonu açısından böyle bir politikaya ihtiyaç vardır. Bununla beraber “ba’de harabü’l Basra” yani Basra’ya Halep, Hama, Şam ve nice beldeler ilavesiyle bir tarih ve medeniyet harap olduktan sonra da olsa zararın neresinden dönülse kârdır. Irak ve Suriye coğrafyasında birçoğumuzun komplo dediği ve adım adım gerçekleştiğini gördüğümüz planlar, ancak sınır komşusu ülkelerin işbirliği engellenirdi.

Yeni meclisin ve muhtemel hükümetin önünde ekonomik, sosyal, eğitimsel sorunlar yanında belki de Türkiye’nin bugüne kadar karşılaştığı en çetrefil dış politik muamma bulunmaktadır. Liderler ve yöneticiler ise halen birbirlerine laf yetiştirmek, muhtemel erken seçim hesabıyla seçmen nezdinde oyları birkaç puan artıracak stratejilerini uygulamaya koymakla meşguller.

Eski dışişleri bakanlarından İsmail Cem, bir mülakatında şöyle demişti: Bu ülkede her konuda düzenlemeler yapılırken, birileri düşünmüş taşınmış, istişare etmiş ve kafa yormuş. Neticede en yanlış, en kötü ne olabilirse o şekilde yasalar çıkarılmış, düzenlemeler yapılmış. Sistemin her alanda bu kadar yanlış olması, düzenlemelerdeki hata veya tesadüflerle olamaz, bunlar ancak kasten yapılabilir.

Bu ülkenin seçim sistemi ile ondan sonra meclisin toplanması, hükümetin kurulması aşamalarındaki akıl almaz yanlışlar, sadece hatalı tercihlerin mi eseridir? Asırlardır sömürgecilerin paylaşamadığı Afganistan seçimleri için merkepli demokrasi denilebilir. Peki Yunanistan’a bakınca bizimkinin adı ne olabilir?

alaeddin.yalcinkaya

Öncevatan, 29.06.2015

SİYASİ DOSYA /// NECDET BULUZ : Yeni seçim hesapları.

NECDET BULUZ

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu aynı dili konuşuyor, diyorlar ki:

“Millet koalisyon demiştir, sonuna kadar bunu zorlarız. Eğer olmazsa yine millete gideriz. Millet, yapılacak yeni bir seçimde en doğru kararı verecektir.”

Seçim sonuçlarının halen içlerine sindirilemediği görülüyor. AK Parti’nin tek başına iktidar olamaması da bütün planları altüst etmiş durumda. Bu nedenle gerek Erdoğan, gerekse Davutoğlu seçim sonrası ard arda anketler yaptırıyor. “Yeni bir seçim yapılırsa sonuç ne olur?” a yanıt aranıyor.

Bazı kamuoyu araştırma gruplarının yaptığı son anket çalışmalarında yeni bir seçimde fazla bir şeyin değişmeyeceği ortaya çıkıyor. Seçmen, verdiği oyun arkasında görünüyor. Birkaç puanlık gelip gitmelerin olabileceği görülüyor. Örneğin, AK Parti’nin oylarının yüzde 42 olabileceğine dikkat çekiliyor.

AK Parti’nin iktidar olmasının önündeki engel olarak görülen HDP oylarında da birkaç puanlık düşüşün olabileceği, bu partinin yine barajı geçebileceği de anketlerde görülüyor.

HDP’ ye barajı aşması için bazı kesimlerce verilen oylar, adreslerine geri dönebilir. Ancak, şu gerçek unutulmasın. Güneydoğu Bölgesindeki Kürt oyları bu partide kemikleşmiş görünüyor. Yine HDP’nin barajı aşması bu oylar sayesinde gerçekleşebilir. HDP, Güneydoğu’da AK Parti’nin oylarının üzerine oturdu. CHP kanadından HDP’ye barajı aşması için giden oyların da yine CHP’ye geri dönebileceği ifade ediliyor. Bu da yeni bir seçimde CHP’nin oylarında birkaç puanlık artışın olabileceğini gösteriyor.

Hemen şunu eklemeliyiz:

HDP’ deki oy düşüşü ile MHP’nin birkaç puan artacağı tahmin edilen oyu ile milliyetçi oylar MHP’yi yine “kilit parti” konumuna çıkarabilir.

Bazı kamuoyu araştırma gruplarının yetkilileri ile yaptığımız görüşmelerde yeni bir seçimin farklı sonuçlar çıkmasına da yol açabileceği görüşünün ağırlık kazandığın izlenimini edindik. Hatta yeni seçimi özellikle AK Parti için çok riskli görenlerin de var olduğunu burada altını çizerek belirtelim.

Seçmen, artık eski seçmen değil. Oyunu verirken çok iyi hesap yapıyor. Yolsuzluk, yasak, yoksulluğa karşı özellikle seçmende bir blok oluştuğunu da gözlemliyoruz. Çeşitli kamuoyu araştırma gruplarının yetkilileri de bunu böyle açıklıyor.

Yanı başımızdaki Suriye bataklığı bugünlerin en önemli konusu haline geldi. Suriye’ye bir askeri harekât yapılması da gündemde. Gerek Cumhurbaşkanı, gerekse Başbakan böyle bir harekâtın gerçekleşmesi ile siyasi prim elde etmeyi düşündüğü iddia ediliyor. Ancak, seçmenlerin bundan da etkilenmeyeceği yine kamuoyu araştırma gruplarının yetkililerince ifade ediliyor.” Suriye’ye bir harekâtın yapılmasında Saray ve AK Parti’den başka hevesli yok. Kamuoyu bu konuda temkinli” deniliyor. Bu da Suriye’ye bir askeri harekâtın bile AK Parti’yi kurtaramayacağı anlamına geliyor.

Millet Suriye’ye askerin girmesine ve savaşa” hayır” diyor. Bizi yönetenlerin yanlış Suriye politikaları nedeni ile bölgenin bu hale geldiğini görüyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da mezhep çatışmalarından uzak kalması gerektiği de dile getiriliyor. Zaten Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de bu konuda sakıncaları var ve bunları sivil otorite ile de paylaştılar.

Geçenlerde konu ile ilgili yazmıştık. Yeni bir seçim, hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Artık, millet tek partili bir sistem istemiyor. Bunun ayarını da seçmen 7 Haziran seçiminde verdi. Bu sonuçlarının çok iyi analiz edilmesi ve okunması gerekiyor.

Ortada görünen şu:

Yeni bir seçimde belki AK Parti hükümet kurabilecek sayıda milletvekili çıkarabilir. Ancak, muhalefet bloğu yine güçlü biçimde Meclis’teki yerini alır. “AK Parti bugünkünden daha iyi olabilir” görüşü ile ülkeyi yeni bir seçime götürebilirler, bu da sürpriz sayılmamalıdır.

Bu ne demektir?

Bu, AK Parti tek başına iktidar olsa bile, Anayasa’yı değiştirecek güçte olmayacak demektir. Meclis’ten her kararı tek başına çıkaramayacak demektir. Muhalefet dayanışma ile birçok konuda Meclis’te araştırma açılmasına, yasa çıkarılmasına önde yer alacak demektir.

Özetle, AK Parti artık eskisi gibi olamayacak.

ANDY- AR’ın yaptığı bir anketten çıkan çarpıcı sonuçta seçmenin “beyaz sayfa” istediği ortaya çıktı. Partiler arasında uzlaşma isteyen seçmen 4 Bakan için “Yüce Divan” diyor. Bu gerçekleri görmezden gelmek mümkün mü? Yeni bir seçimde seçmen bu isteğinin ve oyunun arkasında durmayacak mı?

Kaldı ki, aynı araştırmada AK Parti seçmeninin yüzde 61,9’u da aynı görüşleri paylaşıyor. Siyasilerin de seçim meydanlarında verdikleri sözleri yerine getirmesi isteniliyor. Seçmen böyle istiyorsa, siyasi partilerin de bu çizgide hareket etmesi gerekmektedir. Bunun tersinde hareket eden siyasi partilerin yeni bir seçimde hüsrana uğrayabilecekleri de gözlerden uzak tutulmamalıdır.

Bir başka konu da, Türkiye’nin yeni bir seçimi kaldırıp kaldırmayacağıdır. Hem seçmenlerin yeniden sandığa gitmesi, hem harcama kalemlerinin artması, hem de zaman kaybı seçmen üzerinde psikolojik etki de yaratabilir. İç ve dış sorunlar askıda kalabilir. Beklentilerin boşa çıkması da ayrıca tartışılması gereken bir başka konu olarak karşımızda duracaktır.

necdetbuluz
necdetes

MADIMAK KATLİAMI /// ALİ ERALP : MADIMAK’I UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ.

Yıl, 2 Temmuz 1993.

Ölümün, katliamın, vahşetin tarihi…

O tarihte, Madımak oteli önünde ölüm kol geziyordu…

Bir grup YERLİ IŞİD’li, şeriatçı, örümcek beyinli güruh, ellerinde benzin bidonları, yurtseverlerin, aydınların kaldığı Madımak Otelinin önünde toplanmıştı…

Aydınların ve aydınlanmanın Azrailleri bağırıyor, çağırıyor, küfrediyor, sloganlar atıyorlardı:

“Sivas laiklere mezar olacak, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak, Şeriat gelecek, batıl zail olacak“, “Yaşasın Şeriat!..”

“Şerefsiz vali istifa, Muhammed’in ordusu kâfirlerin korkusu, Yaşasın Hizbullah, kahrolsun laiklik, şeriat isteriz…”

“Yakın ulan, yakın…”

Ölüm göz göre göre, göstere göstere geliyordu…

Ama Cumhurbaşkanı seyrediyordu, Başbakan seyrediyordu, Genel Kurmay Başkanı, Başbakan yardımcısı, bakanlar, Emniyet Müdürü seyrediyordu…

Bugün, şeriatçı kalkışmanın, katliamın üzerinden tam 22 yıl geçmiş.

Ama bizim acımız, üzüntümüz dün gibi. Hiç eksilmiyor. Azalmıyor. Her gün biraz daha artıyor.

Dile kolay. Tam 33 can. 33 aydın. 33 yurtsever katledildi.

Kışkırtılmış, yönlendirilmiş, azgın bir yobaz sürüsü tarafından cayır cayır yakıldılar.

Hem de sorumluların, yetkililerin, polisin, jandarmanın gözü önünde…

Televizyonda canlı yayın izler gibi izledik olup biteni.

Saatlerce…

Kanımız dondu. İsyanımız yüreklerimize sığmadı. Sel oldu, aktı…

Ama çaresizdik. Elimizden gelen bir şey yoktu, sadece bakıyorduk…

Seyrediyorduk…

Katliamın avukatları ise daha sonra ödüllendirildiler.

Kimi AKP’den bakan oldu, kimi milletvekili, kimi belediye başkanı…

Sivas Katliamı Davası, zaman aşımından düşünce, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan:

“Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı” sözleriyle değerlendirmişti.

Sivas Katliamı davasının “zaman aşımından” düşmesi, RTE için “hayırlı” bir olaydı…

Katiller şimdi ellerini kollarına sallayarak aramızda dolaşmaktadırlar.

Ama bu zalimlere, bu kan içicilere, bu madımak canilerine bir kez daha anımsatalım:

Saltanatlarını ölüm, zulüm, acı üzerine kuranlar, yaptıklarının hesabını vakti, saati geldiğinde bağımsız Türk Yargısı önünde mutlaka vereceklerdir…

Ama mutlaka vereceklerdir…

(ali-eralp)

ÇİN DOSYASI : Çin’e ırkçı-dinci tepkiler göstermeden önce BUNLARI DA BİLELİM !!!!

Çin, Uygurlara karşı uzun vadeli bir asimilasyon politikası izliyor kabul ama Uygurlara da hiç bir faydası olmayan ırkçı-dinci tepkiler göstermeden önce aşağıdakileri bilin :

– Çin’in tek çocuk yasağı Uygurlara ve diğer azınlıklara uygulanmamaktadır

– Çin’in üniversite giriş sınavında Uygurlar ek puan alır

– Çin’de Uygurca dahil ana dilde eğitim veren okullar vardır

– Çin parasının üzerinde Uygurca da yazar

AK PARTİ DOSYASI : ODTÜ’LÜ GENÇLERDEN HÜKÜMETE MESAJ VAR :))))) ORANTISIZ ZEKA ÖRNEĞİ

PKK DOSYASI : PKK’NIN ADAYLARI HEM HDP HEM AKP’DE /// İŞTE SİZE KÜRT SORUNU ÇÖZÜMÜ