Günlük arşivler: 6 Temmuz 2015

ÇİN DOSYASI : Çin’de neler oluyor ?

İşte Çin yalanlarının perde arkası

2009’da Urumçi’de yaşanan olaylardan beri "Doğu Türkistan’da Çin zulmü" benzeri haberler artarak devam ediyor. Sosyal medya üzerinden yayılan pek çok fotoğrafın Çin Halk Cumhuriyeti’nin Şincan bölgesindeki Uygurlara ait olduğu söyleniyor, ancak bu fotoğrafların çok büyük bir kısmı başka bölgeler ve olaylarla ilgili.

İşte Çin yalanlarının perde arkası

2009’da Urumçi’de yaşanan olaylardan beri "Doğu Türkistan’da Çin zulmü" benzeri haberler artarak devam ediyor. Sosyal medya üzerinden yayılan pek çok fotoğrafın Çin Halk Cumhuriyeti’nin Şincan bölgesindeki Uygurlara ait olduğu söyleniyor, ancak bu fotoğrafların çok büyük bir kısmı başka bölgeler ve olaylarla ilgili.

Çin’e dair "oruç tutmak yasaklandı", "Ramazan’da zorla içki içirdiler" gibi kimi haberler ise gerçekten uzakta. Örneğin, Çin’in Şandong bölgesindeki bira festivalinden alınan fotoğraflar, Çin’in "müslümanlara zorla içki içirdiği" şeklinde yansıtılıyor.

DÜNYA UYGUR KONGRESİ VE RABİA KADİR: AMERİKANCI, EL KAİDECİ
Yalan haberlerin arkasındaysa Dünya Uygur Kongresi isimli kuruluş geliyor. Kuruluşun Doğu Türkistan İslami Hareketi isimli El Kaide bağlantılı yapılanmayla yakın ilişkileri olduğu bilinirken, kuruluşun içerisindeki Rabia Kadir gibi pek çok ismin ABD’de yaşadığı ve ABD ile yakın ilişkileri olduğu da biliniyor.
90lı yıllarda Çin hükümetinde çalışan ve Dünya Uygur Kongresi başkanı olduğunu söyleyen Rabia Kadir’in Çin’e sırtını dönmesi, eşi Sıddık Ruzi’nin ABD’ye gitmesi ve burada Radio Free Asia (Özgür Asya Radyosu) ve Voice of America (Amerika’nın Sesi) gibi ABD’li kuruluşlarda Çin karşıtı propaganda yapmasıyla başlıyor.

ÇİN KARŞITI PROPAGANDANIN KISA TARİHİ
Kadir de eşine katılarak ABD’ye gidiyor ve Doğu Türkistan İslami Hareketi ile de ilişkiye girerek Çin karşıtı propaganda faaliyetlerine başlıyor. 2009 yılında, Han etnisitesinden olanlarla Uygurların çatıştığı, polisin iki tarafa da müdahale ettiği olayları tek taraflı gösteren Kadir, aynı yıl gerçekleşen Şişou olaylarında çekilen başka bir fotoğrafın "Uygurlara yapılan zulüm" olduğunu iddia ederek basına sunmuştu.

El Cezire gibi pek çok basın kuruluşu bu fotoğrafı Kadir’in iddialarıyla birlikte verse de, sonradan fotoğrafın gerçek olmadığı ortaya çıkınca Kadir özür dilemek zorunda kalmıştı. Halkı kışkırtmaya çalıştığı söylenen Kadir iddiaları reddetse de, sonraki yıllarda da benzer faaliyetlerini sürdürdü.

UYDURMA FOTOĞRAFLAR
Son olarak Ramazan ayında düzenlenen bira festivalinden Uygurların rahatsız olduğu gibi iddialarla gündeme gelen Kadir’in ve Dünya Uygur Kongresi’nin başlattığı yalanlar ise artarak yayıldı. İşte Türkiye’den bu haberlerin yayıldığı gibi fotoğraflar:

komunistdiktator.png
80lerde çekildiği bilinen, ancak kaynağına dair pek çok tartışma olan bir fotoğrafı kullanan onedio.com sitesi, kaynak göstermeksizin Çin’in "halkı İslam’dan vazgeçirmek için her türlü yıldırma ve baskı yöntemi"ni kullandığını iddia ediyor.

Mao Zedung için "komünist diktatör" diyen site, İslami duyguları kışkırtmak için bilinen yöntemleri kullanıyor. Budizm ve Konfüçyanizm dahil tüm dinlere karşı tavır alan Çin Kültür Devrimi’nin ise İslamı özel olarak hedef aldığı öne sürülüyor.

changeorg.png

Aynı site üzerinden paylaşılan bir imza kampanyası ise, bir kadının boynuna tuğlaların asılı olduğu ve ölü bir kadın olan iki ayrı fotoğraf kullanıyor. Bu fotoğraflardan ilkinin Falun Gong inancına mensup olanlara yapılan işkencelerle ilgili bir çizim olduğu görülürken, ikincisinin de uzun yıllardır internette dolaşan bir otopsi fotoğrafı olduğu anlaşılıyor.

TÜRK MEDYASI BİLDİĞİNİZ GİBİ: TRAFİK KAZASINI ‘KATLİAM’ YAPTILAR
Benzeri otopsi fotoğrafları, trafik kazaları, cinayetler sanki "Doğu Türkistan" içerisinde yaşanmış gibi gösterilirek milliyetçi ve İslamcı duygular kışkırtılmaya çalışılıyor.

Aynı şekilde 7 Temmuz 2009’da Hürriyet, Milliyet, Posta, Radikal ve Sözcü gazetelerinin Çin’deki bir trafik kazasını yine "Uygur katliamı" olarak gösterdiği de biliniyor.

YALAN DA BİR YERE KADAR…
Yine onedio’da verilen bir fotoğraf, "Çinli yetkililerin", Uygurlu kadınların "kıyafetlerini yırttıkları" gibi kaynaksız iddialarla sunulurken, 10 milyon Uygur’un yaşadığı ülkede yetkililerin Uygurları gördükleri yerde "sorgulamadan öldürdükleri" de iddia ediliyor.

Bu fotoğrafın Burma’da çekildiği anlaşılırken, yine aynı şekilde İslamcı ve milliyetçi duyguların kışkırtılması amacıyla fotoğraf Çin’denmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Fotoğraf’ın üzerindeki kaynağın ise siyah çizgi ile kapatılması dikkat çekiyor.

falungong_ilustrasyonu.png

Sosyal medyada açılmaya başlayan ve yayılan pek çok fotoğrafın da benezr şekilde Uygurlarla alakasız ve kaynaksız olduğu görülüyor. Yukarıdaki fotoğrafın yine Falun Gong inancını taşıyanlara yapıldığı iddia edilen işkence biçimlerinden biri olduğu söylenirken, fotoğrafın 2004 yılından olduğu düşünülüyor.

İnternette bu tarz pek çok yalan haber ve kaynaksız fotoğraf ile "Doğu Türkistan’a dikkat çekme" amacı taşındığı iddia edilirken, pek çok kişinin "Çin zulmünü engellemek" için para topladığı da görülüyor. Toplanan paraların nereye gittiği ise bilinmiyor.

Çin’e yönelik uluslararası "kara propaganda"nın ise arttığı görülüyor. Çin hakkındaki son "vahşet" haberleri, oldukça kanlı olmasına rağmen kurban ritüelinden farklı olmayan köpek katliamlarıydı. Türkiye’de de birçok insan, bu ritüeli bahane ederek Çinliler hakkında ırkçı söylemler ortaya atmıştı.

(Sol)

BOP DOSYASI : Diyarbakır BOP’un yıldızı mı oluyor ?

ABD, Cerablus’ta güvenli bölge kurulmasını isteyen Türkiye’den İncirlik ve Diyarbakır’daki Pirinçlik Üssü’nü istedi. AKP bu talebe ‘evet’ derse Erdoğan’ın 2004 yılında söylediği ‘Diyarbakır BOP’ta bir yıldız olabilir’ sözü gerçekleşmiş olacak

Tüm dikkatler Türkiye-Suriye sınırına yoğunlaştı. Sınırda yaşanan askeri hareketlilik de belirgin bir şekilde son günlerde hızlandı. Bütün bu hazırlıklar Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi için yapılıyor. Türkiye, Suriye’nin Cerablus bölgesinde bir güvenli bölge kurulmasını ve bölgenin Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütü ve PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD kontrolüne girmesinin engellenmesini istiyor. Geçtiğimiz günlerde Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı ”Kimse yarın Türkiye’nin Suriye’ye gireceğini beklemesin” açıklamaları hükümetin düğmeye yeni hükümet kurulduktan sonra basacağını gösteriyor. Meclis Başkanı seçilen İsmet Yılmaz’dan boşalan Milli Savunma Bakanlığı’na hâlihazırda milletvekili olmayan, daha önce bu görevi yerine getirmiş olan Vecdi Gönül’ün dışarıdan atanması da hükümetin sınır ötesi operasyon konusunda kararlı olduğunun işareti olarak görülüyor. Ankara kulislerinde yeni hükümet kurulduğunda Vecdi Gönül’ün Milli Savunma Bakanlığı görevine devam edebileceği de konuşuluyor.

ABD Diyarbakır’ı istedi

Meclis kulislerinden sızan bilgilere göre AKP hükümeti, ABD’yle Suriye’de güvenli bölge oluşturulması konusunu müzakere ediyor. Müzakerelerde ABD’nin önceliği IŞİD’le mücadele olduğu, Türkiye’nin ise IŞİD ve PYD’yle aynı anda mücadele edilmesini istediği iddia ediliyor. Suriye’nin kuzeyinde Cerablus bölgesinin PYD’nin kontrolüne girmesi durumunda Kuzey Irak’tan Akdeniz’e kadar uzanan bir Kürt koridoru fiilen oluşmuş olacak. Türkiye bu koridorun oluşmasına engel olmak için ABD’yi ikna etmeye çalışırken ABD tarafı da fırsattan istifade Türkiye’den taviz koparmak peşinde. Hâlihazırda sözde IŞİD hedeflerini Kuveyt’teki Ahmet el Cebr Hava Üssü’nden kalkan uçaklarla vuran ABD, Adana’daki İncirlik Üssü ile Diyarbakır’ın bu operasyonlar için kullanıma açılmasını istiyor. Gelen bilgilere göre bu konudaki ABD talebi Türkiye’ye iletilmiş durumda. Şimdi ABD, hükümetin vereceği kararı bekliyor. Türkiye üsleri açmadan ABD, Türkiye’nin sınır güvenliği ve sığınmacılara ilişkin talepleri konusunda karar vermek istemiyor. Buna göre ABD, AKP hükümetine ‘üsleri aç sonra konuşalım’ diyor.

Erdoğan’ın dediği mi gerçekleşiyor?

Diyarbakır’da ABD’nin 1997 yılında boşalttığı Pirinçlik Hava Üssü bulunuyor. 1956 yılında Türk-Amerikan Ortak Savunma Üssü olarak NATO kapsamında kurulan Pirinçlik Üssü’nde, soğuk savaş döneminde radarlarla Sovyetler Birliği (SSCB) ve onun etkisi altındaki Ortadoğu ülkeleri izleniyordu. Pirinçlik Hava Üssü, NATO savunma sisteminin parçaları arasında SSCB’ye en yakın olanlardan biriydi. Diyarbakır’a 20 kilometre uzaklıkta bulunan Kayapınar İlçesi’ne bağlı mahalleye dönüştürülen Pirinçlik’teki üs ABD’nin kullanımına açılırsa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 16 Şubat 2004’te söylediği, "Büyük Ortadoğu Projesinde Diyarbakır bir yıldız olmalıdır. Bunu başarmalıyız" sözü gerçekleşmiş olacak. Zira Ortadoğu’ya ABD’nin tüm müdahaleleri Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında ortaya konulan planlar çerçevesinde gerçekleşiyor. ABD’nin başta Diyarbakır talebi olmak üzere diğer istekleri AKP hükümetince kabul edilirse ABD ve İsrail’in en büyük ortak hedefi olan ‘Büyük İsrail’in kurulması için ilk aşama olan Kürt devleti konusunda bir merhale daha geçilmiş olacak.

Rusya’nın tepkisi olur

Geçmişte NATO savunma sistemleri arasında SSCB’ye en yakın olanlardan biri olan Diyarbakır’daki Pirinçlik Hava Üssü’nün ABD’nin kullanımına açılmasına Rusya’nın tepkisi hiç düşünülmüyor. Suriye krizinde kendi ektiği problemlerin sonuçları altında ezilen AKP hükümeti, çok yönlü düşünmeden atabileceği adımlar Türkiye’nin başına başka belalar da açabilir. ABD’nin Türkiye’de yeni bir üssü daha kullanmaya başlaması durumunda buna Rusya’nın tepkisi çok sert olabilir.

Cerablus kimin olacak?

İlk aşama olan Cerablus’un, IŞİD’den temizlenmesi konusunda Türkiye ile ABD hemfikir. Daha sonra Cerablus’un kimin kontrolünde olacağı konusunda ise anlaşmazlık var. Cerablus’u PYD’nin kontrol etmesi durumunda Suriye’nin Afrin kentine kadar Kürt koridorunun önü açılmış oluyor. Türkiye, PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesini istemiyor. ABD’nin PYD’den vazgeçmesi pek mümkün görünmüyor. Çünkü Suriye’nin kuzeyinde ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri ile PYD uyum içerisinde çalışıyor. Kobani’nin IŞİD’in elinden alınması konusunda da ABD ile PYD’nin ortak çalıştığı biliniyor. Suriye’nin kuzeyindeki diğer silahlı gruplara mesafeli yaklaşan ve güvenmeyen ABD’nin Türkiye istiyor diye PYD’yle arasına mesafe koyacağını kimse beklemiyor. Peki, ne olacak? Olacağı şu; Türkiye ikna edilecek. ABD yönetimi her zaman yaptığı gibi Türkiye’ye sözlü garantiler vererek Cerablus bölgenin PYD’nin kontrolüne verilmesi konusunda AKP hükümetini ikna etmeyi planlıyor.

FETULLAH CEMAATİ DOSYASI : BOPÇU FETO’NUN ESKİ SAĞ KOLUNDAN İFŞA ATLAR

http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/07/04/zaman-gazetesi-eski-sahibi-sessizligini-bozdu

Zaman Gazetesi eski sahibi sessizliğini bozdu

Zaman Gazetesi’nin eski sahibi, Gülen’in sağ kolu Nurettin Veren örgütten ayrıldıktan sonra sessizliğini bozdu. Bir dönem FETÖ lideri Fethullah Gülen’in karakutusu olan gazeteci Nurettin Veren paralel yapının hain planlarını anlattı: Hizmet kadrolarını ABD’nin ajan borsası haline getirdi. Lüksü ve ABD’de yaşamayı çok sever.

Fethullah Gülen‘in karakutusu, sağkolu gazeteci Nurettin Veren, paralel yapının doğuşunu ve devleti nasıl ele geçirmeye çalıştığını ölüm tehditlerine rağmen AKŞAM’a anlattı. Nurettin Veren paralel örgüt lideri Gülen’in Amerika’nın güdümünde olduğunu şu sözlerle anlattı: "Bizi farkında olmadan ABD sempatizanı haline getirdi. ‘ABD taraftarlığı yapmakta fayda vardır’ deyip cemaate aşılardı. ‘Ankara’nın şerrinden ABD’nin şefaatine sığınırız’ derdi." İşte Veren’in tespitleriyle bir başka Gülen:

SİYASİLERLE TANIŞTIRDIM

"Hizmet hareketi başlangıçta millet devlet işbirliğiyle, vatan bayrak din iman düşüncesiyle, milyonlarca vatan evladının kendi özverisiyle ortaya koyduğu milli bir birikimdi. Emekli insanların maaşlarıyla verdiği pek çok katkılar vardı. Bunun dışında bizzat benim cemaatle tanıştırdığım siyasiler vardı. Örneğin Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Bülent Ecevit gibi isimleri ben cemaatle tanıştırdım. Cemaatin büyüyüp gelişmesinde onların da çok büyük katkıları oldu. Bütün bu kazanımların ve birikimlerin bir şahsa izafe edilerek onun adıyla özdeşleşip bir ‘Gülen İmparatorluğu’ haline dönmesi, dünya siyasetine ticaretine alet edilmesi ve yabancı servislere ciro edilerek ajan borsası haline döndürülmesi beni bu kutsal milli davanın korunup, kollanması için vazifeye atılmaya mecbur etti.

TÜRKİYE DÜŞMANI

9 yıllık suskunluğumun ardından ülkemizin geldiği noktayı görüyorum. AK Parti’nin 3 iktidar döneminde Türkiye’ye kazandırdığı ekonomik istikrar gözardı edilemez. Yine ilk defa milli iradenin yeni halkın oylarıyla bir cumhurbaşkanının seçilmesi demokrasimiz adına önemli gelişmedir. Ülkemizin İtalya ve Fransa’yı sollayıp bir güce ulaşacağı aşamada cemaat eliyle ateş çemberi içerisine alınarak tökezlettirilmek isteniyor. Bu bir nankörlüktür."

İHTİŞAMLI YAŞAMAYI SEVER

"Gülen’e 1980’li yıllarda İlhan İşbilen tarafından Opel Senatör marka 3 ton ağırlığında zırhlı bir araç aldırdı. Yamanlar Kolejindeyken aldırdığı masaj koltuğu ise bir otomobil fiyatına eşdeğerdi. İzmir’deki benim arkadaşım Hüseyin Başaran’ın oğlu Esat Bin Zürare Başaran’ın yaptığı açıklama ise yaşananları tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Masaj için ayda 150 bin dolar. Bunun gibi pek çok farklı konular var. On binlerce kişinin ‘Umre’ye gideceğine Gülen’i ziyarete gidin’ denildiğini duyuyoruz ve görüyoruz. Türkiye’de İstanbul’dan Ankara’ya gidemeyecek fakir insanların Fethullah Gülen’in masraflarını üstlenerek ABD’ye davet edildiğini ve taşındığını da biliyoruz. On binlerce insanın ABD’ye gidip orada iki üç ay kalmasının ne kadar bir bütçe çıkaracağı hesaplanırsa ortaya çıkan rakam dudak uçuklatır. Sayın Cumhurbaşkanımıza 289 tane dava açtı. Bununla da kalmayarak Türkiye’deki bütün gazetecilere binlerce dava açarak ne derece büyük bir hukuk ve parasal güce sahip olduğunu herkesin görmesi lazımdır."

PLANLARI TERS TEPTİ

"İkinci merhalede amacı iftiralarla 4 bakanın köşeye sıkıştırıp onları Erdoğan’ın aleyhinde itirafçılar haline getirmek ve onu istifaya zorlamaktı. Gülen bu planı devlet kurumlarına sızan ekibiyle uyguladı. Devletin kurumlarına gizlice elemanlarını yerleştirdi. İlahi adalet ki planı ters tepti."

KADROYU ALDATIP KAÇTI

Hiç kimsenin ABD’ye gideceğinden haberi yoktu. 6 yıl hastalık bahanesini kullanarak bizleri aldattı. Böylece ilk çekirdek kadroyu yeni jenerasyondan habersiz irtibatsız hale getirdi. Bu onun en büyük taktiğidir. Bu haliyle muhalefet ile sorgulanma yani sorgulayıcı kadrodan kurtulmuş oldu."

"ANKARA’NIN ŞERRİNDEN AMERİKA’NIN ŞEFAATİNE SIĞINIRIZ"

ABD’yi kendisi için atlama tahtası olarak gören Gülen’in sıkca söylediği söz ‘Ankara’nın şerrinden ABD’nin şefaatine sığınırız’dı.

"Gülen eskiden beri komünizmle mücadele derneklerinin kurucusudur, destekleyicisidir. Bizi farkında olmadan ABD sempatizanı haline getirdi. Daha sonraları vermiş olduğu vaaz, konferans ve sohbetlerinde Rusya ve Çin komünizmine ve dehşetine karşı ABD’nin olması ‘Ehven-i şerdir’ yani kötünün iyisidir derdi. ‘ABD taraftarlığı yapmakta fayda vardır’ deyip cemaate aşılardı. Cemaate, ‘Ankara’nın şerrinden ABD’nin şefaatine sığınırız" derdi. Zamanla bu sempatinin ABD’ye karargâh kurup hizmet kadrolarını ve masum insanları ABD’nin atlama tahtası ve ajan borsası haline getirdiğini açıkça gördük. Gülen bu işbirliğinden ve İsrail sempatizanlığında hiçbir mahsur görmedi. "Kobranın başı Vatikan" dediği vaazlar halkın elinde mevcuttur. Bir ‘u’ dönüşü ile değişikliğe gittiği Vatikan- İsrail ve Ermeni cemaat önderleriyle can ciğer dostluklar ve işbirlikleri sergiledi. İşte Gülen’in anlaşılmaz esrarengiz stratejilerinden birisi de budur."

"KÜRTLERİ SEVMEZ"

"Gülen, Kürtleri hiç sevmez. Kardeşlikten bahseder ama onu yakından tanıyanlar bunu bilir. Fakat daha önceki stratejilerinde olduğu bu cenahı da kullanmak istemektedir. Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı uğruna herkesle işbirliği yapmaktan bile çekinmez, çekinmedi. Bu da yeterli olmayınca milletvekili seçimlerinde din ve İslam’a karşı büyük hakaretlerde bulunan HDP ve PKK’nın yanında bile yer aldı. Bu amacını açıkça deklare etti. Ve hükümete, AK Parti’ye çok çirkin yakıştırmalarda bulundu."

"ALTIN VURUŞU YAPAMADI"

"17-25 Aralık hadisesinde, ondan önce MİT TIR’ları olayında cemaatin amacı AK Parti hükümeti başta olmak üzere Recep Tayyip Erdoğan’ın devre dışı bırakmaktı. Açıkçası Gülen altın vuruş yapmak istedi. Planın bir diğer ayağında ise MİT, jandarma ve polisi karşı karşıya getirmek vardı. MİT TIR’ları olayında olduğu gibi. Gülen, böylece Türkiye’yi NATO’ya şikâyet edecek suçlu pozisyona düşürmek istiyordu. Olay tamamen NATO üyesi olan Türkiye’nin uluslararası bir suç işlediğini deşifre edip yayımlamak kendi başbakanı ve hükümetini uluslararası yargıya taşıyacak bir suçlu gibi göstermek isteme projesiydi. Gülen bunu çok yıllar önceden beri sürekli uygulayarak tatbik ederek bir yol olarak benimsedi."

"1995’TE AFOROZ ETTİ"

‘Fethullah Gülen’in karakutusu Nurettin Veren, 1995’te Gülen’in bizzat kaleme aldığı ‘Aforoz Mektubu’yla cemaatten uzaklaştırıldı. 1995’ten 2001 yılına kadar Pensilvanya’ya giderek Gülen ile iki kez yüz yüze görüştü. 2003’e kadar iç bünyede mücadelesini sürdürdü.

"AİLESİNDEN KOPARDILAR"

2001 yılında Amerika’daki Fethullah Gülen’in kendisini öldürme ve öldürtme planına karşı Türkiye’ye döndükten sonra pasif bir şekilde 2 yıl bekledi. Fethullah Gülen’in bu muhalefete tahammül edemeyip Nurettin Veren’i tamamen itibarsız ve etkisiz konuma düşürmek için ailesini ve çocuklarını elinden alıp çaresiz bir hale sokma projesi uyguladı. Gülen’in talimatıyla 33 yıllık eşi, 6 çocuğuyla birlikte evi terk ederek bir celsede boşandı.

Nurettin Veren, Fethullah Gülen’in talebe yurtları, okullar, üniversiteye hazırlık kursları, Zaman gazetesi, Samanyolu televizyonu, Şifa Hastaneleri, Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’nın kuruluşuna kadar masum görüntüsü verdiğini söyledi. Veren, Ankara Samanyolu Koleji’nin üst katındaki misafirhanede arkadaşlarına hitap eden Gülen’in, "Biz bu siyasilerden çok yararlanabiliriz. Hatta bunları yönlendirebiliriz. Ben bunların çok tehlikeli ve bizden daha üstün akıllı olduklarını zannediyordum. Hâlbuki bunlar çok saf, bize muhtaç ve zayıf insanlarmış" diyerek strateji değiştirdiğini ifade etti. İşte Veren’in açıklamaları:

"DEVLET ENDİŞELİYDİ"

"Askeri çevreler bizi milli güvelik kurullarında irtica ve terör ile zikretmeye başlamıştı. Devletin endişesi büyüktü. Çünkü olayın önünde görülmeyen bir Fethullah Gülen vardı. ‘Cebrail parti kursa bile biz partisini görmeyiz ve desteklemeyiz’ diyen ve şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçarız prensibini etrafındakilere ders veren Gülen nasıl oldu da dünyanın kurtlar sofrasındaki ajan borsasının ortasına oturdu. Buna nasıl karar verdi? Daha sonra ‘Ölülerinizi bile kaldırın oy verdirin’ diyecek kadar açık siyaset yapmaya başladı. Bununla da kalmayarak askeriyeyi, mülkiyeyi, adliyeyi, emniyetin kan damarlarına girip ele geçirin talimatını açıkça en yakınlarına emretti."

İLK TEMAS 1990’DA

"Siyasetle temasımız Turgut Özal ile oldu. 1990’da İzmir ve İstanbul’da 3 – 5 okulumuz olduğu dönemde Avustralya’daki bilim dünya olimpiyatlarında dünya birincilikleri çıkmıştı. Bunu Turgut Özal’a anlatmamız gerektiğini söyledim. Bunun üzerine Gülen de bana "Onlara ulaşmaya bizim gücümüz yetmez" dedi. Özal’a ulaşmayı başardık. 1992 yılında ilk kez cemaatin devletle olan ilişkisi bu vesileyle başladı."

ÇİLLER’DEN SONRA DEĞİŞTİ

Çiller’in samimi sevgisi ve saygısına karşılık Gülen, ikili oynayarak Çiller’e de hile yaptı. Tansu Çiller’i de görüşmeye ikna etmek için "Sayın Başbakanım Fatih Sultan Mehmet’in yanında nasıl Akşemsettin ile Molla Gürani’ler varsa sizin de manevi duayenlerinizin olması ve onlara dayanarak devletimize milli manevi çizgide doğru hizmetler yapabilirsiniz" dedim. O da bu fikri samimi bulup kabul etti. Bir güç zehirlenmesi yaşamaya başladı. Müthiş bir eksen kayması ve fikir değişikliğine sebep oldu. Bu bir başlangıçtı.

Kaynak: AKŞAM

DUYURU : TÜRK HACK TİMİ UYGUR TÜRKLERİ İÇİN ÇEŞİTLİ ÇİN SİTELERİ Nİ HACKLEDİ /// BASINDAN HABERLER

Türk Hackerlar Çin Devlet Sitelerini Çökertti
TÜRK HACKERLAR ÇİN DEVLET SİTELERİNİ ÇÖKERTTİ – Adana Haberleri – Milliyet Adana
Türk hackerlardan Çin’e büyük şok haberi – İhlas Haber Ajansı
Türk Hackerlar Çin Devlet Sitelerini Çökertti

TARİH : BİRİNCİ MECLİS’İN SOSYAL POLİTİKA GÜNDEMİ VE MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK HALKININ SOSYO-EKONOMİK DURUMU

Cumhuriyet-040

BİRİNCİ MECLİS’İN SOSYAL POLİTİKA GÜNDEMİ VE MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK HALKININ SOSYO-EKONOMİK DURUMU

Osmanlı Devleti’nin son dönemi iki büyük savaşı, Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarını göğüslemekle geçmişti. Dünya Savaşı yıllarında ülke abluka altında olduğundan özellikle şehirlerin ve Payitahtın iaşesi büyük bir organizasyonu gerektirmişti. İttihat ve Terakki Hükümeti bu işleri yönetmek üzere İaşe Nezareti adı altında yeni bir bakanlık kurmuştu. Livadan livaya izinsiz iaşe sevki yasaklanmış, gıda dağıtımı merkeziyetçi bir mantıkla yürütülür olmuştu. Zahire nakillerinde partizanlık ve suiistimaller yapılmış, vagon tahsisinde kayırmalar ve levazım teşkilatının çeşitli istismarları söz konusu olmuştu. Kötü idare yüzünden iaşe ambarlarda çürütülmüş, halk açlığa mahkum olmuştu.

Savaşlar, beşeri ve maddi altyapıyı büyük ölçüde yıpratmış, Kemalist önderlik her manada enkaz ile milli kurtuluşu gerçekleştirmek zorunda kalmıştır. Bunun yanı sıra, erkek nüfusun silah altına alınması, Doğu ve Batı Anadolu’nun muharebelerin kabul edildiği alanlar olması, işgal ordularının yarattığı tahribat ve müsadereler, her alanda üretim ve verimliliği daraltmış bulunmakta idi. Bu bağlamda gıda üretimi, bazı bölgelerde ciddi bir sorun oluşturmakta idi.

BİRİNCİ MECLİS’İN SOSYAL POLİTİKA GÜNDEMİ VE MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK HALKININ SOSYO-EKONOMİK DURUMU.pdf

TARİH : HOKAND MUHTARİYETİ

Turk_Dunyasi-040

HOKAND MUHTARİYETİ

Rusya’da Çarlık yönetiminin yıkılmasına yol açan 1917 Şubat İhtilali’nin Orta Asya’da milli, demokratik güçleri harekete geçirmesi sonucunda kurulan Hokand Muhtariyeti Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, özellikle Özbekistan’ın milli demokrasi tarihinin başlangıç dönemini teşkil etmesi açısından büyük öneme haizdir. Hokand Muhtariyeti Hükümeti iki ay gibi çok kısa bir süre yaşamasına rağmen, Rusya Türk halklarının Sovyetler Birliği’nin kurulması arifesinde gerçekleştirdiği milli otonomi hareketleri içinde modern devlet yapılanmasının temellerini ilk olarak atan siyasi hareket olarak ön plana çıktı. Bu başarısıyla Rusya Türk halklarının Çarlık rejiminin sömürge siyasetinde uzun yıllar ezilerek kendi kendini yönetme konusunda kaybettiği özgüveni tekrar kazanmasında önemli rol oynadı.

Türkistan’da düşünce ve eğitim alanında uyanışı sağlamayı amaçlayan cedit hareketinin siyasi alandaki tezahürü olan Hokand Muhtariyeti’nin tarihi konusundaki araştırmaları Özbekistan’da son yıllarda hız kazandı. Sovyet döneminde Özbekistan’da bu konu ile ilgili araştırmalar ideolojik kısıtlamalara maruz kaldı. Bu sebeple Özbekistan’da Hokand Muhtariyeti ile ilgili objektif ve bilimsel çalışmalar ancak Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve ülkenin bağımsızlığına kavuşmasından sonra mümkün oldu. Genç Özbekistan Cumhuriyeti’nde halkta ulusal devlet bilincinin oluşturulması için önemli tarihsel olaylardan biri olan Hokand Muhtariyeti konusunda arşivlerdeki belge ve kaynaklara dayalı olarak yapılan yeni çalışmalar, konuyla ilgili bilimsel çalışmaların derinleştirilmesine imkan sağlamaktadır.

Çarlık Rusyasının Türkistan Genel Valiliğinde yaşayan halkın muhtar bir yönetime sahip olmak maksadıyla siyasi çalışmalara girişmesini 1917 Şubat ihtilali tetikledi. Rusya vatandaşlarına kardeşlik, eşitlik ve hürriyet vaadinde bulunarak gerçekleştirilen ihtilal, Çarlık rejimi baskısı altında ezilen bütün gayri Rus halklar gibi Türkistan Genel Valiliği’nin ahalisi tarafından da sevinç ve heyecanla karşılandı. Çünkü halkta Çarlık rejiminin yıkılmasıyla sorunların çözüleceği inancı hakimdi. Özellikle aydınlar, Çar’ın yerine iktidarı ele alacak olan Rus devrimci demokratların Müslümanlara karşı yapılan haksızlıkların son bulacağına ve gayri Rus halklara birlikte Müslümanlara kendi kendilerini idare hakkı verileceğine ve her şeyden önemlisi Orta Asya’ya yapılan Rus göçünü durduracağına inanıyorlardı.

Abdülvahap KARA

Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

TARİH : MEŞRUTİYET’TEN BERİ KONUŞULANLAR AYNI SEÇİMLER AYNI PART İ PROGRAMLARI AYNI

Kemal_Cicek29

MEŞRUTİYET’TEN BERİ KONUŞULANLAR AYNI SEÇİMLER AYNI PARTİ PROGRAMLARI AYNI

Bugünlerde siyasi ortam çok hareketli ve gergin. Seçimler sona erdi ama yeni bir seçim ihtimali konuşuluyor. Muhalefet Meclis’te çoğunluğu ele geçirdi ama bir araya gelip iktidar olamıyor. Muhalefet kendi muhalefetini doğuruyor. Meşrutiyet’ten beri değişen bir şey yok. Hâlâ İslamlaşmak, çağdaşlaşmak, yeni anayasa, bölücülük ve demokratikleşmeyi konuşuyoruz. Tarihi tecrübelerimiz ise bize 100 yıl önce de farklı olmadığımızı söylüyor.

Biz tarihçilere seçim sonrasında yaşananlar hiç de olağan dışı görünmüyor. Hatta II. Meşrutiyet’in ilanı ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi sonrasındaki dönemi hatırlatıyor. Said Halim Paşa’nın “Buhranlarımız” adlı eserinde o döneme dair anlattıkları, tarihin gerçekten tekerrür ettiğini düşündürüyor.

Said Halim Paşa kimdir?

Said Halim Paşa Kahire’de doğmuştur. Mısır’ı Osmanlı Devleti’nin elinden alan Kavalalı Mehmet Paşa’nın torunudur. Sultan II. Abdülhamid döneminde önemli devlet görevlerinde bulunmuş, en son olarak da Rumeli Beylerbeyi olmuştur. Ancak sultana muhalif olmasından dolayı bir ihbar üzerine evinde zararlı yayın ve silah araması yapılmasına kızarak Mısır’a dönmüştür. 1908 yılında Meşrutiyet ilan edilince İstanbul’a dönmüş, 1913-1916 yılları arasında sadrazamlık yani başbakanlık yapmıştır.

Yaşananlar büyük benzerlik gösteriyor

Said Halim Paşa İstanbul’a gelmesinden sonra yaşadıklarını ve döneme dair izlenimlerini “Buhranlarımız” adlı eserinde topladı. Bu eserinde anlattıkları yaşadığımız günlerin Sultan Abdülhamid’in tahtan indirilmesi sonrasında yaşananlarla çok büyük benzerlikler olduğunu göstermektedir: Abdülhamid, diktatörleştiği iddiasıyla muhalifleri tarafından devrilmiş, halk bunu “hürriyet geldi” diyerek günlerce coşkuyla kutlamıştır. Bütün muhalifler mutludur. Çok sayıda siyasi parti kurulmuştur. Çok sayıda gazete, dergi ve kitap basılmaya başlamıştır. Herkes özgürce istediğini söylemektedir.

İki partili ama çok sesli bir muhalefet

Meşrutiyet gelince muhalifler Osmanlı tebaasına parlak bir gelecek, çağdaşlaşma, birlik ve beraberlik vadettiler. Unutulmuş ve yıllarca baskı altına alınmış milletin iktidar olacağını, kendi geleceğini tayin edeceğini söylediler. II. Abdülhamid’in mutlak hâkimiyetine son vermek umuduyla seçime gittiler. İki büyük parti seçime girdi. Ahrar Fırkası ve İttihat ve Terakki Cemiyeti. Ahrar Partisi (Özgürlükler Partisi) yerel yönetimlere daha fazla güç verilmesini, merkezi yönetimin sınırlanmasını ve azınlıklara özerklik verilmesini savunuyordu. İttihatçılar ise güçlü bir merkezi devletten yanaydılar. En büyük idealleri Osmanlıcılık altında bütün Osmanlı unsurlarını tekrar bir kimlik altında toplamaktı.

Seçim sonuçları kaos getirdi

1908 yılında seçimler yapıldı. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı açıldı. İttihat ve Terakki çoğunluğu sağladı ama iktidar olacak ne gücü ne tecrübesi vardı. Çünkü İttihat ve Terakki yaklaşık 60 vekile sahipti. Meclis’in geri kalanında fikir ve ülkü birliği yoktu. Parti sayısı iki idi ama fikir ve grup sayısı çoktu. Meclis aritmetiğinde 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 2 Ulah ve 1 Asuri vekil bulunmaktaydı. Bu Meclis’ten bir Osmanlı milleti çıkmayacağı açıktı.

Padişahın vesayeti bitti ama…

Meclis açılıp, anayasa yürürlüğe girince tatlı ümitler ve güzel hayaller uçup gitti. Said Halim Paşa’ya göre istibdat rejimi gitti ama usuller, adetler, sınıflar ve sosyal tabakalar ortadan kalkarak tam bir hercümerç meydana geldi… Milliyet mücadeleleri, ırk rekabetleri gitgide artarak Osmanlılar arasında bir ülkü birliği bırakmadı. Dünkü casus ve rüşvetçiler başımıza hürriyetçi, müceddit (yenilikçi) ve vatanperver, aciz ve rüşvet yiyici memurlar ateşli politikacı kesildi. Bütün memleketin üzerinde bir cinnet rüzgârı esiyordu.

Meclis’te kavgalar eksik olmadı

Said Halim Paşa’ya göre Meşrutiyet döneminde ülkede bir sürü siyasi parti kuruldu. Bu durum demokrasinin gelişme alameti olarak alkışlandı. Hatta partilerin Meclis’te birbirlerine karşı takındıkları düşmanca tutum ve oturumlar esnasında çıkan kavgalar bile “meşrutiyetin şeref ve haysiyetini yükselttiğine inanıldığı” için yadırganmadı. Kimileri vatana hizmet için farklı vasıtalar önermenin illa ayrılık ve düşmanlık sebebi olmadığını savunuyordu. Ancak Said Halim Paşa’nın da dediği gibi kavgalar memleketin selameti için değil daha çok bölücülük adına yapılıyordu.

Azınlık vekilleri Meclis’i esir aldı

II. Meşrutiyet sonrasındaki seçimlerle oluşan Meclis’te durum hiç de normal değildi. Çoğunluk, azınlık oyuncağı olmuştu. Osmanlı kimliği altında toplanma idealine inanan gayri Türk neredeyse yoktu. Osmanlı toplumunu oluşturan millet ve ırklar çoktan bazı yabancı devletlerin güdümüne girmişti. Said Halim Paşa’ya göre Osmanlı nizamında ecnebilerin Osmanlı ülkesini içinden parçalayabilecek tahriklerine engel olabilecek bir mani yoktu. Azınlık gruplarının her birinin dışarıda bir hamisi vardı.

Anayasa yetersiz sesleri

İttihatçılar Sultan Abdülhamid’den kurtulunca ve Kanun-u Esasi yani anayasayı yürürlüğe koyunca işlerin düzelmediğini gördüler. Çoğu fikir ve devlet adamına göre anayasa memleketin siyasi durumu, ruh hali, inanç ve gelenekleri ile bağdaşmıyordu. Batı anayasalarının kötü bir taklidi idi. Hatta Osmanlı milli birliği için ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Millete siyasi hak ve özgürlükleri geri verilince yeni anayasa yapılması gerektiği dillendirildi. Ama pek bir şey yapılamadı.

Bir diktatör gider diğeri gelir

Meşrutiyet ilan edilince sultanın yetkilerinin kısıtlanacağı, halkın egemen olacağı zannedildi. Ama gelişmeler aksi yönde oldu. Said Halim Paşa’nın ifadesiyle anlaşıldı ki: “Bir müstebidi zorla tahtından indirmekle bir millet hürriyetine kavuşmuş olmaz. Asıl lüzumlu olan şey, istibdadın tekrar geri gelmemesini temin etmektir. Zulüm ve yolsuzluk tohumları yaşar ve istibdadın baskısı millete karşı koymaya sevk edecek yerde korkutursa, millet cesaretsizlik ve itaat gösterirse, zulüm ve yolsuzluklar yeniden baş gösterir.”

Mehmet Akif’in dilinden II. Meşrutiyet dönemi

Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı, pazar

Naradan çalkanıyor, öyle ya… Hürriyet var!

Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş…

Doğru: Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.

Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;

Kafalar tütsülü hülya ile, gözler kızgın;

Sanki zincirdekiler hep boşanır zincirden,

Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!

Zurnalar şehr ahalisini takmış peşine;

Yedisinden tutarak ta dayanın yetmişine!

Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli,

En ağır başlısının bir zili eksik, belli!

Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.

Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!

Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak

– Yaşasın

– Kim yaşasın?

– Ömrü olan.

Şak! Şak! Şak!

II. Meşrutiyet’in ardından bölündüler

Meşrutiyeti ilan ettirmek isteyen muhaliflerin yegane hedefi Sultan Abdülhamid’di. Onu tahtan indirince ülkeye özgürlük, birlik ve beraberlik geleceğini iddia ettiler ama ilk seçimden sonra muhalifler bir türlü anlaşamadılar. İttihatçılardan ayrılanlar başka partiler kurdu.

Demokrasi özlemi neden hiç bitmiyor?

Bu hafta, II. Meşrutiyet dönemini devrin başbakanlarından Said Halim Paşa’nın gözünden okumaya çalıştık. Ona göre Batı düşünce tarzı ile doğu düşünce ve ruhu arasındaki ortak noktalar azdır. Bu yüzden taklitçiliği bırakıp toplum yapımıza uygun kanunlar yapmalıyız.

Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK

TARİH /// KORAY KAMACI : İstanbul’un Tılsımlı Sütunları

Koray Kamacı

istanbultimes

Eski İstanbul’da antik törenlerden kalan alışkanlarla yaşatılmaya çalışılan çoktanrılı din kalıntıları şehrin yedi tepesine dikilen tılsımlı taşlarla görünür kılınmıştır.

Bu türden tılsımlar efsanelerde yer alarak çoktanrılı dinlerin iktidarını görünür kılan bir sembol işlevi görmektedirler. Türk geleneğinde, bu tılsımlar daha önceki metinlerde olduğu gibi caydırıcı, kutsal ya da simgesel değil ‘’ üretme’’ amaçlıdır; şehirde yaşayan bir kesim halkın ve özellikle de ruhban sınıfının geçimini sağlamaya hizmet eden nesnelere dönüştürülmüştür.

Evliya Çelebi ise bu sütunlardan bahsetmektedir. Özellikle: ‘’Şiddetli soğuklarda kırk gün türlü türlü balık, deniz dalgası olmadan tılsımların etkisi ile kıyıya vurur. Böylece İstanbul halkı bolluğa kavuşurmuş. Daha sonra bu tılsımlar Hz. Muhammed’in doğduğu gece meydana gelen büyük depremde yıkılmıştır. Yıkılan bu sütunları Sarayburnu’ndaki Selimiye Köşkü’nden, Sinan Paşa Kasrı’na kadar ki deniz kıyısında kaldırım taşı gibi döşemişlerdir. Sütunlar yıkılarak birçoğu denize düşmüşlerdir. Ama tılsımlı olan heykelleri tesirini yitirmemiş. Bu tılsımların etkisi ile her yıl bin tür balık kıyıya çıkar. İstanbullular bu balıkları avlarlarmış. İstanbul Kalesi’ni çevreleyen 24 millik denizin her bir milinde bir tılsım bulunuyormuş.’’ Diyerek Sütunlar hakkında bilgi vermektedir.

Yağfur’un Avratpazarı’nda Yaptığı Tılsımlı Sütun

Tılsımlar yapmakta hünerli üstat Yağfur, Avratpazarı denilen yerde bin parça beyaz ham mermerden yüksek bir sütun inşa etmiş. Yağfur bu sütunun dört tarafına İstanbul’un efsanevi kurucusu Madyanoğlu Yanko’nun askerlerinin resmini çizmiştir. Bu resimlere bakanlar askerlerin canlı olduğunu zannederlermiş. Yağfur sütunun en tepesinde bulunan tek parça beyaz mermerin üzerine ise dünyalar güzeli bir Peri heykeli yapmıştır. Bu Peri yılda bir kez, çığlık attığında yeryüzünde ne kadar kuş varsa o heykelin etrafında döner ve binlercesi de yere düşermiş. Yere düşen bu kuşları İstanbul halkı alıp yermiş.

Daha sonra Konstantin zamanında bu sütunun üzerine ruhbanlar çıkar ve etrafı gözetlerlermiş. İstanbul’a düşmanlar saldıracak olursa ruhbanlar bu sütunda bulunan çanları çalar, böylece bütün askerler savaşa hazırlanırlarmış.

Hz. Muhammed doğduğu gece büyük bir deprem olmuş. Bu sütunun tepesindeki Peri heykeli ve üzerinde bulunan bütün çanlar yere düşüp parçalanmış. Ama bu sütun tılsımlı olduğu için yıkılmamış. Bu sütunu İstanbul’a gelenler büyük bir zevk ve hayranlıkla seyrederlermiş.

Ayasofya’nın Güneyindeki Tılsımlı Sütunlar

Ayasofya’nın güneyinde dört adet beyaz mermerden yüksek sütunların üzerine Cebrail, İsrafil, Mikail ve Azrail adlı meleklerin heykelleri yapılmış. Bu heykellerin biri doğuya, biri batıya, biri kuzeye, biri de güneye bakarmış. Yılda bir kere Cebrail sureti kanat açıp haykırırsa doğu tarafında bolluk ve bereket olacağına inanılırmış. Mikail haykırırsa kuzey tarafında bir isyancının çıkacağına inanılır. Azrail haykırırsa bütün dünyada veba olacağından korkulurmuş. Bu suretler Hz. Muhammed dünyaya geldiğinde yıkılmıştır. O dönemde bu tılsımlı mermer sütunlar, direkler Ayasofya Çukurçeşmeleri yakınında görülmekteymiş.

Çatladıkapı’daki Tılsımlı Sütun

Çatladıkapı’da o dönemde bulunan İmparator Sarayı’nın yanında, tılsımlı dört köşeli bir sütun varmış. Bu tılsımlı sütun üzerine bir dev heykeli yapılmış. Ne zaman Akdeniz tarafından düşman gemileri İstanbul’a saldırmaya kalksa tunçtan yapılmış bu dev heykelinden ateşler çıkıp bütün gemileri yakar ve böylece İstanbul tehlikeden kurtulurmuş.

Surende’nin Atmeydanı’nda (Sultanahmed Meydanı) Yaptığı Tılsımlı Sütun

Atmeydanı’nda Kral Pozantin zamanında ‘’Surende’’ adlı filozof İstanbul’daki yılan, çıyan ve akrep gibi zehirli hayvanların yok olması için tunçtan üç başlı bir Ejderha heykeli yapmıştır. Bundan dolayı İstanbul şehri içinde asla zehirli ve ürkütücü hayvanlar yaşayamazmış. Bu tılsımlı sütun, yüksekliği 10 arşın olan burma bir Ejder heykeliymiş. Sütunun 10 arşınlık diğer kısmı ise, Sultanahmed Camii yapıldığında toprak içinde kalmıştır.

Hatta II. Selim bu sütunun önünden at üzerinde geçerken elindeki topuzla bu Ejder heykeline vurunca Ejderin batı tarafına bakan başının alt çenesi kırılmış. Bunun üzerine halk ‘’Bu Ejder kırıldıktan sonra İstanbul’un batı tarafında yılanlar ortaya çıktı. O tarihten beri yılanlar İstanbul içinde yayıldı’’ demişler. Eğer Ejderin diğer başına bir zarar gelirse İstanbul’u yılanlar ve çıyanlar saracağına inanılırmış.

FRANSA DOSYASI /// ALİ RIZA TAŞDELEN : Fransız derin devleti

Ali Rıza Taşdelen

İstihbarat “savaş”larının yaşandığı bugünlerde Maxime Chaix “Fransız Derin Devleti” başlıklı bir yazı kaleme almış (www.maximechaix.info ). Savaş kelimesini tırnak içine aldım; çünkü bu bir savaşmıdır yoksa bu istihbarat örgütlerinin elele kolkola birlikte yürüttükleri istihbarat operasyonları mıdır? Anlayan beri gelsin.

Chaix, Amerika Ulusal Güvenlik Örgütü (NSA), Fransaz Dış İstihbarat Birimi (DGCE) ve İngiltere’nin ünlü İstihbarat ajansı GCHQ’nün aralarındaki ilişki ve işbirliğini ortaya koyuyor. Bunlara Almanya Dış İstihbarat Servisi BND’yi de eklemek gerekir. Bu örgütler ABD “Derin Devleti”nin şemsiyesi altında içiçe geçmiş kurumlardır diyor. Bolca Peter Dale Scott’un “ABD Derin Devleti” adlı kitabından alıntılar yapmış.

Scott’tan “Derin Devlet” kelimesinin nasıl ortaya çıktığını da öğrenmiş oluyoruz. Aynen şöyle diyor: “Etat Profond” terimi 1996’da Türkiye’de doğdu”, Scott burada bir parentez açarak “gizli devlet veya derin devlet” terimlerini Türkçe yazıyor ve ne olduğunu izah ediyor: “Devletten daha güçlü, yabancı güçlere dayanan ve Anayasal olmayan bir iktidar”. Ve bu yabancı gücün de ABD olduğunu ifade ediyor.

Türkiye kamuoyunun yakından bildiği; Kontrgerilla, SüperNATO veya bugünün moda deyimiyle Gladyo. ABD’nin NATO’ya üye ülkelerde gizli protokollerle oluşturulan ve ABD çıkarları için özel savaş yürüten bir örgüt. “Ordu, emniyet ve istihbarat örgütleri içinde yuvalanıyorlar” diye yazıyor Chaix.

ABD Fransa’da daha NATO kurulmadan önce 1947 yılında “Rose de Vent-Rüzgar Gülü” adıyla örgütleniyor. 1949’da da NATO kuruluyor. NATO’nun kuruluşunda Fransızlar önemli roller üstleniyorlar. Fransa NATO’ya Sosyalist Partili Cumhurbaşkanı Vincent Auriol ve Başbakan Paul Ramadier’ye döneminde giriyor. Gladyoyu da beraber kotarıyorlar.

Şimdi ne oldu da Fransa’da bu derin devlet hikayeleri gündeme geldi?

Bilindiği gibi ABD’nin NSA vasıtasıyla Fransa’nın son üç cumhurbaşkanını dinlediği ortaya çıktı. Sonra da Fransa’nın 2008 yılında kurduğu fiber optik kablolarla ABD, Rusya ve Ortadoğu ülkelerinin de aralarında bulunduğu 40 ülkeyi dinlediği.

Aynı şeyi 2013’de de yaşamıştık. Le Monde gazetesi, DGSE’nin NSA yöntemiyle Fransa’daki ve Fransa ile yurtdışı arasındaki tüm bilgisayar ve telefon iletişimlerini ; yani, elektronik postalar, telefon üzerinde kısa mesajlaşmalar, telefon görüşmeleri, facebook ve twitter hesapları dahil Fransız halkının bütün elektronik faaliyetleri kayıt altına alındığını ve Fransız istihbaratının, yasalarına aykırı topladığı bu verileri güvenlik kurumlarıyla ve diğer istihbarat örgütleriyle paylaştığını yazmıştı. (Aydınlık, 8 Temmuz 2013)

Bu dinleme velvelesinin koptuğu hafta, Fransa yeni bir istihbarat yasasını Meclis’te onayladı. İşin özeti şu: Fransız istihbarat örgütünün daha önce yasadışı olarak yaptığı faaliyetleri yasalaştırıldı. İstihbarat örgütü öyle yetkilerle donatıldı ki ne hukuk kaldı ne insan hakları ve ne de iletişim özgürlü. İnternet ağına yerleştirecekleri “Kara kutu- boîtes noires” ile kim ne zaman internete girdi, hangi siteye baktı, kiminle görüştü, arama motorlarında en çok hangi kelimeyi kullandı hepsi kayıt altına alınacak. Kimseden izin almadan telefon ve ortam dinlemesi yapmak, “şüphelilerin” evine, ofisine gizli kameralar yerleştirmek, Gps ile araçları takip altına almak…

Gerekçe ne biliyor musunuz? “terörizmi karşı mücadele”. Yani anti-terörist yasa da diyebiliriz. Maxime Chaix yazısında “ABD, İngiltere ve Fransa’nın askeri istihbaratı Suriye’de ‘ılımlı’ dedikleri isyancıları destekleyip eğittiler” diyerek bu köşede bir kaç kez verdiğim örneği veriyor: Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius 2012’de “bu çocuklar iyi iş çıkarıyorlar” diyerek El Nusra militanlarını desteklemedi mi diye soruyor. Terörü destekleyip Avrupa kapısına kadar getireceksin sonra da “terörle mücadele” adı altında kişisel özgürlükleri hiçe sayarak yasa çıkarıp ülkeyi bir “polis devleti”ne çevireceksin.

Tabii işleri kolay değil. Sosyal Demokrat Hollande’ın milletvekilleriyle Neoliberal Sarkozy’nin milletvekilleri işbirliği yaparak Meclis’ten yasayı geçirdiler ama halkın ve birçok sivil toplum örgütünün büyük tepkisi oldu. Öyle ki Adalet Bakanı Christiane Taubira bile “hükümette olmasaydım bu yasaya karşı çıkardım” diye açıklamada bulundu. En önemlisi bir Anayasa Mahkemesi var. Onun kararı olmadan yasa yürürlüğe giremeyecek. Çıkan yasan, Fransız Anayasasına o kadar aykırı ki Cumhurbaşkanı Hollande da bunun farkında. Yasayı canı gönülden desteklemekle birlikte Anayasa Mahkemesi’ne götürme kararı aldı.

Derin devletle başlamıştık onunla bitirelim. Chaix yazısında, Fransa’nın çıtkardığı bu yasanın DGSE’nin NSA ile içiçe olmasından dolayı ABD’ye hizmet edeceğini ve bu yasanın çıkarılmasında Fransız derin devletinin etkisinin olduğunu ifade ediyor.

FETULLAHÇI POLİSLER DOSYASI : Tutuklu polis müdürü avukatından mahkemede tarihe geçecek soru

Tutuklu polis müdürü Mustafa Arık’ın avukatı Turgay Balaban, usulsüz dinleme iddiası operasyonu davasında, mahkeme heyetinden ilginç talepte bulundu.

Balaban, polislere yönelik operasyonun siyasi baskı sonucu algı amaçlı yapıldığını belirterek, devlet kurumları ve yargının öyle bir hale getirildiğini, bu nedenle müvekkilinin tahliyesi için kime başvuracaklarını bilemediklerini kaydetti. Balaban, şimdi tahliyeyi AKP il başkanından mı yoksa millet adına karar veren mahkemeden mi? talep edeceklerini şaşırdıklarını vurguladı.

Eskişehir’de usulsüz dinleme operasyonu kapsamında gözaltına alınan aralarında müdür, müdür yardımcısı, amir, başkomiserin yer aldığı 26 polisin yargılanmasının 5. gününde duruşmada ilginç gelişmeler yaşandı. Tutuklu eski İstihbarat Müdürü Mustafa Arık’ın avukatı Turgay Balaban, savunmasında Türkiye’de istihbarat mevzunun bilinmediğini anlattı. “Emniyet Genel Müdürlüğündeki savunmada gördük ki, İçişleri Bakanlığının Müsteşarı bile dinleme mevzuatını bilmiyor.” dedi. Mahkeme başkanı devreye girerek, “Doğru gerçekten bilinmiyor ve bilmiyoruz.” dedi.

“Dönemin Başbakanı ya da paralel demeye de korkar oldum. Bir algı oluşturuldu.” diyen Av. Balaban, “2010’da Devlet Denetleme Kurulu bu kanunu incelediğinde bu yasanın polise bir beden büyük olduğu kanısı ortaya çıktı. Buna rağmen müvekkillerim hiçbir şekilde yasanın dışında bir dinleme yapmamıştır. Bu kanuna göre dinlenemeyecek insan yok.” dedi.

‘17/25 ARALIĞI ÖRTMEK İÇİN ADINI HALA KOYAMADIKLARI ÖRGÜT TÜRETTİLER’

Müvekkilinin örgüt lideri kapsamında iddianamenin kabulü ile tutuklandığını hatırlatan Balaban, “Örgüt deniyor ama bir türlü ismi, yapısı, amacı ortaya konulmuyor. Bu örgüt nedir, söyleyin adını koyun bilelim.” dedi. Balaban, şöyle dedi: “Eğer paralel yapı diyecekseniz bu söylemi kabul etmiyoruz. Siyasi bir söylemin hukukta karşılığı olamaz. Örgüt hiyerarşisi olarak ortaya konulan husus, zaten hiyerarşik bir yapı olan emniyet teşkilatının emir komuta ilişkisidir. Örgütün üyeleri de şubede çalışan diğer polisler gösterilse de bu çalışanları müdür kendisi değil, devlet atıyor. Örgütün amacının ise maddi çıkar sağlamaya yönelik olması lazımken bu örgüt ne hikmetse toplumun huzurlu bir şekilde yaşaması ve devletin bekasını amaç edinmiş.”

İsmi hukuken hala konulamayan sözde örgütün 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonucu ortaya atıldığını vurgulayan Balaban, “Yahu örgütle alakalı kanaatten öte ortaya somut deliller koyun, tarafsız ve adil olun, insanlara çifte standart uygulamayın.” dedi.

‘HER ŞEYİ DEŞİFRE EDERSEM BARANSU GİBİ TUTUKLANIRIM’

“Ben burada her şeyi deşifre edemem, edersem de Mehmet Baransu gibi buradan çıkışta tutuklanırım.” diyen Av. Balaban, “Bu insanlar birileri eğer takip edilmesi gerekiyorsa elbette takip edecek. Polis suçluları takip etmezse, suçla, suçluyla, terörle nasıl mücadele edilecek. Şikayetçi olanların büyük bölümü zaten mahkemenizce önceden yargılanan şahıslar, müvekkilim kendisine verilen yetki ve yasalar çerçevesinde mahkeme kararıyla dinleme yapmıştır.” diye konuştu

‘TAHLİYE İÇİN KİME BAŞVURACAĞIMIZI ŞAŞIRDIK’

Balaban, müvekkilinin serbest yargılanması gerektiğini kaydetti. Av. Balaban, “Sayın başkan, toplanmayan delil nedir merak ediyoruz. Üstelik müvekkilim meslekten ihraç edildi. Delilleri yok etme ihtimali yok. Adli kontrol uygularsanız kaçma şüphesi de kalmaz, tutuklama bu sebeplerle yapılır. Müvekkilim cezaevindeyken ailesini lojmandan çıkardılar. Üç çocuk babası, eşi çalışmıyor, ailesini geçindirmek zorunda, bu nedenle tutuklama tedbir olmaktan çıktı adeta zulme dönüştü.” şeklinde konuştu.

Polislere yönelik operasyonun siyasi baskı sonucu algı amaçlı yapıldığını kaydeden Balaban, devlet kurumları ve yargının öyle bir hale getirildiğini, müvekkilinin tahliyesi için kime başvuracaklarını bilemediklerini anlattı. Mahkeme heyetine soran Balaban, şimdi tahliyeyi AKP il başkanından mı yoksa millet adına karar veren mahkemeden mi? talep edeceklerini şaşırdıklarını belirtti.

‘MAĞDUR VE MÜŞTEKİ BAĞLANTILARI İÇİN LOG KAYITLARINI İSTİYORUZ’

Balaban, mağdur ya da müşteki konumundaki insanlar ile bağlantıların ortaya çıkması için bu kişilerin suç isnat edilen tarihlere ilişkin tüm telefon görüşme detayları ile İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan log kayıtlarının istenmesini talep etti. Balaban, “Kişiye özel bilgi notları İstihbarat Daire Başkanlığında vardır. Bu kayıtları istiyoruz. Dinlenen 116 kişinin telefon kayıtlarını, otel bilgi kayıtlarını, yurt dışı giriş çıkış kayıtlarını istiyoruz. Gerçekten irtibatı var mı yok mu o zaman anlaşılacak.” şeklinde konuştu.