Günlük arşivler: 21 Ağustos 2015

IRAK DOSYASI : Celal Talabani’nin Mektubu ve Irak’ta Siyasi Dengeler

Kısa bir süre önce Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin Irak’ta yaşanan güvenoylaması krizine ilişkin görüşleri bir mektupla dile getirilmişti. Bazı basın organlarında mektubun belli kısımları açığa çıkarılsa da tamamı yayınlanmamıştı. Mektubun tamamı çok kısa bir süre önce yayınlanmıştır. Mektup, Irak’ta yakın dönemde oluşan ittifaklara ve siyasal gelişmelere ışık tutması açısından son derece önemli bir belge niteliğindedir. Bu nedenle bu mektubun uzun bir özetiyle birlikte içinde geçen ifadelerin Irak’taki gelişmeler çerçevesinde değerlendirilmesi yapılmaya çalışılacaktır.

Mektup Talabani’ye yöneltilen eleştirilere toptan bir cevap niteliğinde olsa da kullanılan dil itibarıyla daha çok Irakiye’nin içindeki bazı liderler ile KDP liderliğine yazılmış olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Celal Talabani Metinde 4 ana husus üzerinde durmaktadır.

Talabani’nin mektubunda ilk ele aldığı konu Başbakan Nuri Maliki’den güvenoyunun çekilmesi hususudur. Başbakan’dan güvenoyunun çekilmesinin Erbil’deki danışma toplantısı sırasında gündeme getirildiğini, bu toplantı sırasında kendisinin tarafsız kaldığını ve toplantının sonucu olan bildiriyi imzalamadığını belirten Talabani, cumhurbaşkanı olması nedeniyle tarafsız kalmak zorunluluğunun altını çizmiştir. Ancak, güvenoylaması meselesini bir baskı ve gözdağı kartı olarak gördüğünü, eğer Maliki ve Ulusal İttifak’ın önceki anlaşmalara ve ilkelere uymayı reddetseydi o zaman Irak parlamentosunda güvenoyunu çekmesini talep edeceğini ileri sürmüştür. Mektupta, Erbil toplantısında tarafların aralarında reform, ortaklık ve iktidarın tekelleşmesi gibi konularda yeni talepler ileri sürmek üzere anlaştıklarını ancak diğerlerinin (dilinden anlaşıldığı kadarıyla KDP ve Irakiye’yi asıl olarak kasediyor)Ulusal İttifak’ın ve başbakanın resmi olarak önceki anlaşmaları uygulamaya hazır olduklarını söylemelerine rağmen reform talebini güven oylamasına çevirdiğini iddia edilmektedir. Bu noktada Talabani kendisinin güven oylamasından ziyade ciddi bir diyalogdan yana tavır koyduğunu fakat Irakiye Listesi’nin gündemi Roj Nuri Şaviz tarafından belirlenen hazırlık komitesinin toplantılarını boykot ederek sadece güven oylamasını gündemde tutmaya çalıştığı için eleştiri getirmektedir.

Talabani mektubunda Dukan Toplantısı’nda eğer 164 imza toplanırsa bunu uygulamaya konulacağına dair söz vermesine rağmen imzaları uygulamaya koymadığı yolundaki eleştirilere ise kendi tutumunun baştan beri değişmediğini söyleyerek yanıt vermektedir. Talabani Dukan Toplantısı’nda muhataplarına ve öncesinde Mesut ve Neçirvan Barzani’ye güvenoyunun çekilmesi çağrısında bulunma yetkisini kullanmayacağını açıkça söylediğini, fakat bu konuda kendisine gelen talepleri diğer milletvekillerine göndereceğini söylediğini ve gönderdiğini belirtmektedir.

Talabani’nin mektubundaki ikinci önemli nokta Maliki hükümetinin düşürülmesine ilişkin güvenoyu yoklamasının yapılabilmesi için toplanılan imzaların sayısı ve niteliği hakkındadır. Kendisine yöneltilen 164 imza toplanmasına rağmen güven oylaması talebini uygulamaya koymadığı eleştirisinin yanlış ve haksız olduğunu ileri süren Talabani toplanılan imzalar hakkında şunları söylemektedir: Talabani’ye göre Azad Barvari tarafından kendisine teslim edilen belgede 160 milletvekilinin imzası bulunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı imzaların gerçekliğini incelemek için bir komite kurunca kendisine o metinde bulunan kendi imzalarının silinmesi için çok sayıda mesaj ve telefon gelmiştir. Milletvekillerinin talepleri doğrultusunda komitenin çalışmalarını yaptığını, bunun sonucunda 12 milletvekilinin imzasını çektiğini, 2’sinin dondurduğunu ve 1’sinin de doktor olduğunu bu nedenle herkes tarafından bilindiğini ve silinmesini istediğini açıklamıştır. Sonuçta Talabani kendisine sunulan belgede 145 doğru imza olduğunu, buna 11 tane KYB milletvekilinin imzasının eklenmesiyle güven oylaması isteyenlerin sayısının 156’da kaldığını belirtmiştir.

Talabani’nin altını çizdiği süreç ve rakamlar aslında Irak siyasetindeki dengelerin anlaşılması açısından önemlidir. Öncelikle Talabani, Kürt İttifakı, Irakiye ve Sadr Hareketi’nin kamuoyunu yanlış yönlendirdiğini, kendisini sunulan orijinal halinde dahi dilekçenin parlamentonun salt çoğunluğunun desteğini almadığını ileri sürmüştür. Ortada komite raporları olduğu ve Talabani bunları yayınlayabileceği için söylediklerine inanmak daha doğru görünmektedir. İmzalarını çeken, donduran veya sildiren toplam 15 milletvekilinin bu hareketlerinin nedeni Maliki’den çekinmeleri veya gerçekten kendilerinden habersiz bu eylemin yapılması olabilir. Nitekim, dilekçe açıklandığında isimlerini gören bazı milletvekilleri hemen kendilerinin bu imzadan haberi olmadığını ilan etmiştir. 145 milletvekilinin dilekçeyi imzalamış olması ise Irak siyaseti açısından son derece anlamlı görünmektedir. Bir kere, KYB’nin imzaları baştan atmamış olması Talabani’nin sürecin başarısız olmasını beklediğini ve istediği göstermektedir. Dilekçenin bir geçerliliği kalmamasının kesinleşmesiyle atılan imzalar Talabani’yi bir yandan Kürt İttifakı’nın bozulmadığını diğer yandan da sürecin başarısız olmasını herkese göstermeye çalıştığı anlamına gelmektedir. Oysa 11 KYB’linin imzası KDP’ye yakın kaynaklarda Talabani’den habersizce atılan gizli imzalar olarak gösterilmiştir. Özetle, Kürt partilerden KYB ve Gorran’ın sürece destek vermemesiyle dilekçede 36 imzanın Kürtlere ait olduğu görülebilir. Bunun yanısıra 40 imzanın Sadr Hareketi’ne ait olduğu bilinmektedir. Irakiye’den sadece 69 milletvekilinin dilekçeyi imzaladığı görülmektedir. Toplamda 85 milletvekili bulunan Irakiye Listesi’nin bu süreçte önemli bir fire verdiği görülmektedir.

Talabani’nin mektubundaki üçüncü önemli konu diğer konular başlığı altında verilmiştir. Bu konulardan birincisi KYB’nin Maliki’ye karşı yürütülen girişimin başarısız olmasını istediği yönündeki eleştirilerdir. Talabani, buna eğer başarısız olmasını isteseydik KYB milletvekilleri dilekçeyi imzalamazdı, diyerek yanıt vermiştir. (İmzaların zamanlaması dikkate alındığında Talabani’nin yanıtı pek inandırıcı görünmemektedir.) İkinci eleştiri Irakiye liderlerinin kendisini taraflı davranmakla suçlamasına karşılık vermektedir. Kendisine Adil Abdülmehdi ve Tarık Haşimi’yi tanık olarak gösteren Talabani asıl Maliki’nin kendisini İslami Parti’nin yandaşı gibi davranmakla suçladığını, ayrıca Baastan Arındırma sürecinde Salih Mutlak, Adnan Cenabi ve İskender Vitvit’in lehinde ağırlığını koymasının bu kişilerin milletvekili olmasında önemli bir rolü olduğunu söylemektedir. Bu kısımdaki son önemli konu ise kendisinin sürekli muhalefetin sözcüleri veya onlara yakın gazetelerde kışkırtılması, aşağılanması ve İran’dan aldığı emirleri uygulamakla itham edilmesi üzerinedir. Bu konuda gayet ikna edici yanıtlar verebilecek durumda olduğunu fakat şimdilik bunu yapmaktan geri durduğunu ileri süren Talabani kendisine bu konuda eleştiri yöneltenlere üstü kapalı bir tehdit gönderiyor gibi görünmektedir. Bölge ülkelerinin Iraklı siyasetçilerle ilişkisi dikkate alındığında Iraklı tüm politikacıların birbirlerine karşı kullanabilecekleri onlarca koz bulmaları zor değildir.

Mektubundaki dördüncü ve son nokta ise güvenoyunun çekilmesinin reddine ilişkindir. Talabani, Irak siyasetindeki dengelere ilişkin görüşlerini mektubun bu bölümünde açıkça sergilemektedir. Talabani öncelikle başbakanlık makamının Irak’taki Şii Arap çoğunluğa ait olduğunu, bunun da Ulusal İttifak tarafından temsil edildiğini söylemektedir. Bu nedenle onların talebi olmaksızın güvenoyunun çekilmesinin izin verilemez bir oldu olduğunu, eğer başbakanın değişmesi isteniyorsa Ulusal İttifak’ın başbakan adayını değiştirmeye ikna edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Bu bölümde ikinci olarak, Talabani’nin Sadr Hareketi’nin Şii milletvekillerinin ancak dörtte birini temsil ettiği, bu nedenle onların taleplerini Şiilerin çoğunluğunun talebi olarak görmeyeceğini belirtmiştir. Üçüncü olarak Şiilerin çoğunluğunu temsil eden Ulusal İttifak’ın Erbil metinleri olarak bilinen anlaşmaları uygulamaya hazır olduğunu halihazırda vurguladığının altı çizilmiştir. Son olarak ise Talabani, Irak Cumhurbaşkanı olarak tarafsız kalması gerektiğini, ulusal birliği sağlanmasından sorumlu olduğunu, bunun dışında hareket ederse görevinden istifa etmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Talabani’nin bu kısımdaki sözlerinden çıkartılabilecek en önemli sonuç ise KDP’nin Irakiye ve Sadr Hareketi’yle birlikte hareket etmesinin tersine Talabani’nin Maliki’nin ağır bastığı Şii İttifakı’yla işbirliği yapacağıdır. Bu argüman Talabani’nin yakın gelecekte de Maliki’yle ortak hareket edeceğini göstermektedir. Talabani’nin bu davranışın nedeni büyük bir olasılıkla iki nedene dayanmaktadır. Birinci neden, Talabani Irak’taki dengenin ancak Kürtler ile Şii Araplar arasında 2003’ten sonra oluşan işbirliğini sürmesi yoluyla sağlanabileceğine inanmaktadır. İkincisi ise KDP’nin gerek KBY’de gerekse Bağdat’ta güçlenmesine karşı son 40 yılda oynadığı gibi denge oyunları oynayarak KYB’nin sistemden silinmesine engel olmaya çalışmaktadır.

IRAK DOSYASI : Kofi Annan’ın Irak Ziyareti Işığında Irak’ın Suriye Tutumu

İç siyaset açısından sıkıntılı günler geçiren Irak, dış politika anlamından çok önemli bir yetkiliyi ağırladı. Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan, 10 Temmuz 2012 Salı günü Irak’ın başkenti Bağdat’a kısa süreli bir ziyaret gerçekleştirerek, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki ile görüştü. Annan, Bağdat ziyaretinden önce Suriye’de Devlet Başkanı Beşşar Esad’la görüşmüş, daha sonra İran’a geçerek bu ülkede Suriye meselesini konuşmuştu. Annan’ın yaptığı bölge ziyaretinin üçüncü ayağı da Irak oldu. Annan, Maliki ile yaptığı görüşmenin ardından kısa bir basın toplantısı düzenleyerek sorulara cevap verdi. Suriye’deki, özellikle kadın ve çocukları olumsuz etkileyen insanlık dramının sona erdirilmesi ve öldürmelere son verilmesi konusundaki isteğe verilen destekten dolayı Tahran ve Maliki’ye teşekkür eden Annan, her tarafın Suriye konusunda çözüm bulunması için acele edilmesi ve tarafların bir an önce masaya oturması konusunun önemini yineledi.

Annan’ın Irak’a yaptığı kısa ziyaret Irak’ın Suriye olaylarındaki rolü ve tutumunu yeniden gündeme getirdi. Öncelikle Annan’ın Irak ziyaretini Arap Birliği kapsamında değerlendirmek mümkündür. Bilindiği gibi 29 Mart 2012’de Bağdat’ta yapılan Arap Birliği zirvesiyle birlikte Arap Birliği’nin dönem başkanlığı Irak’a geçmiştir. Annan Birleşmiş Milletlerle birlikte Arap Birliği’nin de Suriye Özel Temsilcisi olarak görevini yürütmektedir. Bu nedenle Annan’ın Arap Birliği Dönem Başkanı olması nedeniyle Irak ziyaret ettiği söylenebilir. Ancak Annan’ın ziyaretinin daha önemli tarafı Irak’ın Suriye’nin sınır komşusu olmasıyla birlikte Suriye meselesinde İran’a yakın bir tutum sergileyerek taraf tutması ve bunun bölge politikası açısından önemli olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Zaten Annan’ın açıklamalarına dikkatle bakılacak olursa, Tahran ve Bağdat yönetimlerini ortak bir biçimde değerlendirmesi, Annan’ın olaylara bakışını açıklar nitelikte görünmektedir. Yani daha açık bir ifade ile Annan İran ve Irak yönetimlerinin ortak tavır sergilediklerini vurgulayan bir dille verdiği mesajları iletmiştir.

Zira temel politikaya da bakıldığından İran ve Irak’ın Suriye’ye yönelik tutumlarının örtüştüğü görülmektedir. Irak merkezi hükümeti yetkilileri sıklıkla Suriye’de olayların başladığı Mart 2011’den itibaren Beşşar Esad’a olan desteği açıkça ortaya koymuştur. Bununla birlikte uluslararası medyada ve Ortadoğu’daki bazı medya kuruluşları tarafından yayınlanan haberlerde Maliki yönetiminin Beşşar Esad’a destek vermek amacıyla sınır bölgelerindeki askeri kontrolü arttırdığı, hatta Suriyeli muhaliflerle savaşmaları için milis gönderdiği iddia edilmiştir. (Nisan 2012’de Irak’ta yaptığımız saha çalışmasında edindiğimiz bilgiler de bu iddiaların bazılarını doğrular nitelikte olmuştur.) Öte yandan İran’ın Beşşar Esad’a destek sağlamak için Irak üzerinden Suriye’ye yardım gönderdiği de söylenmektedir. Bu iddiaların gerçeklik payı tartışılabilir bir durumken, İran’ın Irak’taki etkisinin tartışma götürmez bir gerçek olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Özellikle İran’ın Şii gruplar üzerindeki etkisi ve iki taraf arasındaki yakınlık açık bir biçimde göze çarpmaktadır. Buna en iyi örneklerden biri Mart 2010’da Irak’ta yapılan seçimlerin ardından hükümet kurma sürecinde Şii grupların İran’da görüştükten sonra anlaşmaları ve Mukteda El-Sadr’ın Maliki’nin başbakanlığını kabul etmesi olarak gösterilebilir. Bu nedenle Annan’ın İran’ın Irak’ı yönlendirdiğini düşünerek ortak ifadeler kullanmış olabileceğini söylemek mümkündür. Bu Irak merkezi yönetimine İran’dan bağımsız hareket etmesi için verilen bir mesaj olarak da değerlendirilebilir. Irak iç politikasındaki krizle birlikte düşünüldüğünde başta İyad Allavi liderliğindeki Irakiye listesi olmak üzere Maliki’ye muhalif olanların aynı zamanda İran’ın Irak’taki politikalarına karşı çıkan taraflar olduğu da görülmektedir.

İran, Irak ve Suriye üçgeninde yaşanan gelişmelerin mezhebi boyuttan değerlendirilmesi durumunda da yukarıda söylenenler benzer bir durum ortaya çıkmaktadır. Beşşar Esad rejiminin Alevi vurgusuyla birlikte, Irak’taki yönetimsel ağırlığın Şiilerde olduğu düşünüldüğünde İran’ın politikası anlaşılabilir bir durumdur. Bununla birlikte, Maliki ve Beşşar Esad’a muhalif kesimlerin çoğunu Sünni gruplar oluşturmaktadır. Aynı zamanda Irak ve Suriye’deki Sünni Arap aşiretler arasında çok yakın düzeyde akrabalık ilişkileri bulunmaktadır. Bu doğrultuda mücadelenin yönü de ortaya çıkmaktadır.

Diğer taraftan Irak iç siyasetindeki Bölgesel Kürt Yönetimi ve merkezi hükümet arasındaki çekişme Suriye boyutuna da yansımıştır. Irak merkezi hükümetinin Beşşar Esad’a açık desteği karşısında Bölgesel Kürt Yönetimi, Suriye Kürtlerini örgütleyerek Beşşar Esad’ın devrilmesi amacına yönelik olarak bir araya getirmeye çalışmaktadır. Buradan hareketle Irak iç politikasında karşı karşıya gelen iki tarafın, Suriye konusunda da aynı durumda oldukları görülmektedir.

Yukarıda yazılanlar bir arada ele alındığında Ortadoğu’daki grift yapı meydana çıkmaktadır. Daha açık bir ifadeyle başta Suriye ve Irak gibi ülkeler olmak üzere Ortadoğu’daki devletlerin iç ve dış politikalarında karşılıklı bir bağımlılıktan söz etmek mümkündür. Yani devletlerin iç politikalarındaki gelişmeler dış politikalarını etkilerken, aynı şekilde dış politikaları da iç politikalarını etkileyebilmektedir. Bu açıdan devletlerin dış politikalarında yanlı politikalar izlemeleri ülke içerisinde istikrarsızlık da yaratabilmektedir. Bu nedenle Irak’ın Suriye konusunda tarafsız bir tutum izlemesi, Irak’ı iç politikada da rahatlatabilir. Aynı zamanda 2003 sonrası dönemde uluslararası politikaya entegre olmak isteyen Irak için tüm tarafların üzerinde mutabakata vardığı, şiddetin sona ermesi ve her kesimin silah bırakması ile siyasi bir çözümü öngören, Suriye için Annan Planına destek vermesi önemlidir.

SURİYE DOSYASI : Suriye’de Son Hedef Türkmenler

Suriye’de bir buçuk yıla yaklaşan isyan hareketi daha çok Sünni Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Hama, Humus, Dara, İdlib, Deyr ez Zor gibi vilayetlere yayılmıştır. Lazkiye vilayetinde ise ayaklanmanın ilk aylarında merkezde yaşanan bazı protesto gösterilerinden sonra nispeten olaysız bir dönem yaşanmıştı. Lazkiye vilayeti, rejimi kontrol eden Nusayri azınlığın en yoğun olarak yaşadığı vilayet olarak bilinmektedir. Bu doğru olmakla birlikte Lazkiye hakkında daha az bilinen gerçek neredeyse ülke genelindeki tüm toplumsal grupların bir arada yaşadığı vilayetlerden biri olduğudur. Lazkiye vilayetinin kırsalında, Nusayri Dağları olarak bilinen bölgede Nusayriler çoğunluk oluşturmaktadır. Bununla birlikte vilayet şehir merkezinde Sünni Araplar çoğunluktur ve buranın yerli halkıdır. Merkezde yaşayan Nusayriler ise kırsal kesimden göç etmiştir. Esad ailesinin memleketi olan Kırdaha da Lazkiye kırsalında yer almaktadır. Bunun dışında vilayet genelinde Türkmenler, Hıristiyanlar ve Kürtler yaşamaktadır.

Lazkiye vilayeti, Hatay’ın sınırında yer almasının yanı sıra Suriye Türkmenlerinin yoğun olarak yaşadığı vilayetlerden biri olması itibarıyla Türkiye açısından büyük öneme sahiptir. Vilayetin Türkiye sınırına yakın bölgelerinde çoğunlukla Bayır-Bucak Türkmenleri olarak da bilinen Lazkiye Türkmenleri yaşamaktadır. Bayır – Bucak Türkmenleri, Karamanoğlu Türkmenlerinden olup Osmanlı döneminde İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinden getirilip yerleştirilmiştir. Suriye’nin Akdeniz kıyılarında, başta Lazkiye şehir merkezindeki Ali Cemmel Haresi (Türkmen Mahallesi) olmak üzere Basit, Bayır, Kesap nahiye ve köylerinde yaşamaktadırlar. Bu köylerle iç içe şekilde Nusayri köyleri bulunmaktadır. Biraz daha iç kısımlarda Sünni Arap köyleri yer almaktadır.

Suriyeli Türkmenler esasında olaylar başladığı günden bu yana muhalefet içinde aktif bir şekilde yer almıştır. Suriye’de direnişin merkezine dönüşen Humus’un Babı Amr semtinde çoğunlukla Türkmenler yaşamaktadır. Bunun yanı sıra yine Humus’ta direnişin kaleleri olarak bilinen Hulle, Harbiye, Telkelah gibi yerleşim birimlerinde yoğun Türkmen nüfusu yer almaktadır. Aynı şekilde Halep vilayetinde birçok Türkmen yerleşim biriminde muhalif gösteriler olmaktadır. Halep merkezde Türkmenlerin oluşturduğu askeri ve sivil muhalif yapılar ortaya çıkmıştır. Ayrıca Suriye’den kaçarak İstanbul’a yerleşen Türkmenlerin kurduğu Suriye Türkmen Demokrasi Hareketi, Suriye Türkmen Kitlesi gibi muhalif siyasal oluşumlar da bulunmaktadır.

Sınır bölgesinde yaşayan Bayır-Bucak Türkmenleri de muhalif kampta yer almasına rağmen rejimin güçlü olduğu ve Nusayri çoğunluğun yaşadığı Lazkiye vilayetinde yaşıyor olmaları nedeniyle ayaklanma hareketine geniş katılım sağlamamıştır. Ancak buna rağmen bazı muhalif yapılar kurulmuştur. Lazkiye’de sadece Türkmenlerin oluşturduğu toplamda 300-400 Özgür Suriye Ordusu askerinden oluşan 3 farklı tugay ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra İstanbul’da faaliyet gösteren muhalif Türkmen siyasal hareketlerin Lazkiye’de temsilcileri bulunmaktadır. Dolayısıyla kısıtlı imkanlarla gizli şekilde yürütülen çabalar neticesinde hem siyasal hem de askeri muhalif Türkmen yapılar ortaya çıkmıştır. Sınırda Bayır – Bucak Türkmenlerinin yoğun olması nedeniyle Lazkiye vilayetinin Türkiye sınırında yakın bölgesi zamanla muhaliflerin etkili olduğu, muhalif askerlerin geçiş yapabildiği, Özgür Suriye Ordusu’nun üslendiği bölgelerden birine dönüşmüştür. Suriye ordusu yakın zaman önce bu bölgedeki geçişleri engellemek için Türkiye’ye de yayılan orman yangınları çıkartmış ve askeri operasyonlar düzenlemiştir.

İşte bu gergin ortam içinde 8 Temmuz 2012 tarihinde Lazkiye kentine bağlı İsabeğli ve Aylaklı köyleri yakınlarında, Suriye ordusu ile muhaliflerin karşılaşması ardından gruplar arasında silahlı mücadelenin başlaması geniş çaplı olayların fitilini ateşlemiştir. Bu çatışma sırasında Özgür Suriye Ordusu’na mensup Abdullah Emin ve Usame Ablak isimli iki Türkmen hayatını kaybetmiştir. Çatışmayı takiben ordu bölgede operasyonlara başlamış ve ülke genelinde olduğu gibi sivil yerleşim birimlerini topa tutmaya başlamıştır. İlk olarak 8 Temmuz 2012 tarihinde yoğun Türkmen nüfusunun bulunduğu Bayır mıntıkasına bağlı 7 ayrı Türkmen Köyü, helikopterlerden açılan ateşle vurulmuştur. Suriye’nin Bayır mıntıkasına bağlı, 3 binden fazla Türkmen vatandaşın yaşadığı Kulcuk, Çümeren, Sarraf, Kalaba, Kelev, Karaman, Yamazı ve Ayçabayır köylerine helikopterle ateş açılmış, Türkiye’ye yaşanacak olası sığınma taleplerinin önüne geçmek isteyen Suriye askerleri, Suriye’deki Kukcuk Köyü sınır hattındaki ormanları ateşe vermiştir.[1] Suriye Türkmen Kitlesi Başkanı Yusuf Molla’nın ifadeleriyle operasyonlar sırasında “helikopter ve uçaklar çatışmaların yaşandığı bölgeye rastgele ateş açmış, çatışmalar Türkiye sınırına dayanmıştır.”[2] 9 Temmuz tarihinde ise Suriye ordusu, Bayır–Bucak bölgesinde bulunan Ağcabayır köyünü füzeyle vurmuştur. Köyü boşaltmak zorunda kalan halk, Türkiye’den Türkmenler için bir kamp açmasını istemiştir.[3]

Operasyonlar nedeniyle 9-11 Temmuz 2012 tarihleri arasında Türkiye’ye yönelik yoğun bir Türkmen göç dalgası başlamıştır. İki gün içinde 600-700 arası Suriyeli Türkmen Türkiye’ye geçiş yapmıştır. Çok sayıda Türkmen de sınırın Suriye tarafında geçiş yapmak için beklemektedir. Bu sırada Suriye ordusunun Türkmen köylerine yönelik yoğun bombardımanları devam etmektedir. Bölgeden göç eden Türkmenler ile yapılan görüşmelerde, şu an itibarıyla Bayır–Bucak bölgesindeki Türkmen yerleşim birimlerinin “hayalet köylere döndüğü” bilgisi verilmektedir.[4]

Suriyeli Türkmenler en baştan itibaren muhalif hareketlerin içinde yer aldılar. Hatta Humus örneğindeki gibi direnişin en önde gelen unsurlarından oldular. Ancak dünya ve Türkiye kamuoyunda Sünni çoğunluk kapsamı içinde değerlendirildiler. Bu nedenle Suriye’nin bir gerçeği olan etnik ve mezhepsel tanımlamalar çerçevesinde; Hıristiyanlar, Dürziler, Kürtler gibi ayrı bir azınlık grubu olarak sayılmadılar. Ancak son Lazkiye operasyonu ile Bayır–Bucak Türkmenlerine yönelik saldırılar ve yoğun göç dalgası en azından Türkiye kamuoyunda Suriyeli Türkmenler konusunu gündeme taşımaktadır. Bu süreç muhalif Suriyeli Türkmen partilerin, Suriye Ulusal Konseyi içinde etkin bir grup olarak yer almalarına yol açacaktır. Bu noktada Konsey üzerinde etkili olan Türkiye’nin telkinleri etkili olacaktır. Konunun Türkiye açısından bir diğer önemli boyutu daha yoğun göç dalgalarına hazırlıklı olunmasıdır. Zira Bayır–Bucak Türkmenleri stratejik bir bölgede konumlanmıştır ve Nusayri azınlık ile iç içe yaşamaktadır. Dolayısıyla doğrudan şiddet ve baskıya maruz kalma riski söz konusudur.

DİPNOTLAR

[1] “Esed askerleri Türkmen köylerini vurdu, ormanları ateşe verdi”, Zaman, 8 Temmuz 2012.

[2] “Suriye’deki çatışmalarda 2 Türkmen öldü”, Anadolu Ajansı, 9 Temmuz 2012.

[3] “Esed güçleri Ağcabayır köyünü füze ile vurdu”, Zaman, 10 Temmuz 2012.

[4] Hatay’a sığınan Bayır – Bucak Türkmenleri ile yapılan görüşmeler, 11 Temmuz 2012.

AFRİKA DOSYASI /// TÜRKİYE AFRİKA’DA : EYLEM PLANININ UYGULANMASI VE DEĞERLENDİRME ON BEŞ YIL SONRA

TRKYE AFRKA’DA… EYLEM PLANININ UYGULANMASI VE DEERLENDRME ON BE YIL SONRA.pdf

MOSSAD DOSYASI /// YANDAŞ MEDYA : Mossad cinayetleri ve karanlık yüzü !

‘Armageddon’a Karşı Casuslar:İsrail’in Kutsal Savaşı’ adlı Mossad içerisinde Mossad olarak nitelenen Kidon adlı suikast timlerinin nasıl karanlık işler çevirdiğini anlatıyor

Batılı ülkelerde yayınlanan bir kitap Mossad içerisinde Mossad olarak nitelenen Kidon adlı suikast timlerinin nasıl karanlık işler çevirdiğini ve İranlı nükleer bilim adamlarına nasıl suikastlar yaptıklarını bütün ayrıntılarıyla anlatıyor.

Kitabın adı Armageddon’a Karşı Casuslar:İsrail’in Kutsal Savaşı. Yazarlar ise Dan Raviv ve Yossi Melman. Kitap baştan sona İsrail’in suikast timi Kidon’un ne tür taktik ve stratejilerle düşmanlarına karşı kirli bir savaşa girdiğini anlatıyor. İsrail’in karanlık yüzünü öğrenmek isteyenler, bu kitapta aradıklarını rahatlıkla bulacaklar.

Bilindiği gibi 2011 yılı ortaları ve 2012 yılının başları İran’ın barışçıl nükleer faaliyetlerini yürüten bilim adamlarının ard arda suikasta uğramasına tanık olmuştu. Peşpeşe öldürülen İranlı bilim adamlarının nasıl öldürüldüğü ise bir türlü aydınlatılamamış ancak bir süre sonra İranlı yetkililer yakalanan Mossad ajanlarının itiraflarını İran televizyonundan yayınlamıştı. İtirafların yayınlanmasından kısa bir süre sonra da Cemali Faşi adlı suikastçı da idam edilmişti.

Cemali Faşi, 15 Mayıs 2012’de İran yönetimi tarafından kendisine yöneltilen casusluk suçlamasının kanıtlanmasının ardından idam edildi. Faşi yayınlanan itiraflarında neler yatığını şöyle anlatıyordu: “Sabah erken uyandım ve eğitim aldığımız şekilde ardiyeye gittim. İçinde bomba bulunan kutuyu hazırladım. Motorsikleti evin dışına çıkardım ve daha önce kendileriyle iletişim kurduğum kişilerin bulunduğu yere gittim. Profesörün ikamet ettiği sokağa vardığımda sokak bomboştu. Kimseler yoktu. Motorsikleti kaldırımın üstüne koydum ve evin önüne park ettim. Bana görevin yerine getirildiğini, eşyalarımla bagajımdan kurtulmam gerektiğini söylediler.”

Faşi ayrıca İsrail’de nasıl eğitim gördüğünü ve parasal kaynağı nereden bulduğunu tek tek açıkladı. Yatığı açıklamaların tamamı kurulduğundan bugüne kadar uyuşturucu kaçakçılığından beyaz kadın ticaretine, bebek kaçırmadan organ kaçakçılığına varana kadar her türlü yasa dışı işlere imza atmış olan Mossad’ı ve onun suikast timi Kidon’u gösteriyordu.

Kaynak: Mossad cinayetleri ve karanlık yüzü! haberi günün haberleri oku Haber Yurdum http://www.haberyurdum.com/mossad-cinayetleri-ve-karanlik-yuzu-159499n/#ixzz20WdNzsiY

İSRAİL DOSYASI : İsrail, Suriye’de El Kibar’ı niçin ve nasıl vurmuştu ?

FİKRET ERTAN ZAMAN

İsrail’in Suriye’nin El Kibar denen mahalde nükleer reaktör bulunduğu söylenen gizli askerî tesisini 6 Eylül 2007 günü ani bir hava saldırısıyla imha etmesi konusu bugünlerde yeni yayımlanan bir kitapla da gündeme gelmiş bulunuyor.

Bu kitap İsrail istihbarat servisi MOSSAD’ı en iyi bilen yazarlar olduğu söylenen Yossi Melman ve Dan Raviv’in ‘Spies Against Armageddon-Inside İsrail’s Secret Wars (Mahşere Karşı Casuslar-İsrail’in Gizli Savaşlarının İçinde) adlı kitap.

Kitapla ilgili olarak basında çıkan haberlerden okuduğumuza göre saldırı kitapta geniş şekilde yer almış görünüyor. Şunlar söyleniyor bu konuda:

"… El Kibar’daki tesis binasının bombalanması fikri ilk defa Mart 2007’de ortaya atılmış. MOSSAD’ın eline binanın içinden çekilmiş ve burada nükleer faaliyetler yapıldığını ispatlayan fotoğraflar geçmiş. Fotoğrafları inceleyen İsrailli uzmanlar, nükleer reaktörün birkaç ay içinde faal hale gelebileceği kanaatine varmışlar.

Bunun üzerine MOSSAD şefi Meir Dagan hemen Washington’a uçmuş, elindeki ilgili dosyayı Amerikalı muhataplarına göstermiş. Dönemin Başbakanı Ehud Olmert de Haziran 2007’de Beyaz Saray’da Başkan Bush’a ‘George senden burasını bombalamanı istiyorum’ demiş. Bush ise Olmert’e birkaç hafta sonra diplomatik yolları denemek istediği cevabını vermiş. Olmert, bu cevaba ‘Stratejin benim için çok rahatsız edici’ şeklinde karşılık vermiş ve konuyu İsrail’in kendi başına çözmesi gerektiğini anlamış.

O günden itibaren de Olmert yönetiminde toplanan bakanlar ve uzmanlardan meydana gelen 14 kişilik kurul, durumu incelemeye başlamış; fakat askerî bir operasyonu çok riskli bulmuş. Ne var ki, bu arada operasyon için zaman da giderek daralmaya başlamış; zira daha fazla beklemeleri halinde muhtemel bir operasyon sonucu meydana gelecek patlamanın Fırat Nehri’nin geçtiği tüm ülkelerde çevre felaketine sebep olabileceği sonucuna varılmış. Bunun sonucu olarak da hava operasyonuna karar verilmiş.

6 Eylül gecesi başlayan hava operasyonunda İsrailli uzmanlar Suriye radarlarını bir virüsle etkisiz hale getirmişler. İsrail uçakları Suriye hava sahasına girip tesisi bombalarken Şam’daki radarlarda hiçbir şey görünmemiş, her şey normal görünmüş.

Sekiz F-16’nın yer aldığı operasyon 30 dakikada tamamlanmış. Ancak bu arada uçaklardan birinin terk ettiği ya da fırlattığı ek yakıt tankı Türk topraklarına düşmüş."

Kitapta bu tankın Gaziantep’te bir tarlada bulunduğu yazılıyor. Ancak bu, elbette yanlış bir bilgi. Yakıt tankı o zaman da medyaya yansıdığı gibi Hatay’a düşmüş, orada bulunmuştu. Türk makamları da bu konuda fazla konuşmamış, konunun kapanmasını tercih etmişlerdi. Biz ise o zaman yazdığımız yazıda konunun Türk hava sahasının kontrolü bakımından bir zaaf olduğuna işaret etmiştik. Bugün de zaten başka türlü düşünmüyoruz.

Bizim önceleri iki ve daha sonra da son yazılarımızın birinde ele aldığımız İsrail’in El Kibar’a saldırısı şayet söz konusu kitapta anlatıldığı gibiyse bu birkaç bakımdan önemli sayılır: Birincisi İsrail’in gelişmiş Rus radarları ile donatılı Suriye hava savunma sistemini sadece belki de kendisinin ve muhtemelen Amerika’nın bildiği bir sistemle etkisiz hale getirebildiği gerçeği. Nitekim, Esed de son röportajında, ‘İsrail o binayı vurduğunda ve aynı güzergâhtan çıkış yaptığında radarlarımız o uçakları görememişti’ diyor ve böylece İsrail’in bir şekilde Suriye radarlarını körleştirdiğini kabul ediyor. Bu da kitaptaki bilgiyi doğruluyor elbette. Suriye’ye bunu yapabilen İsrail, muhtemelen benzer sistemlere sahip başkalarının radarlarını da körleştirebilir.

İkincisi, şayet İsrail, El Kibar’daki reaktörü bilmeden, faaliyete geçtikten sonra bombalasaydı kitapta söylenenlere göre Fırat çevresinde büyük bir çevre felaketi yaşanacaktı. Bunun muhtemel sonuçları ne olurdu, doğrusu düşünmek bile istemiyor insan.

Bizim ancak olduktan sonra öğrendiğimiz ve ayrıca hava sahamızın fırlatılan tankla veya başka şekilde İsrail tarafından ihlal edildiği bu olay; bize, biz istesek de istemesek de, önceden bilmediğimiz, bilemediğimiz sınır dışı olayların bize de ağır faturasının olabileceğini açıkça ve acı bir şekilde gösteriyor.

Bunlara karşı çare ne? Elbette iyi, etkili ve doğru istihbarat ve deyim yerindeyse ‘su sızdırmaz’ bir hava savunma ve karşı koyma sistemi. Bu konularda neredeyiz? Bilmiyoruz. Biz sadece sonuçlara bakıyor, ona göre düşünüyoruz, o kadar…

İŞ DÜNYASI : Google Türkiye Ofisi

Hürriyet yazarı Selim Öztürk Google’un İstanbul Levent’teki ofisini ziyaret etmiş ve ofisin çok güzel karelerini paylaşmış. Türkiye’nin dört bir yanından esinlenerek tasarlanan ofiste salıncağa ve bisiklete binenlere de rastlıyoruz. Google çalışanları çocukluklarını yeniden yaşıyorlar, direkten kayarak aşağı iniyorlar, salıncakta sallanıyorlar. Bununla da yetinmiyor, içinde masaj koltuğu bulunan özel odalara giriyorlar; perdeyi kapattıklarında o an tamamen onların artık.

İSTANBUL TRAFİĞİ : Tuhaflığa bakar mısınız ?

KARAkatur: Egypt’s New Heritage / MISIR’IN YENI MIRASI…

MK ULTRA PROJECT /// VİDEO : Mind Control

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=85XaV1JHQHg&feature=youtu.be