Günlük arşivler: 30 Ağustos 2015

KARİKATÜR : Çapkın koca :))

MİZAH : Oğlum bıraksanaa :))

MK-ULTRA PROJECT /// VİDEO : Mind Control Clinton Apology, Victim Testimony and More

VİDEO LİNK :

PENTAGON DOSYASI /// ERGUN ÖZGEN : WALL STREET PENTAGON DENKLEMİ

Thomas P.M. Barnett’in Pentagon’un Yeni Haritası adını vermiş olduğu kitabında, Wall Street ile Pentagon arasındaki işbirliği teması üzerine inşa etmiş olduğu tezde, ABD’nin politik hedefleri ile ilgili değişik bir yorum yapmış olduğu gözlenmektedir.

Yazarın, kitabındaki haritaya göre yapmış olduğu değerlendirmeler dikkate alındığında, jeopolitik olarak siyasi coğrafyadaki etki alanlarına kendine göre bir tanım getirmiş olduğu da görülmektedir… Konu özetlendiğinde, yazar siyasi coğrafyadaki bölgeleri tanımlarken, bir bölümünü İŞLEYEN MERKEZ BÖLGESİ diğer kısmını da ENTEGRE OLMAMIŞ BOŞLUK ALANI olarak nitelemiş bulunmaktadır.

Yazara göre, İşleyen Merkez içinde görülen ülkelerden Kuzey Amerika’da özellikle ABD ve NAFTA üyesi bulunan Kanada ile Meksika, Güney Amerika bölgesinde ise ayrı olarak Brezilya ile Arjantin mütalaa edilmişlerdir.

Diğer taraftan, Avrupa’da AB ülkeleri, Rusya Federasyonu (RF), Çin, Japonya, Hindistan ve Pasifik bölgesinde de Avustralya aynı bölge içinde belirtilmiştir. Afrika kıtasında ise bu tanıma göre Güney Afrika Cumhuriyeti İşleyen Merkez alanı içinde yorumlanmıştır.

Harita üzerinde konu işaretlenerek incelendiğinde, Entegre Olmamış Boşluk Alanı içindeki ülkelerin bir kısmının Latin Amerika, diğerlerinin de Afrika ve Asya Pasifik bölgesindeki ülkeler olarak nitelendikleri görülmektedir. Türkiye de bu alana dahil edilmiştir… Bir diğer ifade ile, Afrika kıtasında, Güney Afrika Cumhuriyeti hariç tutulursa, diğer bütün Afrika ülkelerinin söz konusu BOŞLUK ALANI içinde kaldıkları, bu alanın devamının Ortadoğu bölgesinden, kuzeyde Batı Sibirya bölgesine doğru uzatıldığı ve bölgenin önemli bir bölümünü içine aldığı, daha doğuya gidildiğinde de, Pasifik bölgesinde Avustralya hariç Güney Çin Denizi alanları ile bölgedeki Ada Devletlerinin tümünün bu sahaya dahil edilmiş oldukları açıkça görülmektedir.

Yazara göre, Entegre Olmamış Boşluk Alanı olarak nitelenen saha içinde kalan ülkelerin, ABD yönünden sorun yaratmaya müsait bölgeler olarak ifade edilmiş oldukları dikkate çarpmaktadır!. Olaya bir diğer bakış açısı ile bakıldığında ise, BOŞLUK ALANI’NIN jeostrateji açısından bazı çağrışımlar yapması da söz konusudur.

Özellikle, AB ile olan ticari bağlantıları itibariyle bu bölgeler ele alındığında, gerek Latin Amerika, gerek Afrika ve gerekse Ortadoğu’dan Endonezya ve Filipinlere kadar uzanan geniş coğrafyada bulunan ülkelerin çoğu ile özellikle LOME, MEDA, ARUSHA ve YAOUNDE anlaşmaları kapsamında birtakım ticaret bağlantılarının kurulmuş olduğu hatırlanacaktır…

(…1963’te Yaounde sözleşmesi ile Afrika sömürgeleri etki alanı içinde tutulmuşlardır. 1971 de uygulamaya konan ARUSHA sözleşmesi ile de İngiltere’nin Afrika’daki sömürgeleri üzerinde denetim sağlanmıştır. 1975’deki LOME sözleşmesi ile Afrika, Karayipler ve Pasifik “ACP” bölgesini kapsayan çok geniş bir bölge AB’ne bağlanmış, bir diğer deyişle AB. himayesi altında tutulmuş oldu….Erol Manisalı Avrupa Çıkmazı…sf..68 )

(…Fas’tan Ürdün’e kadar uzanan geniş bir alan içinde de 1960’lı yılların başından itibaren ikili ticari anlaşmalar yapılmış, daha sonra da, AB dışı bütün Akdeniz bölgesini içeren geniş kapsamlı bir politika uygulamaya konulmuştur. 1991 de Avrupa Akdeniz Ekonomik Alanı, MEDA çerçevesinde AB’nin çok önem verdiği bir husus oldu….Erol Manisalı Avrupa Çıkmazı..sf.68)….Bu bağlamda Türkiye’nin de AB ile 1995 yılında serbest ticaret anlaşması ile sistemin içinde yer aldığı anımsanmalıdır

Konuya tekrar dönüldüğünde, AB’nin serbest ticaret anlaşması ile önemli ekonomik bağlar kurmuş olduğu bu ülkelerin çok büyük bir bölümünün ENTEGRE OLMAMIŞ BOŞLUK ALANI olarak tarif edilen siyasi coğrafyanın içinde kalan bölgelerde bulundukları görülmektedir!… Ayrıca, gene bu bölgeler içinde doğal kaynaklardan önem ifade eden enerji unsuruna göre de konunun değerlendirilmesi yapıldığında, Venezuela, Meksika Körfez bölgesi, Batı Afrika, Kuzey Afrika, Doğu Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Batı Sibirya’ya kadar uzanan bölgeler ve ayrıca da, Güney Çin Denizi çevresindeki sahalara dikkat edildiğinde, bütün bu bölgelerin dünyanın bilinen petrol kaynaklarının bulunduğu alanları kapsadığı da dikkate çarpmaktadır!…Bir diğer parametre de, Panama kanalı, Cebel’i Tarık ve Süveyş Kanalı üzerinden ve Aden Körfezinden Singapur Kanalı yolu ile, Güney Çin Denizi’ne kadar olan deniz yolları ile İstanbul ve Çanakkale Boğazları bu Boşluk alanı içinde yer almaktadır. Bir diğer husus da, Büyük Orta Doğu Projesi(BOP) ile bağlantılı bölgelerdeki ülkelerin tümünün, Kuzey Afrika üzerinden Orta Doğu’ya kadar aynı alan içinde bulundukları ayrıca dikkate çarpmaktadır! Kısaca, Boşluk Alanı olarak nitelenen geniş siyasi coğrafya bölgesinin birçok yönden jeostratejik ve jeopolitik açılardan ABD için ifade ettiği önemi bu tanım içinde görmek mümkündür.

Ayrıca, bu bölgelerdeki ülkelerin, AB ile geniş ticari bağlantılarının ifade ettiği önem hatırlandığında, AB ile ABD arasındaki adı konulmamış ticari rekabetin bir yönü ile AB. karşıtı bir strateji içinde, ABD tarafından bazı uygulamaların gündeme getirileceği imajını da vermektedir. Her ne kadar yazar, Boşluk Alanını bir terör ve kargaşa ve istikrarsızlık merkezi gibi nitelemekte ise de, asli unsurun AB ve gelişmekte olan Çin ekonomilerinin ABD ekonomisi karşısındaki rekabet gücünü kontrol etmeye yönelik bir stratejinin bölümü olduğu kadar ilerisi için de enerji alanları yanında, deniz yollarının bir şekilde kontroluna ilişkin yaklaşımın söz konusu olabileceğini ortaya koymaktadır!..

Özetle, yukarıda da değinildiği üzere konu tekrar edildiğinde, jeopolitik açıdan Boşluk Alanı içinde kalan su yolları ve su geçitlerinden Panama Kanalı, Cebel-i Tarık Boğazı, İstanbul ve Karadeniz Boğazları, Suveyş Kanalı’ndan, Singapur’a devam eden güzergahın aynı alan içinde mütalaa edilmelerinin küresel kontrol yönünden ifade ettiği özellik son derece önemlidir! Kısaca, ABD açısından Boşluk Alanı olarak nitelenen bu çok geniş siyasi coğrafya’nın bir başka yönden de hudutları belli olmayan BOP ile bir çok yerde örtüşmekte oldukları da dikkate çarpmaktadır. Bu hususa ilave olarak ayrıca, Samuel Huntington’un Medeniyetler Savaşı konusunda ön gördüğü çatışma alanlarının önemli bir bölümünün de hudutları belirtilen aynı coğrafya içinde kaldığı görülmektedir.

ABD’ni, küresel düzeyde bir yayılma politikasına yönelten değerler içinde bu güne kadar farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çok Kutuplu Dünya düzenine karşı olan görüşlerin başında özellikle Kissinger’in “ Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı ?” adı ile yayınlanan kitabında, ABD’nin küresel bir hegomonik güç olarak çok kutuplu bir dünya düzeninin kabul görmeyeceğini, kendi güç parametresine bağlıyarak ifade etmek istediği görülmektedir… Bu bağlamda, Başkan Bush’un da hatırlanacak olan siyasi çıkışında, Dünya ülkelerine hitaben “…ya yanımızda olursunuz, ya da karşımızda..” şeklindeki beyanı ve Devletler Hukuku ile, Birleşmiş Milletleri dışlayıcı tavrı, bu küresel gücün hegomonik yaklaşımına karşı, bir çok ülkenin güveninin sarsılmış olduğu ve tavır aldıkları görülmüştür..

ABD’de Henry Ford’tan, Lee Iacocca’ya kadar pek çok sanayicinin bakış açılarının Wall Street’in yaklaşımlarına karşı oldukları görülmektedir… Bir diğer ifade ile ABD’de sanayici kesim çoğunlukla Wall Street’in mantığını tefecilikle sorgulamakta ve bu tarz uygulamaların ülke için ileride sorunlar oluşturabileceğine değinmektedirler…

Tamamen finans kapital ağırlıklı bir ekonomik modelin etkinliğine karşı ortaya atılan görüşler içinde şu analizleri de görmek mümkündür;

(…Bundan dolayı, ABD doları, iyimserlere göre hücumlara karşı dayanıklı bir pozisyondadır. Ancak tarih diyor ki, ekonomi merkezindeki nispi kuvvetini ve rekabet gücünü kaybetmeye başladıktan sonra, daha önce geçerli olan “altın standardı, İngiliz Sterlini ve 1914 öncesi Londra’nın City’sinin etrafında dönen rejimi gibi” uluslar arası para rejimlerini sürdürmek giderek daha zor hale gelmektedir. Amerika’nın global aktiflerindeki payının azalması, yen ve ECU(kitabın yazıldığı tarihe göre) gibi diğer bazı para birimlerinin yükselişi, yeni finans merkezlerinin meydana çıkışı, Amerika’nın ulusal refahında borç ödeme için gereken payın artışı gibi halen mevcut olan ekonomik trendlere bakılırsa, 1945 sonrasında hayat bulan uluslar arası para rejiminin ömrünün de, görünürde halefi olmaya yeterli bir sistem olmaksızın, sonlarına yaklaştığı ihtimali hatıra gelmektedir…Paul Kennedy…Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken…..sf.70..)

Pentagon’un Yeni Haritası kitabının yazarı Thomas P.M. Barnett ise, konu ile bağlantılı olarak, Paul Kennedy’nin değerlendirmelerine yollama yaparak su görüşe yer vermektedir;

(…Çoğu durumda Amerikan İmparatorluğu kaygısı, Yale Üniversitesi tarihçisi Paul Kennedy tarafından soğuk savaşın sonunda dillendirilen “aşırı büyüyen imparatorluk” korkusudur. Bu korkunun en göze batan tarifi, Amerika’nın Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan stratejik gerçeklere iyi adapte olamayacağı ve kendini Yeni Dünya Düzenini yönetmeye kalkarken kaybedeceği ve bu arada Japonya ve Birleşik Avrupa gibi güçlerin yeni ekonomik süper güçler olarak ABD’yi geride bırakacağıdır. Kennedy’nin Amerika’nın süper güç olarak zamanla gerileyeceği fikri abartılı olmakla beraber, Amerika’nın yeni oluşan stratejik duruma kendini adapte etmesi ile ilgili genel kaygılar tamamı ile doğrudur…Thomas P.M. Barnett Pentagon’un Yeni Haritası..sf..427)

Kennedy’nin görüşlerine genellikle katılan Barnett, kendi analizleri içinde, uluslar arası finans kapital etkinliğinde, rezerv para ile ilgili olarak konuyu diğer birçok analizlerde de ifade edildiği şekilde teyit etmektedir.

(…Ama dolar sonsuza dek “altın kadar iyi” olarak kalmayacak çünkü AB para birimi Euro kaçınılmaz bir şekilde “denk rakip “ olarak yükselişe geçecektir. Uzun dönemde Doğu Asya’dan çıkacak bir para birimi, muhtemelen Çin yuanı, Japonya yeni ve Güney Kore wonu’nun bir araya gelmesiyle euroya da rakip olacaktır. Kısaca, Merkez’deki her oluşum kendi para birimini pazara sürecektir….Thomas P.M. Barnett..Pentagon’un Yeni Haritası..sf..290.)

Barnett de, Merkez Bölgesi olarak tanımladığı siyasi coğrafya içindeki güç merkezlerinin kendi ekonomik hinterlandı içinde kalan alanlarda gerçekleştirdikleri yeni rezerv para bölgelerinde çok kutuplu bir yapının oluşabileceğini ifade etmektedir…Bu sürecin ise, uluslar arası tek rezerv para üzerindeki etkisinin sonuçlarının ne olabileceğini tartışmaya açmaktadır…

ABD’nin muhtemel tehdit faktörlerine göre, ön gördüğü harekat tarzları ile bağlantılı olarak da şu mesajı verdiği görülmektedir…

(…Merkez içersinde bir çok güç mevcuttur “ ABD, AB., RF., Çin, J., Hin., Brz., Arj., gibi” ve aynı Boşluk’un bin Ladin’leri ile karşılaştığımız gibi gelecek yıllarda biz bu güçlerle bir çok savaşta göğüs göğüse geleceğiz. Bunun nedeni Merkez’deki çoğu hükümetin hala dünya sistemini güçler dengesi şeklinde değerlendirmesidir…Thomas P.M. Barnett…Pentagon’un Yeni Haritası…sf..42.)

Özetle ABD. açısından çok kutuplu bir dünyanın, bu ülkenin, finans kapital politikalarına karşı oluşturabilecek farklı rezerv para alanlarının, kendi ulusal çıkarlarına ters düşeceğini ve bunun da kolay kabul görmeyeceği mesajı,gene hegemonik ifadelerle belirtilmektedir…

Bu gün ABD de Wall Street mantığı içinde gelinen nokta ve yönetimde özellikle Yahudi sermayesi finansörlerinin ağırlık taşıdığı siyasi kadrolaşma, bu ülkenin sanayicileri arasında farklı görüşlerin gelişmesine de neden olmuştur…Wall Street uygulamalarına karşı Lee Iacocca’nın şu ifadesi dikkate çarpmaktadır;

(…Çevreme baktığımda Wall Street yöneticilerinin kelepçeyle götürüldüğünü görüyorum…Lee Iacocca Sözün Özü…sf..18)

Yıllar önce söylenen bu sözler günün koşullarına göre tekrar ele alındığında, ABD’in küresel politikalarda tek kutuplu bir dünyayı gerçekleştirmek konusunda neden acele ettiğini ve Wall Street ile Pentagon’un da bu denklem içinde neden olayları birlikte ele almakta olduklarını, bu mantık içinde sorgulamak gerekmektedir…

Gene Barnett’in değerlendirmelerine dönüldüğünde, şu ifadeleri de dikkate çarpmaktadır.

(…Bu adamlar Cantor Fitzgerald ile devam eden süper gizli seminerler düzenlediler. Evet! Bu Candor Fizgerald, Bir demet Yahudi tarafından yönetilen bu adamlar neredeyse hükümetin kainattaki bütün tahvil ticaretini kontrol etmektedirler….Siyonist İşgal Hükümet (SİH)… SİH. Teşkilat ile birlikte çalışarak 2000 seçimlerinde bile hile yapıp, Bush’un Gore’u yenmesini sağlıyarak akıllıca tezgah kuruyor….Pentagon’un kontrolu, Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz (kitabın yazıldığı tarih) ve Savunma Politikası Müsteşarı Doug Feith gibi Yahudilerle birlikte şu an temelde SİH komplocularının elinde bulunmaktadır…Thomas P. M. Barnett..Pentagon’un Yeni Haritası..sf.331)

Büyüyen finansın etkinliği ile ilgili olarak, şu mesajın ayrıca verildiği de görülüyor!!!

(…Wall Street, Biz bu şekilde kaygısız yaşamayı hak ediyoruz diyor. Nominal olarak dünya zenginliğinin %25 den fazlasını biz yaratıyoruz. Hazine senetleri konusuna gelince, bu gerçek olmayacak kadar iyi bir hikaye…Eğer dünya burada nasıl kazanç elde ettiğimizi anlarsa, o zaman sorunumuz var demektir diyecektir…Thomas P.M. Barnet…Pentagon’un Yeni Haritası…sf..365.)… Bu görüşe ilave olarak, Rotdchild’ler ailesinin yönettiği ifade edilen 3 trilyon doların, Wall Street ile birlikte bir finansal kriz durumunda kimleri ne oranda ilgilendireceği de sorgulanması gereken benzer hususlar içindedir!!!

Yukarıdaki görüşe ilaveten uluslar arası finansın hareket kazandığı borsaların durumu dikkate alındığında “New York Borsası’nın 11,1 trilyon dolar ile önde yer aldığı, bunu takiben Tokyo Borsası’nın 3,4 trilyon dolar hamcında olduğu, Londra Borsası’nın ise 2,4 trilyonla bunları takip ettiği, Frankfurt Borsası’nın 1,2 trilyon dolar hamcına ulaşmış olduğu, yukarıdaki değerlerle birlikte analizlerde yer almıştır…

ABD politik hedefleri ile ileri sürülen değişik görüşler ve farklı değerlendirmelere ilaveten temel parametreler çerçevesinde, Wall Street ile Pentagon arasındaki ilişkinin neden bir savaş karargahı mantığı içinde ortak stratejiler geliştirmekte oldukları daha iyi anlaşılmaktadır… Barnett’in değerlendirmesine göre konu, Yeni Kurallar Dizisi Projesi olarak tanımlanmaktadır…Bu projenin yürütülmesi için düşünülen mekanın da Dünya Ticaret Merkezi olduğu ifade edilmektedir…

(…Bu yerler Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’du. Bu bir anlam ifade ediyordu, çünkü proje ulusal güvenlik ile küreselleşme arasında ortam bağlantıları Amerika’nın anlamasına yardım etmenin yollarını arıyordu Böyle düzenli bir temele dayanılarak Wall Strret ile Pentagon sürekli olarak birbirleriyle temas halindeydiler….Thomas P.M. Barnett Pentagon’un Yeni Haritası…Sf..62.)

(… Wall Street ile Pentagon’u dünyanın geleceği konusunu tartışmak üzere bir araya getiren Yeni Kurallar Dizisi seminerleri savunma topluluklarına Amerika’nın ulusal güvenlik tanımlamasının küreselleşme ile nasıl değiştiğini anlatacak şekilde dizayn edilmekte olduğu gibi aynı anda dünyanın uluslar arası güvenliğe bakışını da anlatıyordu…Thomas P.M. Barnett… Pentagon’un Yeni Haritası…sf..175 )

Dünya Borsalarının merkezi sayılabilecek olan Wall Street ile Pentagon’un ortak stratejiler oluşturmasındaki temel nedenin, küresel ekonomideki ABD’nin Etkinliğinin boyutları ile ilgili olduğu kanaatını güçlendirmekte ve Pentagon, anlaşıldığı kadar, Wall Street’in isteklerine göre, küresel finansın muhtemel zaaf noktalarını önleyecek stratejileri oluşturmakla görevlendirilmiş olduğu imajını vermektedir…

Bu konuda ki seçenekler de şöyle ifade edilmektedir,

(…Dünyanın küreselleşme cephesinin nihayetinde nasıl tanımlanacağı ile ilgili temel olarak iki büyük seçenek var, ya ülkeleri küresel ekonomiye dahil edecek “belirli hıza” getireceğiz ya da basit bir ifadeyle bazı kültürlerin bizim küresel ekonomomize dahil olamayacağını kabul edeceğiz…Thomas P.M. Barnet..Pentagon’un Yeni Haritası..sf..68.) (Yani, bölüp parçalayıp daha sonra sisteme dahil etme)

Kısaca, ABD. öngördüğü hedeflere göre, Barnett’in haritasında ifade ettiği şekilde, gerek İşleyen Merkez alanındaki güç merkezleri ile olduğu kadar, Boşluk Alanı olarak nitelenen bölgeler üzerinde de, diğer güç merkezlerinin çıkar alanlarını dikkate alarak çok geniş bir kontrol alanı oluşturmak durumundadır. Konunun askeri yönünden önce yukarıda da ifade edildiği üzere, Merkez’deki diğer güçlenen ekonomilerin rezerv para alanı üzerinde etkinleşmeleri sürdükçe, ABD’nin, küresel düzeyde hegemonik demokrasi anlayışı konusundaki tartışmaları da giderek büyüyebilecektir.

Wall Street’in rahatının kaçmasında belki de hazine bonolarının küresel ekonomi üzerindeki etkisinin içeriğinin artık pek çok ülke tarafından anlaşılmış olmasıdır! Dolayısıyla da sorun buradan başlamış gibidir. Bu nedenle,ABD dünya enerji kaynaklarını ve siyasi coğrafyadaki etki alanlarının kontrolunu denetleyecek bir stratejiyi, Wall Street’in taleplerine göre Pentagon aracılı ile şekillendirilmekte ve güncelleştirilmekte olduğu da söylenebilir.

Yale Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Immanuel Wallerstein’in de bir makalesinde “Nükleer Kulüp Genişliyor” konuya benzer değerlendirmeler ve yaklaşımlar içinde olduğu görülmektedir. Yorumda, birçok ülkenin zamanla dolardan uzaklaşmayı amaçlayabileceği, petrol üreticisi ülkelerden RF olduğu gibi, diğerlerinin de satışlarını EURO üzerinden gerçekleştireceklerini ifade etmektedir. Ayrıca, Asya Pasifik bölgesinde de Çin’in YUAN ile bir diğer rezerv para alanı oluşturmasının beklentiler içinde olduğu görüşüne katıldığı da görülmektedir… Böyle bir durum için de şu mesajı verdiği dikkate çarpmaktadır. “belki bir gün ABD’nin korkusu gerçekleşebilir, dolara olan güvende geniş ölçekli bir kayıp ortaya çıkabilir”…Böyle bir durumun bir kez daha 29 krizinde olduğu gibi gerçekleşmesi halinde ise, bunun da geri dönüşünün olmayacağını ima ederek, ABD hükümetinin kırılgan olan finans yapısındaki tehlikeye dikkati çekmektedir!

Aynı konuda, 2 Aralık 2004 Tarihli Economist Dergisinde benzer bir yoruma da rastlanılmaktadır. “Nick Beam’ın” değerlendirmesi kapsamında, döviz piyasalarında ABD dövizi üzerinde gerçekleşen olumsuzluklar, giderek bu para biriminin dünya genelindeki rezerv para birimi olması ile ilgili tereddütlerin çoğalabileceği ve dolara olan güvenin giderek azalabileceğine o da temas etmektedir.

AB. yapısında ortaya çıkmış bulunan EURO ilk sinyali vermiştir. AB’nin pek çok ülke ile yapmış olduğu ticaret anlaşması sonucu, bu ülkelerle ticari işlemlerin de dolar yerine EURO üzerinden olmaya başladığı izlenmektedir… Bu gelişmelerin Wall Strre ve Pentagon açısından değerlendirilmekte olduğu da fazla spekülatif bir yaklaşım değildir.

(…Bugün bazıları Amerika ile Avrupa’nın siyasi bir çatışmaya doğru gittiğini düşünüyor. National Review’de 1995’te yayınlanan bir makale bu düşünceye güzel bir örnek oluşturur “Avrupa Birliği altında kendini Amerika’ya meydan okuyacak bir birlik olarak görme eğilimli siyasi bir blok ortaya çıkıyor…Avrupa Birliği halihazırda Amerika’nın gücünü etkili bir biçimde sınırlandırmış durumdadır. Dünya Ticaret Örgütü içindeki ticaret ve nüfuz bakımından Avrupa ABD ile eşit durumdadır…Thomas P.M. Barnettt…Pentagon’un Yeni Haritası..sf. 37)

Brezinski de konuyu şöyle özetliyor.” ..Avrupa,Amerika’ya ekonomik olarak rakip olabilir ama siyasi olarak rekabet edebilmesi için gereken seviyedeki bütünlüğe ulaşması lazımdır…Brzezinski…Tercih..sf. 8)

Avrupa’nın şu anki konumu itibariyle güçlü bir siyasal bütünlükten uzak olduğu, en son referandum sonuçları il de güncelleşmiştir…Bu sürecin uzun bir yol kat edeceği de tartışmasız görülmektedir. Ancak, ABD’nin küresel sıkıntıları nedeniyle ileride Asya Pasifik bölgesinde de karşılaşacağı finansal rekabet alanlarının şekillenmesi durumunda, AB’nin ABD ilişkisinin hangi parametreler içinde işleyeceği de tartışmalıdır. Ekonomik gücünü kanıtladığı takdirde AB, giderek bu gücü politik ve askeri güce de yansıtma insiyatifini ele geçirebilecektir. Şimdiden 2007 de kurulması düşünülen AB. ordusu bunun ilk sinyalini vermektedir. Böyle bir süreç ABD ile AB’ni hangi koşullarda birleşebilecek veya, AB.i ABD’nin kesin kontroluna girebilecektir?!!!

(…Avrupa siyasi bütünlüğe doğru yavaş yol almasına karşın, artan ekonomik gücü ele alındığında, Amerika,Avrupa ile samimi bir ortaklık kurabilirmi?.. Brzezinski…Tercih.. sf..11)

(…AB’nin ekonomik potansiyelinin “ ABD, AB ulusal gelir bakımından eşit durumda” Amerika ile denkleşmesi ve bu iki varlığın finans ve ticaret konularında sık sık çarpışmasıyla, askeri açıdan ortaya çıkan Avrupa, Amerika’ya karşı zor bir rakip olabilecektedir. Bu açıkça, Amerika’nın egemenliğine karşı bir mücadele ortamı meydana getirebilecektir. Herhangi bir ayarlama , Amerika’nın üstünlüğünün çarpıcı bir şekilde azalmasına ve Avrupa’nınkinin de eşit derecede çarpıcı bir şekilde artmasına ihtiyaç duyacağından, bu iki süper güç arasında gerçekten eşit bir ortaklık sağlayabilmek kolay olmayacaktır….Brzezinski…Tercih…sf. 116)

(…Avrupa Para Birliği ve 1999’un başlarında Euro’nun piyasaya sürülmesi birçok gözlemci tarafından ABD. doların egemen rezerv para rolüne karşı önemli bir meydan okuma olarak değerlendirilmiş ve övgüyle karşılanmıştır. Her ne kadar bunlar, birçok ülkenin elinde dolar tutmak istemesine yol açan Amerika’nın sermaye piyasalarının benzersiz derinliği ve çapını büyük ölçüde hesaba katmayan görüşlerse de, Avrupa’nın para içindeki ve Uluslar arası Para Fonu’ndaki rolü ABD’nin rolüne eşittir…Joseph S. NYE. Jr…. Amerikan Gücünün Paradoksu…sf. 38)

Yapılan çeşitli analizlerde, genellikle birbirini teyit eden görüşlerin yer aldığı izlenmektedir. AB. açısından olduğu kadar benzer endişelerin doğuya yönelik olduğu da görüşlerde yer almaktadır.

(…Biz dünyanın her tarafında savaş açmaya hazırız, ancak bizim odaklandığımız asıl yer BOŞLUK bölgesidir…Amerika, Güney Batı Asya’da diğer adıyla Orta Asya’da ve İran Körfezi’nde savaşa hazırdır çünkü, bu bölgeden akan enerji küresel bağlantının korunması bakımından önemlidir…Thomas P.M. Barnett..Pentagon’un Yeni Haritası…sf..395.)

Boşluk alanı içinde kalan bölgelerin genel hudutları yukarıdaki tanımlar içinde ifade edilmiştir….ABD açısından bu bölgelerde kalan enerji alanları ile bağlantılı deniz yolları ve geçitlerinin durumları da hatırlanmalıdır….Ayrıca, AB’nin bu bölgeler ile kurmuş olduğu ticari ilişkilerin de AB ile ABD arasındaki finansal rekabete olan etkisinin değerlendirilmesi de iyi yapılmalıdır. Kaynaklar ve bu kaynaklara giden yollar, bu kaynakların büyüttüğü finans, bu finansın etki ve kullanılabilir alanları, gelişen ekonomilerin rekabeti yönünden konunun önemi arttıkça, ABD’in Tek Kutuplu Dünya tezini gerçekleştirebilmesi için Wall Street’in, Pentagon ile olan ilişkisindeki hedefleri tahmin etmek mümkündür.

ABD’in tarihinde çok önemli sonuçları olan 1929 krizi bu ülkenin benzerlerinin tekrar etmemesi konusundaki hassasiyetini hedefleri içine taşımaktadır. Zira, sistem finans kapital üzerinde gelişmiştir. Günümüzde ise değerler neredeyse logaritmik olarak gelişmekte ve kırılganlıklar da artmaktadır…

(…1929’da Wall Street’deki kara pazartesi ve 1930’da Avusturya’nın Credit Anstatt Bankasının iflası dünya çapında bir mali krize ve küresel bir buhrana yol açmıştı…Ama bu günün gayrisafi mali akışları çok daha büyüktür. Günlük döviz işlemleri 1973’te 15 milyar dolarken, 1995’te 1,5 trilyon dolara yükselmiştir. 1997 krizini de Wall Street’te falan değil, küçük bir piyasa ekonomisinde meydana gelen bir mali çöküş tetiklemiştir…Joseph S. NYE. Jr. ..Amerikan Gücünün Paradoksu…sf..104.)

ABD.’in dünya ekonomisindeki büyüklüğü ile orantılı olan sorunları giderek artmaktadır. İleride küresel düzeyde ortaya çıkabilecek krizlere karşı müdahale yöntemlerinin de bu mantık içinde ele alınmakta olduğunu kabul etmek gerekmektedir… Küresel düzeyde şekillenen oluşumlar içinde, AB. ABD arasındaki finansal rekabet yanında, bir diğer parametrenin de Çin faktörü ile olan bağlantısı sık sık gündeme gelmektedir…Irak Savaşının bilançosu da ABD için bir yük oluşturmaya başlamıştır. ABD’nin 2003 dış ticaret açığının549 milyar dolara ulaştığı yorumlarda yer almaktadır. Irak Savaşının aylık yükünün 55 milyar dolar olduğu da söylenmektedir…Finans portföyü olarak, Asya bölgesinde ki ülkelerin mevcut duruma göre ellerinde bulundurdukları dolar rezervinin dünyadaki rezervin ¾ yakın olduğu analizlerde görülmektedir…

2010 / 2015 yıllarında Çin ve Hindistan’ın dünya ticaretinin %68 bulunduğu bölgelerde, rezerv para olarak YUAN veya benzeri bir para birimi ile kendi sahalarını oluşturmaları durumunda konunun, Wall Street ve Pentagon yönünden çok yakın takibe alındığını da kabul etmek gerekmektedir. Halen Çin’in 500 milyar dolar, Japonya’nın 850 milyar dolar, Hinditan’ın ise 120 milyar dolar rezervlerinin bulunduğu de ifade edilmektedir. ABD bu ülkelere Hazine Bonosu satarak finansal açıklarını kapatmakta olduğuna göre, geleceğin bütün bu parametreler içinde ve yeni para birimlerinin devreye girmeleri durumunda, muhtemelen gelişmeler de dikkate alındığında, konunun değerlendirilmesinin belirtilen faraziyelere göre yapılmakta olduğunu varsaymak gerekmektedir…

ABD. açısından muhtemel tehdit unsurları içinde değerlendirilen güç merkezlerinden biri olan Çin faktörünün olduğu kabul edildiğinden, bu ülkenin de kendi tehdit algılamalarına göre bazı tavırlar içinde olduğu izlenmiştir…İnternet üzerinden 13.03.2005 tarihinde geçen bir haber özetinde konu şu şekilde yansıtılmıştır!… Çin’de neler oluyor başlığı ile geçen bu haberde, orduya seslenen Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun muhtemel bir savaş için hazır olunmasını istediği ve Hu’nun muhtemel askeri mücadeleler için hazırlıkların arttırılmasını ve krizlerin üstesinden gelebilmek , barışı korumak, savaşları önlemek ve eğer olursa savaşları kazanmak için imkanların geliştirilmesinin gerektiğini belirttiği görülmüştür… Ayrıca, Çin Lideri, ülkenin bağımsızlığı, toprak bütünlüğünü ve milli menfaatlerin korunması için de gerekenlerin yapılacağına değindiği söz konusu mesajda izlenmiştir!!

Özetle, Wall Street’in finansal hedefleri ile, Pentagon’un askeri hedefleri aynı stratejinin bölümlerini oluşturuyor denilebilir. İster istemez bu noktaya gelmiş olan dünya ekonomisinde bir küresel krizin etkisinin sonuçları ise, bir birinin içine girmiş ve çok karmaşık hale gelmiş bulunan bu yapıda, gelişmelerin hiçte olumlu sonuçlar vermeyeceği imajını vermektedir.

Asya Pasifik bölgesinde güçlenmekte olan dinamiğin, Wall Street ile Pentagon tarafından farklı parametreler içinde ayrıca değerlendirildiği de görülmektedir…

(…Pentagon kadar Wall Street de 2000 yılında dikkatlerini Çin’e yöneltmişti, ancak bölgeye aktarmak istedikleri güçler farklıydı. Pentagon, Çin’de uzun menzilli, düğmeye basarak yapılan füze savaşlarının yapıldığını hayal ederken, Wall Street uzun vadeli doğrudan yabancı yatırımların Çin ile kurallar üzerinde bir çekişme yaratmasından endişe etmektedir…Öte yandan, Wall Street’dekiler Çin’i ekonomik olarak hızla gelişmekte olan ya kendilerini küreselleşmenin Merkezine çekecek ya da tamamen ayrı bir kurallar bütünü “ Çin karakteriyle kapitalizm, ya da Asya metodu” gibi oluşturulacak olan dev bir güç olarak görüyordu. Pentagon kadar Wall Street’de Çin’in ayrı bir yol izlemesinden kendi açılarından kaygılanıyordu…Thomas P.M. Barnet…Pentagon’un Yeni Haritası..sf..271)

Pentagon ve Wall Street denkleminin ön görüleri yanında, Çin’in de olaylara bakışı ve konuya yaklaşım şekilleri yukarıda ,ifade edilen hususlar kapsamında kısmen ifade edilmektedir. ABD ekonomik yapısının küresel etkinliği üzerinde ortaya çıkabilecek bir zafiyetin endişeleri de stratejik görüşleri olanlar tarafından şu şekilde vurgulanmaktadır..

(…ABD ekonomisi için büyük bir gerilemede ekonomik krallığı aşacak ağır sonuçlar getirebilir. Boyutuna bağlı olarak böyle bir gerileme pek çok ülkenin ekonomik istikrarını tehdit edebilir ve Amerika’nın uluslar arası konumunu çökertebilir…Henry Kissinger..Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı ?..sf..193 )

(… Amerikan ekonomisinin performansında meydana gelebilecek bir başarısızlıktan bir felç durumu yaratabilir…Joseph S. NYE. Jr…Amerikan Gücünün Paradoksu..sf. 152 )

(…Amerika’nın gücü ve sosyal dinamiği içinde çalışılırsa, ortak çıkarlara sahip küresel bir toplumun yavaş yavaş oluşturulmasına yardımcı olabilir. Yanlış kullanımında ya da çökmesi durumunda ise dünyayı kaosa itebilir ve Amerika’yı etrafı kuşatılmış bir şekilde bırakabilir…Brzezinski…Tercih…sf..7)

ABD’nin politikalarında söz sahibi olmuş bulunan kişilerden, Kissinger’in olaya bakış açısında, hegomonik bir tavır içinde ABD’nin dış politikaya ihtiyacının olmadığı ve küresel düzeyde isteklerini dünyaya dikte ettirebileceği anlamını taşıyan yaklaşımına karşılık, Brezinski’nin daha çok reel politika istikametinde ve ülkeler arasında çıkar birliğini ön gören önerileri ileri sürdüğü görülmektedir. Genel bakış açısına göre de, finansal yapıda giderek karmaşıklaşan oluşumun içine çekileceği bir kırılma noktasına karşı duyulan endişeler de ifade edilmektedir!

Bütün bu değerlendirmeler içinde, ABD yönünden orta vadede AB ve onu takip eden dönemde de Çin’in dünya ekonomisinde, Wall Street’in küresel çıkarlarına karşı muhtemel olumsuz etkilerin ön planda ele alınmakta olduğu bir şekilde satır aralarında dikkate çarpmaktadır.

(…Yakın gelecekte ABD.’in üstünlüğüne meydan okuyabilecek tek varlık AB’dir. Tabii eğer AB büyük askeri kabiliyetlere sahip sağlam bir federasyon haline gelebilirse ve Atlantik’in iki yakası arasındaki ilişkilerin bozulmasına izin verirse…Joseph S. NYE..Jr. Amerika Gücünün Paradoksu…sf..208 )

Pentagon’un, küresel boyutta ABD’ye yönelik terör dahil her türlü güç parametrelerini dikkate alarak ön gördüğü tehdit unsurlarını hesaplamasına karşılık, Wall Street’in de 1929 olduğu gibi yeni bir krize neden olabilecek düzeyde farklı finansal oluşumların gelişmeleri tetikleyebileceğini ve bu konuda da karşı oluşumların tespit ve bertaraf edilmesinin hedefler içinde düşünülebileceği bu bağlamda ifade edilebilir.

Tek Kutuplu Dünya anlayışı, bir yönü ile, Wall Street’in ABD ekonomisini getirmiş olduğu noktanın zaruri sonuçları içinde görülmektedir. Kissinger’in ABD’nin dış Politikaya ihtiyacının olmadığı şeklindeki tezi de güç parametresini vurgulaması bakımından bu tez, bir nevi ikrar oluşturmaktadır. Ancak Merkez Bölgesindeki farklı güçler buna imkan vermemektedir ve giderek de dünya genelinde hem Merkez alanında hem de Boşluk Bölgesinde artan bir ABD karşıtlığı ortaya çıkmaktadır… Bu konuda en doğru öngörü ise, gene Brzezinski’nin reel politika yaklaşımlarındaki ülkeler ile çıkar birliğinde hareket edilmesi önerisinde, çözümünü bulabilecektir…Bu da, ABD’nin küresel düzeydeki hakimiyet kurmak iddiasından ziyade, en fazla liderliğini dünyaya kabul ettirebildiği ortamda geçerliğini koruyabilecektir!

(…Tek süper güçlü bir dünya uzun ömürlü olmaz. Birkaç on yıl sonra bir buçuk milyarlık nüfusu, güçlü büyüyen bir ekonomiye ve muhtemelen hala otoriter bir hükümete sahip olan Çin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye çalışacaktır…Er veya geç güçlü ve dürüst biri Yetsin sonrası Rusya’yı toparlayacak ve küresel etki alanında yeni bir rakip ortaya çıkacaktır…Joseph S. NYE. Jr. Amerikan Gücünün Paradoksu…sf. 3)…”Putin ile de bu süreç ( RF ) da başlamıştır.”

Konu mevcut güç dengeleri içinde aynen devam etmektedir…ABD her ne kadar Yeni Muhafazakarların baskıcı ve hegomonik yöntemleri ile şimdilik çözüm aramakta ise de, küresel tepkiler çoğalmaktadır…ABD reel politika yöntemleri içinde, uluslar arası ilişkilerde kaybettiği mevzilerini tekrar güvene dayalı olarak kazanmak durumundadır. AB. son referandum ile bir gecikme sürecine girmiş olsa da, AET yapısında, ekonomik hinterlandını çıkarları istikametinde siyasi coğrafyanın bir çok noktasında sürdürmektedir…

Barnet’in tanımına göre Entegre Olmamış Boşluk Alanı ile İşleyen Merkez bölgesindeki ülkelerin durumları tekrar göz önüne alındığında, Boşlu alanı olarak tanımlanan sahanın belirtilen değerler ile de harita üzerinde işaretlendiğinde, ABD’nin küresel düzeydeki politik hedefleri ayrı bir anlam kazanmaktadır. Bu alanlar, AB. olduğu kadar, Asya Pasifik bölgesinde de Çin’in etki ve ekonomik çıkar alanlarını kapsamaktadır. Boşluk Alanı olarak nitelenen bölgedeki devletlerin çoğunu İslam Ülkeleri oluşturmaktadır…S. Huntington’un medeniyetler çatışması tezinde hedef alanları içinde gösterdiği bölgeler de bu sahalarda bulunmaktadır.

(…Asya hızla yükselen bir ekonomik güçtür,sosyal bir volkandır ve siyasi bir zararlıdır…Brzezinski…Tercih…sf..137..)…( Endonezya Çin’in yükselen gücünün farkındadır…Brzezinski…Tercih…sf..139.)

(…Özellikle de Çin kitle bilincinde artan milliyetçilik söz konusuyken, buna karşı pasif kalınması beklenemez. Bu durumda Çin halkının öfkesi bölgesel istikrarsızlığı yol açacak bir Çin Amerikan askeri çatışmasını tetikleyebilir…Brzezinski….Tercih..sf.. 148 )

(…Çinliler, tasarıları konusunda oldukça açıktır. Doğu Asya bölgesinde stratejik bir işbirliği oluşturmak Çin’in ana hedeflerinden biri olmuştur. Çin bu bölgenin bütünleşmesinin yalnızca sosyal ve ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve güvenlik temelli bir bütünleşme olduğunu da çoktan anlamıştır…Brzezinski…Tercih…sf..161 )

AB.’in ticari ve finansal rekabeti paralelinde, Asya Pasifik bölgesinde de Çin’in gelişmekte olan ticari ve finansal zorlamaları yanında, muhtemel tehditlerin mevcut değerlendirmelerde yer aldıkları daha da netleşmektedir…ABD deki değişik analizler içinde, konunun ele alınmakta olduğu da görülmektedir… ABD. Barnett’in Boşluk Alanı olarak nitelediği alanda kontrolu sağladığı takdirde, gerek AB.’in ve gerekse Asya Pasifik bölgesindeki güç parametreleri üzerinde ekonomik etkinlik kurabilecektir…Bu konuda, ABD. ya hedef gösterdiği şekilde ve tanımlanan bu bölgeler üzerinde hegomonik bir baskı yöntemi ile kendisine çözüm arayacak, ya da güvene dayalı bir işbirliği ile bu sahadaki etkinliğini sağlamaya çalışacaktır…

Irak savaşı, işgalci yöntemler ile bir ülkede uzun süre kalmanın zorluklarını göstermektedir. Kuvvet kullanma metodunun, Boşluk Alanı içinde görülen çeşitli ülkelerde, benzer uygulamalarına demokrasi getiriliyor başlığı ile konunun değişik ülkelerde tekrarı, ABD’nin cephesini siyasi coğrafya üzerinde büyüteceği kadar bu ülkeye olan güvensizlik yanında, kin ve nefreti de çoğaltacaktır. Ayrıca kargaşanın sürdüğü ve çatışmaların giderek büyüdüğü değişik ekonomik alanlarda sermaye piyasasının güven yokluğunun büyümesi nedeniyle işlerliği de kalmayacaktır. Fukuyama’nın görüşünü değiştirmesine ve devletin önemine tekrar yönelmesindeki nedenlerin başında da istikrarsızlığın büyüdüğü bir ortamda piyasa ekonomisinin yürümeyeceğini anlamış olmasıdır…ABD, AB ile dengelerini ararken, G.8 mensup olan ülkelerin, Boşluk Bölgesindeki yoksul ülkelerin borçlarının silinmesi konusunda basına yansıyan mesajları da ilginçtir…AB ile ABD’nin özellikle İslam dünyası ile ilişkilerini yeniden düzeltmeye yönelik bu girişimde, aralarında gizli bir rekabetin bu bölgelerde oluştuğunu kısmen de olsa hissetmek mümkündür.

(…Amerika – Avrupa politika farklılıkları Atlantik İttifakı’nın zincirlerinin kırılmasına sebep olabilecekken, Amerika’nın İslam dünyasıyla gizli bir anlaşma yapabilmesi o bölgeye bağlıdır…Brzezinski…Tercih..sf..83)

BOP.’in coğrafyanın bulunduğu siyasi yapılarda, ABD tarafından hegomonik bir anlatımla demokrasinin kabul ettirilmesi bölgede istikrarsızlığın artmasından başka bir sonuç yaratmayacağı gibi, ABD karşıtlığının artmasına da neden olmaktadır…Demokrasi sosyal ve ekonomik bir süreçtir. Bu gün ABD’de bile demokratik süreç, bireyin zenginliğinden, sermayenin birikimine, oradan da, ister istemez ülkenin plütokratik yönetimine toplumu getirmiştir, bu da devlet yapısını, ortaya çıkmış olan plütokrasinin çıkarı ,istikametinde oligarşik politikalara zorlamaktadır, mevcut görüntü de halen bu merkezdedir… RF ve Çin gibi kapalı siyasi sistemlerden gelen ülkelerde Demokratik Merkeziyetçilik kendi bünyelerinde içe dönük olarak uygulanırken, ABD de, küresel bir güç olarak HEGOMONİK DEMOKRASİ modelini dünya ülkeleri üzerinde uygulamayı denemektedir…

RF. ve Çin’in iç dengelerindeki uygulamalarına özgürlükler zemininde kısıtlamalara neden olduğu şeklinde konu eleştirilirken, ABD’nin de küresel düzeydeki hegomonik baskılarına karşı dünya genelinde ülkelerin milli hakimiyet ve bağımsızlıklarına müdahale edildiği şeklindeki oluşumlarına, küresel düzeyde tepkiler çoğalmaktadır. Başkan Bush’un dünyaya, ya yanımızda ya da karşımızda olursunuz mesajının gerisinde, dolaylı yoldan Amerika’nın dış politikaya ihtiyacının olmadığı konusu da ister istemez çağrıma neden olmaktadır… Türkiye’de bile ABD mallarına karşı boykot çağrısı söz konusu olduğunda bunu yapanlara karşı, Büyük elçi Edelman’ın, “ bu kafaların ezilmesi gerekir” şeklindeki ifadesi de aynı hegomonik anlayışın örneğini oluşturmuştur! Bununla beraber, ABD de Brezinski gibi reel politika taraftarlarının bakış açılarının farklı olduğu da görülmektedir.

(…Dahası, Amerika kendini demokrasinin tarihi şampiyonu olarak görür ve küreselleşme dalgalarıyla kendi demograsisini dünyaya sunar, Ancak bu aynı zamanda Amerika’nın dünya çapında beklenenlerin HEGOMONİK gücün hiyerarşik gereksinimlerini karşılamamasını da kapsar…Brzezinski…Tercih…sf..168 ) görüşü ileri sürülmekle beraber, bu temenni uygulamada farklı tezahür etmektedir!

Wall Street ile Pentagon’un ortak stratejiler oluşturarak, küresel hedefler içinde ön gördükleri muhtemel yaklaşım tarzları değişik bakış açıları içinde benzerlikler taşımaktadır. ABD. yönünden yakın tehdit, ekonomik yapıda etkili olabilecek farklı finansal alanların ortaya çıkabileceği ihtimalidir. Yeni güç merkezlerinin, Wall Street tarafından dünya genelinde, DOLARİZE bir geleceğin engellenmesi konusu en önemli rahatsızlıklardan biri olarak algılanmakta ve Pentagon buna göre stratejiler geliştirmektedir!… Finans merkezlerince demokrasi, liberal bir ekonomide mal ve hizmetler ile borsalar üzerinden sermayenin akışkanlığının yaygınlaştırılması önceliğine yöneliktir. Gelişmekte olan ülkeler için demokrasi kişi hakları yönünden bir siyasi AMAÇ olurken, finans kapitalin yöneticisi olan plütokratik niteliğe dönüşen güçler için bu amaç kontrol alanlarını genişletmek bakımından giderek bir ARAÇ olmaya başlamıştır. Demokratik süreç içinde bu tarz küreselleşmeyi Brzezinski de şu ifadeler ile tanımlamaktadır.

(…Sınırların olmadığı bir dünya ama insanlar için değil! Küreselleşme para ve ürünler açısından sınırların olmadığı, dünyanın her tarafını kapsayan bir ortam görmektedir.. Brzezinski… Tercih..sf..203.)

Bu günkü ABD yönetiminin, özellikle İslam ülkelerine ( çoğu Entegre olmamış Boşluk Bölgesindedir) demokrasiyi götürmek iddiasındaki ısrarı ne düzeyde o ülkelerdeki insanların siyasi liberalizm içindeki insanlığı ile ilgilidir?!!! Demokrasinin AMAÇ olmaktan çıkarılıp, semaye piyasasına dönük politikaların bir ARACI olması durumunda, konuyu, Brzezinski’nin yukarıdaki ifadesine göre tekrar ele almak gerekmektedir…Kısaca,böyle bir oluşumun ivme kazanmasında ise İNSANIN yeri nerede olacaktır?!!!

ERGUN ÖZGEN

MISIR DOSYASI : Mısır’da “Yazlık çocuk gelin” ticareti

İngiliz gazetesi yaptığı haberde, Mısır’da yaşanan büyük rezaleti gözler önüne serdi.

Küçük kızları zorla evlendiriyorlar! İngiliz Independent on Sunday gazetesi, bugün yayınladığı “‘Yaz gelinleri’ skandalı” başlıklı haberde, yaz evlilikleri olarak adlandırılan bu birlikteliklerin, yasal bağlayıcılığı bulunmadığına da yer veriyor.

Yani tatili biten yabacı damatlar ülkelerinde döndüklerinde evlilikleri bitiyor.

Gazetenin ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yakın zamanda insan ticareti üzerine yayınladığı bir rapora dayandırılan habere göre evlilikler, bir aracının komisyon karşılığında kız çocuğu olan fakir ailelerle, genellikle Suudi Arabistan’dan gelen zengin adamları bir araya getirmesiyle düzenleniyor.

Independent on Sunday haberde “Yabancı ‘kocalar’ aileye para ve çeyiz niyetine hediyeler veriyor” diyor.

Haberin ayrıntılarında ‘gelin fiyatı’ 320 ile 3200 sterlin (Türk Lirası ile 900 ile 9000) arasında değiştiği söyleniyor.

Raporda, aralarında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt’in de olduğu Körfez’den zengin adamların, Mısır’a 18 yaşın altında kız çocukları dâhil olmak üzere Mısırlı kadınlarla “geçici evlilikler” ya da “yaz evlilikleri” yapmak üzere geldikleri ortaya konuyor.

Gazete “Rapor, geçici olarak evlendirilen kız çocuklarının “kocalarına” hem seks hem de diğer ihtiyaçları konusunda hizmeti etmek zorunda olduğunu gösterdi” diye yazıyor.

Habere göre Mısır, insan ticareti ile mücadele için, aralarında 10 yaştan fazla olan yabancılarla evlenmeyi de yasaklayan bazı kanunlar tasarladı.

Ancak kızların doğum sertifikalarında yaşlarını büyütmek gibi yöntemler kullanılarak kanunun etrafından dolaşılabiliyor. (BBC Türkçe)

ulusalkanal.com.tr

MK ULTRA PROJECT : MICROWAVE MIND CONTROL

As a scientist researching into microwave weapons used on the general public, evidence that the GM900 microwave network as used by Vodaphone and British Telecom, is a major health hazard, has come to my attention. Defence Intelligence Agency (DIA) documents entitled: Biological Effects Of Electromagnetic Radiation (Radiowaves and Microwaves) Eurasian Communist Countries, show that microwave frequencies similar to those of the cellular phones can cause health problems in the following areas:

  • Blood.
  • Cardiovascular System.
  • Cells.
  • Central Nervous System.
  • Digestive System.
  • Glands.
  • Metabolism.
  • Reproduction.
  • Visual System.
  • Internal Sound Perception.

Equipment to test the frequency and intensity of microwave phones shows that they produce signals similar to microwave ovens. Two Vodaphone cellular phones were producing 100mW/cm2 and 50 mW/cm2 respectively. The danger level for microwave ovens is 5mW/cm2 and the Russians regularly used 10 mW/cm2 for weapon research. These Vodaphones will therefore cause significant health problems if used. A variety of cell phones can be tested to see how dangerous they are.

The GM1800 system used by Orange uses higher frequency microwaves. Australian scientists found this caused cancer in mice exposed to radiation of this type. The documents in my possession show that microwaves pass deeply into the body and can have a negative effect on the brain and body.

The DIA research dates from 1976 and shows the dangers were known about over twenty years ago. The Soviets used the frequencies and intensities used by mobile phones, 1800 MHz and 900 MHz, as weapons. It is a rule of the intelligence community that you hide things in plain view, getting the public to accept microwave mind control weapons which effect their behaviour under the guise of mobile phones was a stroke of genius. Getting the public to pay for these microwave mind control devices, so their brains and behaviour can be damaged, to make them more docile and easy to control, was pure diabolical genius.

UK INTELLIGENCE FORCES AND MICROWAVE MIND CONTROL

Microwave weapons that turn people into stressed, confused, submissive zombies are being used in Britain’s inner cities. Developed by the communists, microwave weapons similar to microwave ovens have since the 1980s, been targeted on inner city council estates. These weapons transmit extremely low frequency (ELF) signals which mimic natural brain waves; at the flick of a switch, all the people around these microwave transmitters are turned into submissive zombies who cannot think clearly, become depressed, apathetic and want to lounge around all day doing nothing: the inner city malaise found on Britain’s streets. With the advent of new ELF detectors designed by the author’s research teams, the mass mind control of the metropolitan UK population can be proved. ELF signals are officially only found at nuclear submarine communication stations, so the researchers were shocked to find microwave and UHF, mind control signals in city centres, the author’s flat, being sent through mobile phones, the BT telephones and from the numerous transmitters that dot the country.

The massive increase in mobile phones has enabled the UK security forces to use this network of transmitters to beam mind control signals into the brains of anyone living near these transmitters. Microwave phones use pulse modulated microwaves of the correct intensity to pass through the skull into the brain and control behaviour. Microwave transmitters are therefore the perfect medium for the transmission of ELF signals to mind control the UK population.

Researchers are of the opinion that the inner city riots of the early eighties forced the Thatcher regime to deploy ELF mind control devices developed in the 1970s to turn the working class housing estates into total policing zones. In these zones, ELF transmitters turned the inhabitants into docile zombies. So successful was this technology that it was expanded to cover all major towns. Mass mind control of the UK public to make them submissive and obey authority was expanded, hand-in-hand with the mobile phone network and military and police microwave transmitters. Now the entire London conurbation is covered by UHF and microwave carrying mind numbing ELF.

Research into the use of microwave weapons and their use for mind control began in 1950s at the Tavistock Institute, one of Britain’s leading psychiatric research establishments. The UK institute was researching into ways of mind controlling the British population without them knowing. The monkey submission response, whereby the dominant monkey caused submissive behaviour in the underlings, was the brain state of most interest to the British scientists. Having found this specific brain rhythm for docile submissive, zombie-like behaviour, it was then recorded and used as the template for the ELF signal beamed on UK microwave transmitters. Britain was the first discoverer of microwave technology, used for radar, in the 1940s and therefore had a commanding lead over everyone else in this field.

The 1970s brought a darker side to the story, with the news that the Russians were microwaving the US embassy in Moscow. One third of the staff eventually died of cancer from this microwave irradiation. Australian scientists proved in 1997, that tiny amounts of microwave produced by the very safest mobile phones, cause cancer in mice, when exposed to this radiation. Greenham Common was the first time that the Ministry of Defence was involved in the offensive microwaving of women protesters, the so called Greenham Common Women. This event showed that the UK security forces were willing to use lethal doses of microwave radiation on large groups of the general public. Equipment showed that the women peace protesters were subject to high levels of microwave radiation, some of them have subsequently died from cancer. Northern Ireland would have been a perfect proving ground for mass mind control technology. Research at the Tavistock institute enabled the Thatcher government to put into large scale use, the frequency which causes submission in humans. Radiating this ELF frequency on microwave transmitters, cellphones, BT phones and by use of other transmitters, the inner city population can be behaviourally controlled. My research group have ELF detectors, which can prove all manner of UK transmitters are being used to mind control the population. Since ELF is not found naturally, and is only used for nuclear submarine communication, its presence proves mind control weapons are being used on the general public. The author also has access to scientific documents showing the devastating effects of ELF broadcast by microwave, UHF and VHF on humans.

It is alleged that Marconi put this microwave technology into full scale production, and around thirty scientists and military personnel on the project who began to ask questions committed `suicide’ under mysterious circumstances.

My research has found that microwave weapons are targeted on middle class troublemakers and researchers who cause problems for the establishment. Russian and American research has found that pulse modulated microwaves (as used for mobile phones) can, when modulated with ELF which mimics specific brain patterns change the behaviour of the victim at the flick of a switch. It has been found that UK security police, such as MI5 use the 450 MHz frequency used for this research (legally allowed to be used by the police) for behavioural control. A vast catalogue of mind control frequencies in the MHz range, FM radio, TV and mobile phone frequencies, have been measured, which are used in the UK for mind control and killing or disabling victims: 147, 153, 197, 199, 447, 453, 456, 466, 853, 883, 884, 887… Symptoms can be depression, befuddled thinking, loss of memory, stress, not being able to cope, manic behaviour, schizophrenia, nervous breakdowns, physical collapse, brain and nervous system damage, heart attacks, cancer…

An example was Brighton police van, parked outside the Brighton Pavilion which was used to beam UHF and microwaves at vagrants to clear them from the area. All Brighton’s city centres are bombarded with microwaves when vagrants congregate to make them so ill they have to flee. The Evening Argus newspaper asked the police if the white van which was parked in the Brighton Pavilion grounds for months, was their van, they replied it was one of their ‘surveillance’ vehicles. On Wednesday, 4th of February the author was passing Brighton Police station with a frequency counter which detects microwave weapons, and I detected a 452 MHz microwave beam being directed at two young offenders sitting on a wall opposite the station. I confronted the police with the reading, Robert Galloway, spokesperson for the police stated, "they were not interested in microwaves even if they were a danger to health." The author has uncovered widespread use of microwave weapons in Brighton by the police and MI5 as a test programme to clear vagrants from the city centre.

Contacting researchers in this field of enquiry, they all complain of microwave-like symptoms, headache, nausea, giddiness, eye damage, ear problems… Readings I have taken show that the 750-1000 MHz range is used by the intelligence services for inducing nervous and physical collapse. Microwave ovens give off 1000 MHz.

On the Channel 4 programme, For the Love of…New World Order, shown on Monday night at 12pm, on April 6th, the author revealed some of these facts on television. The presenter, and researchers of this programme complained of severe headaches in the days preceding filming symptomatic of microwave attack. As the foremost non-military expert microwave weapons, remote viewing (psychic spying) and Psi-warfare, the author became aware of the microwave problem when he was targeted to stop his forthcoming book on remote viewing being released. This book on psychic spying, published by Century Books, is the first book by a scientist on the subject of Psi-warfare and the techniques the superpowers developed.

Subsequent to the filming of the Channel 4 programme, he was arrested by Brighton Police on February I5th outside their building and his frequency counter was confiscated to stop him recording the use of microwave weapons around the police station and in public places around the town. Even though no law was broken. It appears Brighton Police are worried that their use of microwave weapons on Brighton’s vagrants is coming to light. The UK government has also bought up all the readily available frequency counters, these being the Watson FC-128 frequency counters, and the Optotronic devices, and the manufacturers now market a ‘modified’ model, which most probably has a digital filter so that the microwave weapon frequencies given above, cannot be shown. The author’s frequency counter has still not been returned. With such high-level manipulation of events it seems that microwave mind control is part of a secret policy which is being practised on the general public in this county. As part of a covert government policy of harassing and disabling critics, this means of attack is not covered by the law and highly deniable, the perfect intelligence device for civilian control. The author’s flat is targeted with a 900 MHz beam which seems to be designed to cause massive neurological damage and produce tumours.

The BT phone network has the potential to be used for docilisation of the UK public. A 30-40 MHz signal is carried by the phone. When the earpiece is placed against the head, bone conduction carries the ELF component into the brain of the phone user. A ELF signal which can effect behaviour or health is therefore passed into all BT phone users. It appears from experts I have consulted on the subject that the digital phones have been designed to carry this mind control carrier frequency. Vodaphone have supplied a mobile phone to a friend of mine that pumps out an 847 MHz signal at over 100 mW/cm2, this is equivalent to 4×100 watt lightbulbs being turned on in the body of the user. This means that mobile phones can potentially be used to kill or so disable a person they no longer become a problem to the establishment. Another Vodaphone tested pumped out 50 mW/cm2. UK safe levels for microwave ovens are 5 mW/cm2 – which are not held near the head. There are reports by military researchers that 1 mW/cm2 will cause swelling of nerve cells exposed to microwave.

It is obvious that a total policing of the population by means of UHF, VHF, and microwave EM radiation, amongst others, is being used to keep the UK population in a docile and submissive mental state. Mental confusion can also be added to the signal for working class inner city areas to keep them docile and confused. A land of stultified zombies, who are mind controlled to make them docile and unable to think clearly. Subversives are habitually targeted with microwaves to drive them mad or make them fatally ill

On July 4th 1976 seven giant transmitters in the Ukraine, powered by the Chernobyl nuclear facility, pumped a 100 megawatt radio frequency at the West, which contained a 10 Hz ELF mind control frequency. According to a US scientist, Dr. Andrija Puharich, MD, the soviet pulses covered the human brain frequencies. With a Dr. Bob Beck Andrija proved that the Soviet transmissions were a weapon. He found that a 6.66 Hz frequency would cause depression and an 11 Hz signal would cause manic and riotous behaviour. transmissions could indeed entrain the human brain, and thereby induce behavioural modification populations can be mind controlled en masse by ELF transmissions. More importantly he found that an ELF signal could cause cancer at the flick of a switch. It did this by modifying the function of the RNA transferases so that amino acid sequences are scrambled and produce unnatural proteins.

MIND CONTROL

Torture is alive and well in the UK. MI5, the UK’s secret police, regularly use Non-Lethal Weapons on any dissidents. Since MI5 have a well documented history of hating the Labour Party, and were instrumental in bringing down the Labour Prime Minister Harold Wilson, they naturally took to spying on, and discrediting, any group or person who did not follow their rabid right wing dogma. When Margaret Thatcher became Prime Minister of a right wing Conservative Government in 1979, she soon saw the power in recruiting MI5 to be her own secret police. During the Miner’s strike in the early eighties, Arthur Scargill and his National Union of Miners nearly brought the Conservative Government down, with their year long strike. Margaret Thatcher used MI5 to spy on the Miners and to discredit Arthur Scargill. Leading police officers argued against the use of MI5 on the civilian population, they were ignored or replaced – if they proved too vociferous.

Margaret Thatcher was the first Prime Minister for many a year to sit in on the Joint Intelligence Committee’s meetings on a regular basis. Thatcher, as a trained scientist, would have been well aware of the usefulness of microwave weapons. They are impossible to detect unless you have a detector, dissidents have no idea these weapons exist, and best of all, they are totally deniable. It may be that MI5 kept this research secret from Margaret Thatcher, but the resources the UK has put into these fearsome, so-called non-lethal weapons, is extensive. UK intelligence runs a fleet of microwave weapon carrying vans, as well as portable microwave weapons that can be deployed near the dissident’s home. The vast expense can be disguised as communications equipment, for as we all know, microwave telephone communication is all the rage in our modern world. My research shows that the microwave telephone network also has the potential to be used as a major mind control weapon system to control the behaviour of the microwave phone users.

Developed under the Conservative government, which was in power from 1979-97. The UK secret, or ‘black’ government, has at its disposal a fearsome array of mind control weapons. These abhorrent devices are euphemistically called ‘non-lethal weapons’ by the UK military. In fact they kill you slowly by causing: nerve damage, cancers, mental collapse leading to suicides, or tissue failure, such as heart attacks due to the cooking effect of microwaves.

Precisely modulated microwave radiation is used to influence brain function. Human behaviour and reactions can be entirely controlled by using pulse modulated microwave EM radiation. Pulse modulated microwaves are useful as the carrier for the mind control signals as they are able to pass through the skull, which is rather resistant to low level EM. The massive number of microwave antennae that dot the country, some of which are used for the microwave phone network, all use pulse modulated microwaves, which makes their use for a strategic mind control device against the civilian population in times of trouble, or rioting, crucial to modifying the behaviour of the general population. In modern democracies it is no longer viable to shoot rioters, or torture dissidents by normal means, as the bad publicity is self defeating. Thus, microwave weapons have been developed by the UK’s military intelligence as they leave no marks, or gaping wounds. This pulse modulated microwave carrier beam can then be used to carry signals. These signals are extremely low frequency recordings of brain electrical potentials, which have been recorded by neuro-medical researchers such as Dr Ross Adey.

Dr Ross Adey’s research at the Brain Research Institute of the University of California, was funded by the CIA. In their Pandora project a catalogue of different brain signals for specific actions, emotions and pathological states of mind were recorded. It was found that when microwaves were used to fire these signals at victims’ brains, they experienced the moods, behaviour, and the pathological states, carried by the signals. This meant that by mimicking natural brain frequencies, the human brain could be controlled remotely by use of extremely low frequency broadcast carried by pulse modulated microwave beams (ELF pulse modulated microwave remote mind control technology).

It is now possible to broadcast mind control commands directly into the brain by use of microwave beams. All that is needed is a catalogue of every specific brain frequency for each: mood, action and thought. These catalogues of excitation potentials are available from Russian neuro-medical research institutes, so any one with enough cash can have the same technology at their disposal, as UK military mind control groups (the psychological-enforcement arm of MI5). The Aum sect bought microwave weaponry via their 50,000 Russian converts.

Particular excitation potential, is then broadcast by pulse modulated microwave transmitter. This pulse modulated microwave beam has the ELF excitation potential frequency imprinted upon it. It was found that each behavioural set in humans had a distinctive frequency. There was one for: anger, suicide, hysteria, trauma, serial killing, paranoia, lust…etc. Intelligence operatives in the UK regularly park microwave transmitters outside targets’ houses and beam specific mood inducing excitation potentials at the victims. To aid them, they have sophisticated millimetre wave scanners to look through the victims’ walls, so they can see the targets’ in their homes. Pulse modulated microwaves are regularly directed at the victims’ brains, while other people in their homes are oblivious of what is going on. A leading conspiracy researcher, who looks into GCHQ at Cheltenham, found one of these vans, with two spheres on its roof parked in his road. When he took the number plate and through contacts checked who owned it, he found it was an MOD van. Hopefully he has found the microwave weapon system before it has done him too much harm.

These microwave weapons were developed allegedly at Marconi. When firing microwave beams through walls at one specific target, every material in the way of the microwave beam attenuates or modifies the intensity and frequency of the beam. Since precise frequencies and intensities are needed for mind control, very sophisticated microwave arrays and computer programmes had to be developed so that the microwave beam could be changed in response to the materials which lay between the target and the weapon, as the victim moved around the house. To do this, the reflectivity and refractivity of the materials between victim and weapon had to be analysed in real-time and fed to a computer which could change the microwave array in concert with the changing environment between victim and weapon, as the target moved around his/her home. Secondly, there had to be an automatic interrupter if another person walked in front of the beam. The victim needed to be driven mad or disabled, without anyone else being aware that he or she was being targeted. The technology for this was very complex but eventually it was perfected. Twenty five or more scientists and military personnel, associated with the Marconi project, then died in mysterious circumstances. Intelligence personnel regularly kill people to keep them quiet. Maybe they killed the entire research team to keep such a diabolical weapon secret. For if it were made public, the scandal would bring down the government. Whatever the real story, by the mid to late eighties, all the problems had been ironed out and these new smart microwave weapons were deployed on the UK s streets. Northern Ireland would have proved the perfect place to test them out. Pulse modulated microwave weapons had now come of age.

By this method, any mood or behavioural set, can be conditioned into the target’s brain. Intelligence agents keep a log of the victim’s behaviour to see if more intense ‘treatment’ is needed and as a guide for future mind control projects. It is alleged that by this method, UFO and conspiracy researchers, are routinely driven to commit suicide. having the excitation potential for suicide beamed into your brain day and night by microwave mind control weapons, soon resets the brain into a cycle of depression that spirals out of control ending in suicide. Many intelligence and technical officers in the UK, who have spilled the beans, or could be a potential leak, are driven to commit suicide by the special mind control teams run by MI5. If you look at the long list of UK military and intelligence experts who inexplicably commit suicide, one can see an underlying mind control logic that drives them to kill themselves.

Behavioural reinforcement is used in a synergistic way with the mind control. It was found that the effect of the microwave beams could be greatly enhanced by external reinforcement. Intelligence community personnel destroy the target’s property, ruin their financial affairs spread vicious rumour, make sexual peccadilloes public knowledge – such as wearing women’s underwear, while checking oneself – with an orange in one’s mouth. External reinforcement of pulse modulated microwave mind control technology was found to be very effective. Intelligence chiefs are now in seventh heaven; if some one becomes a problem they get the ‘suicide mind control team’ parked outside their house. Within weeks, the victim kills himself. This is very pleasing to the intelligence mandarins, as suicides are easy to explain away – even if the victim was a highly placed politician or military man.

If the military intelligence agency does not wish you to commit suicide, they can drive you mad. This is done by beaming the excitation potential of a particular pathological mental state at your brain while you are at home. To aid in this, the intelligence operatives can place sounds and speech in the target victim’s brain. This inter cerebral hearing is used to drive the victim mad, as no one else can hear the voices transmitted into the brain of the target. Transmission of auditory data directly into the targets’ brains using microwave carrier beams is now common practise. Instead of using excitation potentials, one uses a transducer to modify the spoken word into ELF audiograms, that are then superimposed on the pulse modulated microwave beam.

Discrediting well known people who are causing problems for the shadowy elite, by driving them mad, seems to be standard operating procedure for the intelligence community. Victims are subject to pulse modulated microwaves which carry different types of madness and behavioural aberrations, encoded as ELF excitation potentials. This makes the troublesome high profile person, display manic or insane behaviour that discredits them. Examples of this technique are allegedly: David Icke, Fergie, Princess Diana… Outside environmental reinforcement, by use of media agents in league with MI5, makes it assured that the high profile person’s mind controlled madness, will be put in the worst possible light to discredit them. In this way, high profile subversives who cannot be wrongly imprisoned (unlike the Carl Bridgewater prisoners, Birmingham Six, Guilford Four…) in the normal way by Britain’s police, or killed by assassination squads, such as the Pegasus group, are made to look ridiculous. Public humiliation is the finest weapon the authorities have, to make harmless, a potential well known figure, who is causing trouble.

If the VIP needs to be made temporarily ill, microwave beams containing the signal the brain gives off during a vicious bout of flu can be fired at the victim. This causes the target to display all the symptoms of flu, even though they have not caught the virus. Major Ed Dames, the remote viewing specialist, who has close links with the US secret military, alluded to this device on a US TV programme.

The intelligence agents can also use low level microwaves to cause mental and physical confusion that leads to illness. Beaming microwaves at victims makes them fatigued, damages their immune system, causes neurological damage that effects their thinking, and ability to carry out tasks, induces premature ageing, cancer and cataracts. Sussex Police regularly use this low level microwave to clear drunks from city centres. While researching this matter, I was subject to high levels of microwave >10mW/cm2 whenever I approached their headquarters, whilst MI5 irradiated my home continually with microwaves. It seems that I touched a raw nerve while researching mind control weapon usage in the UK.

Organisations that irritate the authorities have their building turned into a ‘hot spot’ by microwave transmitters, so the staff all suffer sick building syndrome caused by microwave damage. Or the staff of the target organisation have their behaviour changed to cause discord. UFO Reality, a leading UFO and conspiracy magazine have complained of mysterious health problems, while another New Age group complained of eye damage, nausea and headaches brought on whenever they had a meeting, which may have been caused by microwaves.

Heating the victim to death, by microwave cooking is caused by increasing the field intensity of the radiation, to cause local hot spots in the victims’ eyes and gall bladder, which have poor circulation, so cannot carry away the heat.

Irradiating the optic nerve of the victim with the same signal that is sent to the brain by this nerve, causes the nerve tissue to overload. In this way, subversives can be blinded by the intelligence community without them knowing what has occurred. An American researcher complained of this problem to me and warned me that this weapon system was being used on my person by MI5.

Neurological research has found that the brain has specific frequencies for each voluntary movement called preparatory sets. When you pick up an object, there is a specific preparatory set for this action. By firing at your chest a microwave beam containing the ELF signals given off by the heart, this organ can be put into a chaotic state, the so called heart attack. In this way, high profile leaders of political parties, who are prone to heart attacks, can be killed off -before they cause any trouble. Neil Kinnock’s Labour government was allegedly cheated out of an election victory by postal vote rigging in twenty key marginal seats. When a new even more electable Labour leader was found, it is rumoured that John Smith, the then Labour leader, was prompted to have a fatal heart attack, while walking in the country with his family, by means of a concealed microwave device which operated on the Vagus nerve to bring about a massive heart attack. Since MI5 have a long history of naked hatred toward the Labour Party, there may be some truth in the above, though no hard evidence has yet been found.

Paralysis can be induced in the target by use of this method of broadcasting preparatory sets encoded on microwave beams. A pulse modulated microwave beam, carrying an ELF signal, which is identical to the one in the motor neurone centre of the brain, is used to jam the victim’s motor co-ordination. This is analogous to radar jamming, using a more powerful signal at the same frequency to swamp out the enemy’s radar. Motor neurone preparatory set potentials are jammed by a bigger signal carried by a microwave carrier beam, that literally overloads the brain, so it cannot control the body. Pulse modulated microwave weapons which broadcast the ELF preparatory sets of the motor cortex at the victim, will paralyse the victim without killing them. Breathing and heartbeat are involuntary actions controlled by another set of frequencies in another part of the brain.

This technique can be used to abduct people for secret government mind control experiments, under the guise of alien abduction. A microwave beam of this nature will paralyse the victim, so they can be bundled into a black helicopter and airlifted away for experimentation.

Once the procedure is complete, hypnosis can be used to plant false memories of alien abduction. In this way, real alien abductions can be used by the authorities to enable them to obtain a limitless supply of guinea pigs for their mind control experiments.

Real memories of government involvement are erased electronically. This technique clears all short-term memories from the victim’s consciousness by broadcasting microwave beams at the target which carry the signals used for memory retention. When you remember something, it is first stored in your short-term memory. After approximately twelve hours, this short-term memory is converted in the brain to long-term memory, after which you remember this information for the rest of your life. If this conversion from short-term memory to long-term memory does not occur, the data is lost. We all see details around us, but try to recall the decor in a restaurant you ate at some weeks ago and you will see how tenuous memory is. Microwave radiation of a specific frequency can interfere with the transfer of memories from short to long-term memory. Microwave radiation of a specific frequency can interfere with the synapses of the brain. By interfering with the connections between brain cells, memory of people can be disrupted. In this way, Seal special forces assassins can be brain wiped after a mission, so they have no idea of the target they killed. Using hypnosis, false memories can then be planted in the brain, so the gap left by the real memory is papered over.

The latest advance in electronic mind control were discussed in my previous articles in Nexus, but for those who missed the ESP of Espionage, this equipment uses special types of microwave beams called MASERs. These are the laser equivalent of microwave beams. These MASER beams have been used to develop something called synthetic telepathy. This is the ability to read peoples’ minds from a distance. Electronic scanning of victims’ brains by monitoring the electromagnetic (EM) emissions from peoples’ brains and using amongst other things, the brain waves (as measured on an EEG), to read the victim’s subvocalised thoughts.

Head of US Special Forces Major-General Schaknow, talked about synthetic telepathy during a lecture in July 1992 at Fort Bragg North Carolina. The US military is hard at work perfecting synthetic telepathy. In synthetic telepathy, the weak electromagnetic signals in the brain associated with subvocalised thought, are connected to a computer by use of electrodes, or in more advanced mechanisms by MASER beams. Sophisticated computer systems have learnt to read the subvocalised thoughts in the brain, by associating a specific brain excitation potential, with a particular word. In this case, only one specific language can be decoded, as each word in a language has a specific set of frequencies that must be discovered. Once the donkey work of finding the specific frequencies for all the words in a language has been programmed into a super computer, which can carry out massive parallel processing, fuzzy logic software is used to match this with real world excitation potential associated with subvocalised thought obtained from thousands of abductees, who are used to calibrate the synthetic telepathy devices. GCHQ Cheltenham, the intelligence gathering arm of MI5, possess the advanced computer systems needed for synthetic telepathy.

Synthetic telepathy detects the l5Hz, 5 milliwatt auditory cortex brain emissions, that are linked with the excitation potentials in the brain associated with subvocalised thought. New technology, involving low frequency microwaves and RF, has enabled devices to be built which can scan through walls and look inside peoples’ bodies like X-rays. This enables security personnel to see a target in his own home and to track him throughout the house. Further to this, being able to see inside the victim’s head, would allow computer controlled targeting of specific brain centres in the victim’s brain, even when he was walking around the house.

A scan of the specific brain emissions given off when the victim subvocalises using an array of pulsed frequency MASERs fired at the specific brain centres of the subversive, while he resides in his own home, enables the victim to be scanned. By firing an array of ELF pulse modulated MASERs, which scan up and down the window of frequency emissions given off by subvocalised thought, interference effects can be measured in the MASER beam. The victim’s ELF brain emissions will interact constructively or destructively with the pulsed frequency MASER carrying ELF in the ELF window associated with subvocalised thoughts. If we fire an array of pulsed MASERs, which are out of phase with each other, extraneous noise can be filtered out in the digital domain. Since the converging ELF modulated MASERs are being effected by the low level emissions in the victim’s brain, the shifts in the ELF pulsed signal going into the subversive’s brain can be detected. A simplistic version of this would be the LASER beam shone at the window of the person that is being bugged. The vibrations in the window cause modulations in the LASER that can be converted into electrical signals and hence into sound. In this way the subvocalised thoughts in the victim’s brain can be read. Having already built up a library of excitation potential signatures for differing words and groupings of words, a sophisticated computer can begin to decode the emission signatures into word streams. In this way the subvocalised thoughts of the victim can be stored in the memory of a supercomputer and analysed to give a read out of what the target is thinking..

Using ELF audiograms carried by a single pulse-modulated Maser, subvocalised thoughts can be placed in the victim’s brain. This enables UK synthetic telepathy operators the ability to enter into conversations with the subversive to drive him mad or to bring up key words which will get the victim thinking about the information they wish to find. Visual cortex excitation potentials can also be broadcast into the victim’s brain so that illusory images can be projected into their brain to drive them mad, or to programme them to commit suicide.

My research has led me to uncover a truly nation-wide mind control weapon system. Each UK police station is equipped with a vast array of microwave antennae. The Sussex Police headquarters has a two hundred foot antenna. The building is surrounded by a fence and is off limits to the public. This microwave complex sits in the middle of a council housing estate, which means the people in this area are being bathed in low level microwaves. New research has shown that low level microwaves give mice cancer, since the emitters tested by the scientists, were the new ultra safe mobile phones which give of much smaller intensities than the police antennae, the Police microwave system is a serious health hazard. It seems that low level microwave radiation excites the hydrogen bonds in the cell and can interfere with meiosis. This causes cell division to go wrong, which leads to cancerous cells and hence tumours.

Secondly, the police have been granted the exclusive use of the 450 MHz microwave frequency range. This is exactly the frequency used by Dr Ross Adey, the CIA mind control expert, in his experiments on behavioural modification. It seems the police have the exclusive use of this mind control frequency and a vast array of antennae to broadcast this frequency all over the country. Very useful for mass mind control in times of emergency. Adey found that by using 0.75mW/cm2 intensity of pulse modulated microwave at a frequency of 450 MHz, it was discovered that an ELF modulation could be used to control all aspects of human behaviour. The Sussex police headquarters is connected to CCTV, closed circuit television cameras throughout the town. Some of these cameras have microwave telemetry devices that could easily be used to broadcast this frequency. The large antennae that bracket the town could also be used.

The most insidious aspect of this, is that the entire mobile phone network could easily be used to control the behaviour of the phone users. By use of my microwave detector, I have found that mobile phones of the newer type, give off a pulse modulated microwave signal of around 0.75mW/cm2 at the earpiece. This may be coincidence, but it is exactly the intensity required form behavioural control as found by Dr Ross Adey, the pioneer of microwave mind control. So in theory, an ELF signal could be added to the microwave network to feed a precise behavioural pattern into every mobile phone user in the UK. If their were widespread riots, the ability to broadcast behavioural stimuli to mollify all the mobile phone users in the country would prove useful. Since mobile phone users are generally middle class, it means authority has a useful method of controlling the behaviour of the key voters. Microwave carrier beams are perfect for transmitting the excitation potential of docility to the phone user to keep them servile in times of trouble. When no ELF signal is broadcast the phone acts in a completely different manner on behaviour in humans. In this case the microwave phones causes the neurones to release calcium ions which makes the user tired irritable and when stresses likely to emotional outbursts such as road rage.

In Brighton, the local MI5 headquarters has a large microwave array on its roof. Secret bunkers in the area also have large microwave arrays above them. It is child’s play to transmit an ELF modulated signal to be broadcast by the entire mobile phone network – if need be. By this means the entire mobile phone users can be behaviourally modified. At the cost of developing cancer from low level microwave exposure from the phones they constantly use, stressing the neural network by constant calcium ion efflux and interference with bioelectric fields.

It seems strange that a few milliCuries of ionising radiation will get the National Radiological Protection Board excited, whilst high intensity cancer inducing non ionising microwave radiation, goes unchecked. So high are levels near transmitters, that litter the countryside, that light bulbs will explode near them. If the intelligence community is using microwaves on a large scale as mass mind control weapons, then the NRPB’s silence is easily explainable. To add to this, the numerous microwave detectors that were cheaply available to check leakage from microwave ovens are no longer made by any company in the country. It seems the UK authorities do not want the population to be able to detect when they are being microwave.

In conclusion, it can be seen that the UK intelligence and police, have a dizzy array of high-tech mind control devices. They regularly target their own populations and thousands of people are made ill by microwave weapons. With the advent of synthetic telepathy, ‘CCTV of the mind’ becomes a reality.

With the election of a New Labour government unaware of microwave weapons and untainted, as they had no part in their development and deployment, it is certain that Tony Blair’s government will outlaw these abhorrent microwave weapons – as they have done land mines. The only problem will be convincing the Labour government that MI5’s microwave communication equipment is in fact microwave mind control weaponry. With the total secrecy the MI5 organisation operates under, one can be sure they will be mendacious as to how their £200 million pound budget is used to hone their leading edge microwave mind control torture weapons that are used on the public. Even more disturbing is the use of EMP and microwave weapons by the police on anyone researching into this area.

REFERENCES ELECTRONIC MlND CONTROL

[1] Non-Lethality: John B Alexander, the Pentagon’s Penguin, by Armen Victorian, Lobster June 1993. This is an excellent article on the US black government’s ‘hard-man’ of the mind control world -recommended for those who really would like to know how these people think and work.
UFO Reality No 1-3, Jon King, Mind Control.
Mind Control and UFO’s, by Alex Constantine, Feb 1996.

[2] UFO Reality No 4.

[3] Enigma Vol 2, It’s All In The Mind, T Rifat.

[4] Ross W Adey: Neurophysiologic Effects of Radiofrequency and Microwave Radiation, Bulletin of the New York Academy of Medicine, Vo1.55 No 1 1, Dec 1979; The Influences of Impressed Electrical Fields at EEG Frequencies on Brain and Behaviour, in Behaviour and Brain Electrical Activity, Burch, N and Altshuler, H.I., eds, Plenum press, 1975; Effects of Modulated Very High Frequency Fields on Specific Brain Rhythms in Cats, Brain Research, Vol 58, 1973; Spectral Analysis of Low Frequency Components in the Electrical Activity of the Hippocampus During Learning, Electroencephalography and Clinical Neurophysiology, Vol 23, 1967.

Dr Ross Adey, formally of the Brain Research centre at the University of Southern California, Los Angeles, now at Loma Linda University Medical School, Loma Linda, California. He worked on the CIA Pandora Project and was concerned with inducing specific behaviour modification by electromagnetic means as well as induction of calcium efflux events to interfere with brain function – the so called ‘confusion weaponry’.
C.S. Blackman is a researcher who worked in the US on theoretical research that underlies the electronic RMCT devices now deployed world-wide.
Electronics World and Wireless World: The healing face of electromagnetic fields; 1993.

[5]. Martin Cannon, The Controllers.

[6]. Secret and Suppressed, Jim Keith.

[7]. Psychic Dictatorship in the USA, Alex Constantine.

[8]. Encounters, Vol 7, Psi Spies, Marie-Louise Small. Cosmic Top Secret: America’s Secret UFO Program,1992 William Hamilton III.

[9] Encounters, Vol 10, Room with a Remote View, by Richard Forsyth. This is an article about the author. http://www.fastnet.co.uk/pms ; Paranormal Management Systems’ web site. For an information pack on RV/RI, send £3 plus a SAE to PMS, PO Box 2749, Brighton, BN2 2DR, UK. Correspondence and normal courses are available, phone 01273 690424 to book for courses. We also offer consultancy on mind control problems.

Nexus Vol 3 No 6, Remote Viewing: The ESP of Espionage, by T Rifat. Nexus Vol 4 No 1 The Esp of Espionage, Part 1, by T Rifat.

Nexus Vol 4 No 2, The Esp of Espionage, by T Rifat. These three articles cover the theory of RV, RI and ESP in very great detail. recommended for the serious RV/RI student. For more information contact the author.

Alien Encounters No 1 1 Alien and Government Mind control, T Rifat. Sightings Nol2, Losing Your Mind! Mind control Technology, by T Rifat. UFO Reality No 8, Mind Control, Big Brother Is All In The Mind, T Rifat. Enigma 6, Mind Control, by T Rifat.

Fortean Times 95, Police State of Mind, by David Guyatt. US Synthetic Telepathy info supplied by David Guyatt.

Guyatt, David. "Some Aspects of Antipersonnel Electromagnetic Weapons (paper prepared for ICRC Symposium for the medical profession.

DERİN DEVLET DOSYASI /// Çorum olaylarının savcısı : Sağcılarla solcuları vuran silah aynıyd ı, balistik kayıtları arşivde

Alevî-Sünnî çatışması çıkarmak için planlanan Çorum olaylarını soruşturan dönemin Cumhuriyet Başsavcısı Ertem Türker, kirli senaryoyu Zaman’a anlattı. "Aynı silahın hem sağcının hem de solcunun eline verildiğini tespit ettik." diyen Türker, balistik incelemelerin ve diğer bütün delillerin arşivlerde mevcut olduğunu söyledi.

‘Çorum olayları’nın üzerinden 32 yıl geçti. Alevî-Sünnî çatışması çıkarmak için tezgâhlanan ve 1980’in ocak ayında başlayıp temmuza kadar süren kanlı olaylarda 57 kişi hayatını kaybetti. Yüzlerce kişi de yaralandı. 12 Eylül darbesine giden yolda önemli bir kilometre taşı sayılan olayları soruşturan emekli Cumhuriyet Başsavcısı Ertem Türker, yaşananları Zaman’a anlattı. Türker’in yıllar sonra yaptığı açıklamalar, kirli senaryoyu deşifre edecek nitelikte. "Olaylar sırasında ele geçirilen silahların balistik muayenesi sonucu gördük ki, aynı silah kullanılarak hem sağcı hem de solcular öldürülmüştü. Yani senaryoyu yazanlar, aynı silahı hem sağcıların hem de solcuların eline tutuşturmuştu." diyor. Yargılamaların Erzincan Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yapıldığını hatırlatan Türker, balistik incelemelerin ve diğer bütün delillerin arşivlerde mevcut olduğunu vurguluyor.

Çorum olaylarında avukatlık yapan Sadık Eral’ın söyledikleri de Ertem Türker’i doğruluyor. Olaylar sırasında ağır yaralanan Eral, o dönem Milli Güvenlik Konseyi kararlarında Alevilerin iç tehdit olarak görüldüğüne dikkat çekiyor. Eral, yaşananları ise şu sözlerle özetliyor: "Toplum mühendisleri sol kesime veriyor silahı, kullandırıyor sonra da aynı silahı sağ kesime veriyor. Her iki tarafa da silahları veren aynı eldi."

12 Eylül iddianamesinde, toplumun kaosa sürüklenmesi için düzenlenen provokatif olaylar tek tek sıralanıyor. 1 Mayıs, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum’daki olayların, Abdi İpekçi suikastının askerî darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı aktarılıyor. Cuntacıların, müdahale için ‘şartların oluşmasını beklediği’ kaydediliyor. Çorum olaylarının üzerinden 32 yıl geçti. 1980 yılının ilk aylarında başlayarak 4 Temmuz’da zirveye tırmanan olaylarda resmî rakamlara göre 57 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. 12 Eylül darbesine giden yolda önemli bir kilometre taşı olan kanlı olaylar yakın tarihteki birçok olay gibi aydınlatılamadı. Zaman, o dönem olayları soruşturan Cumhuriyet Başsavcısı Ertem Türker’e ulaştı. Türker’in yıllar sonra yaptığı açıklamalar, kirli senaryoyu deşifre edecek nitelikte. Olaylarda ele geçirilen silahların balistik incelemesinde çarpıcı gerçeklerin ortaya çıktığını anlatıyor. Aynı silahın hem ülkücüleri hem de Alevileri vurmak için kullanıldığını söylüyor. O dönem elde ettikleri bütün delilleri, sıkıyönetim mahkemesine gönderdiklerini anlatıyor. Şu anda İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne bağlı Adalet Meslek Yüksekokulu’nda hukuk dersleri veren emekli Cumhuriyet Başsavcısı Türker’in çarpıcı açıklamaları şöyle:

"Silahların balistik muayenesini istedik. Kitleleri birbirine düşürmek için bir senaryo kurgulanmış ve aynı silah hem sağcıların hem de solcuların elinde kullanılmıştı. O dönem sıkıyönetim olduğu için yargılamalar Erzincan Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde görülüyordu. Biz sadece soruşturmaları yapıyor, delillerimizi topluyorduk. Ama yargılama ve mahkeme olarak bağlı bulunduğumuz bölge itibarıyla belgeleri Erzincan Sıkıyönetim Mahkemesi’ne gönderiyorduk. Davaları Askeri Yargıtay sonuçlandırdı. Erzincan Sıkıyönetim Mahkemeleri’nin elindeki belgeler o mahkeme dağıldıktan sonra nereye gönderilmişse balistik incelemeleri de orada olmalı.

Sıkıyönetim mahkemelerinde olaylar basit adi bir olay gibi yargılandı. Hâlbuki bunların hepsinin birleştirilerek tek bir dava olarak görülmesi gerekirdi. Büyük bir oyun oynandı. Sağcılardan dindar kesimi, solculardan da Alevi kesimi kullandılar. Çorum olayları, üzerine sosyolojik-pedagojik kitaplar yazılacak bir faciadır. Namaz kılana gerici dedik, sol elini kaldırana komünist! Çorum bir sahneydi. Orada bir tiyatro eseri sahneye konuldu."

ÜLKÜCÜLERİ VURAN SİLAH, ÜLKÜCÜLERDE ÇIKTI

Çorum olaylarında avukatlık da yapan Sadık Eral’ın söyledikleri de Ertem Türker’i doğrular nitelikte. Olaylar sırasında vurulan isimlerden biriydi: "O dönem Milli Güvenlik Konseyi kararlarında Aleviler iç tehdit olarak görülüyordu. O zamanki toplum mühendisleri sol kesime veriyor silahı, kullandırıyor sonra da sağ kesime veriyor aynı silahı. Alevi kültürünü asimile etmeye çalıştılar. Bunun için de insanların dinî inançlarını kullandılar. Olaylarda hayatını kaybeden ülkücü Yahya Baran, sol kesimin olduğu bölgede öldürüldü. Ancak Baran’ın da aralarında bulunduğu gruba ateş açan silahlardan biri daha sonra ülkücü dernek olan İşçiler Birliği Başkanlığı’nda bulundu. Bugün her şeyin farkındayız. Her iki tarafa da silahları veren aynı eldi. Artık oyuna gelmeyeceğiz, bu acıyı birlikte dostluğa dönüştüreceğiz. Olayların başladığı yere barış ve kardeşlik anıtı dikilsin istiyoruz."

Silahları nereden aldığımızı sormuyorlardı

Çorum olaylarında hayatını kaybeden ülkücü Yahya Baran’ın kardeşi Adnan Baran da ilginç iddialarda bulunuyor: "Aynı silahla hem sağcıyı hem solcuyu öldürttüler, doğru. O dönem benim silahımın balistik incelemesi yapılmadı. Belki benim silahımla da bazı ülkücüler öldürülmüş olabilir. Çorum’da iki polis öldürüldü, biri yaralandı. Sonrasında abimler öldürüldü. Polisleri öldüren silah benim suç ortağımda yakalandı. Saldırılarda kullanılan silahların askerî mühimmat olduğu tutanaklarda var. Bize savcılıkta silahları nereden aldınız diye sormuyorlardı. Bir şeyler sorarken bir şeyleri öğrenmek için değil, üstünü örtmek için soruyorlardı."

ERGENEKON DOSYASI /// SONER YALÇIN : Başka Ergenekon’u yazdım kimse üzerine alınmasın ! /// TARİH : 20 12

Soner YALÇIN

sonery

Ergenekon duruşması başladı. Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Ukrayna, Gürcistan gibi renkli devrimlere sahne olan ülkelerde de birer "Ergenekon Davası" olduğunu biliyor muydunuz?

Bu ülkelerde de siyasi parti liderleri, askerler, kanaat önderleri, gazeteciler bir gece sabaha karşı gözaltına alınıp tutuklandı. Ardından yandaş medyanın yayınları başladı: Bunlar darbeci! Sahi, gerçekte bu ülkelerde neler olmuştu? Gelin bir komşu ülkede yaşananlarla başlayalımÉ

TARİH, 6 Eylül 2006.

Saat, 05.00.

Adalet Partisi, Muhafazakár Parti, Cumhuriyetçi Parti ve Anti-Soros Hareketi üyesi 30 kişi, eşzamanlı operasyonla gözaltına alındı. Evlerdeki bilgisayarlara, kitaplara, defterlere, paralara el konuldu. Gözaltına alınanlar arasında, eski askerler de vardı.

Suçlama: Devlete karşı komplo ve hükümeti darbeyle alaşağı etmekti.

Başta Soros destekli Rustavi-2 televizyonu olmak üzere, Başkan Mihail Saakaşvili’ye yakın yandaş medya olayı hep aynı cümleyle verdi: Darbeciler yakalandı!

Cumhuriyetçi Parti Lideri D. Berdzeneşvili, operasyonun muhalefeti sindirmek amaçlı olduğunu söyledi.

Bu arada gözaltılar sürdü. 12 Eylül’de Cumhuriyetçi Parti yöneticilerinden, kamuoyu tarafından çok sevilen Goga Odzeli gözaltına alındı. Bir suç örgütü liderinin evinin inşaatıyla ilişkisi hakkında sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı. Toplumu etkileyen kanat önderleriyle gerçekten pis işlere karışmış çetecilerle işbirliği içinde gösterilmek isteniyordu.

Rustavi-2 televizyonu, Odzeli serbest bırakılmasına rağmen, onu yeraltı dünyasıyla ilişkili göstermeye devam etti. Ayrıca, Adalet Partisi üyelerinin darbe planlarını itiraf ettiklerine ilişkin sorgu tutanakları yayınlandı. İddialara göre, Adalet Partisi ve Anti-Soros üyeleri, silahlı ayaklanma için "plan" yapmışlardı: Meclis önünde yapacakları büyük mitinge, emirlerindeki bazı adamları tarafından ateş açılacak ve çıkacak kargaşadan yararlanıp yönetime el koyacaklardı!

Darbe yapacağı iddia edilen partilerin toplam oyları yüzde 1-2’yi geçmiyordu. Ancak kamuoyunu etkilemede güçlüydüler. Polis operasyonuyla bu etki ortadan kaldırılmak isteniyordu sanki.

İşte 1 numara

Saakaşvili yandaşı medya, darbecilerin lideri olduğunu iddia ettiği "Bir Numara"nın peşine düştü. Çabuk da buldular: Gürcistan’ın eski İç Güvenlik Bakanı: İgor Giorgadze!

56 yaşındaki eski Bakan Giorgadze, kamuoyu tarafından sevilen bir isimdi. Babası Sovyet savaş gazisi ve Gürcistan Komünist Partisi lideriydi.

İlginçtir; "Bir Numara" Giorgadze’nin adı daha önce eski devlet başkanı Eduard Şevardnadze’ye karşı bombalı suikast düzenlenmesi olayında geçmişti! Bu biraz kafaları karıştırıyordu. Çünkü darbeci oldukları nedeniyle tutuklananlar arasında, Şevardnadzeciler ile Şevardnadze’ye suikast düzenlemekle suçlananlar vardı. Bu düşman tarafların nasıl bir araya gelip darbe planladıkları anlaşılamadı!

Sonunda Gürcistan’ın "Ergenekoncuları" yargı önüne çıktı.

Dava kapalı oturum usulü gerçekleştirildi. Görüntü alınmasına bile izin verilmedi.

Başından beri iddiaları ve işbirliğini reddeden 12 kişi çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Sanık avukatlarından L. Barcella, "İddianamenin delilleri tutarlı değildi ve lehte delillerimizi de görmezden geldiler. Bunu kimsenin görmesini istemiyorlar ki, mahkeme salonunu kapattılar. Sonra da en yüksek cezayı verdiler" dedi.En yüksek ceza 8.5 yıldı. Verilen cezalar ve yargılama usulü bugün halen tartışılıyor.

Diyeceksiniz ki, "Eee bu yazdıklarınız bize yabancı değil. Siz bize bunların arkasında neler dönüyor onu yazın". Haklısınız…

Oyunun başlangıcı

Tarih, 31 Mart 1991.

Gürcistan bağımsızlığını ilan etti.

Hayatı boyunca Sovyetler Birliği’ne muhalif olmuş Zviad Gamsahurdia devlet başkanı oldu. Ancak gerek iktisadi zorluklar, gerekse iç karışıklar sonucu kısa süre sonra görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı.

Rusya’nın desteğiyle Sovyetler Birliği’nin eski Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze, 1992 yılı Ekim ayında Gürcistan devlet başkanlığı koltuğuna oturdu.

Şevardnadze’nin lakabı "gümüş tilki"ydi; ilk başlarda Batı yanlısı gözüktü. Ona en çok inananların başında, dünyanın en büyük spekülatörlerinden George Soros geliyordu.

Soros, Şevardnadze’yi, IMF’nin istediği yapısal reformları hızla gerçekleştirecek, serbest piyasaya inanan bir lider olarak görüyordu.

Soros, -aynı Turgut Özal’ın bir dönem yaptığı gibi- Şevardnadze’nin ülkenin komünist geçmişiyle hiçbir bağı olmayan yurtdışındaki genç Gürcü "beyinleri" çağırıp onlarla çalışmasını önerdi. Önerilen isimlerden biri de Manhattan’da bir hukuk bürosunda çalışan avukat Mihail Saakaşvili idi. Saakaşvili, Adalet Bakanı yapıldı.

Soros 1994 yılında "Açık Toplum"un Tiflis şubesini kurdu. Ve hemen Gürcistan Genç Avukatlar Birliği gibi sivil toplum kuruluşlarına ve medyaya para akıtmaya başladı.

Amerikan’ın prensi

Şevardnadze deneyimli bir Sovyet yöneticiydi; kabinesinde genç "beyinlere" hep aynı uyarıyı yaptı: "Bölgemiz etnik ve dini farklılıklardan dolayı bir dinamit kutusuna benzer; aman dikkat."

Ancak ülke ekonomisi kötü sinyaller verdi; elektrikler sürekli kesildi; yiyecek bulunamadı ve suç şebekeleri her geçen gün büyüdü. Rüşvet, toplumu hızla yozlaştırdı. Yetmezmiş gibi Güney Osetya sınırındaki çatışmalar da durmak bilmedi. Abhazya bağımsızlığını ilan etti.

Soros destekli "genç beyinler", Şevardnadze’den acil radikal kararlar almasını istediler. "Gümüş tilki", Batı’nın dayattığı "sömürgeci kararları" almadı; aksine Rusya’ya yaklaştı. Ve ipler koptu.

Soros destekli Rustavi-2 televizyonu, Şevardnadze aleyhinde yayınlara başladı. Şevardnadze, Rustavi-2’yi kapatmak istedi. Televizyonun da istediği buydu zaten. Kanal bu kararı, "Eski günlere dönüş" diye gösterip muhalifleri sokağa döktü.

Şevardnadze geri adım attı. Ama bu hareketiyle o güne kadar güçsüz olan muhalefeti birleştirdi.

Bu muhalefetin bir lidere ihtiyacı vardı.

Ve Soros, Gürcistan’ı kurtaracak lideri açıkladı: Saakaşvili!

Sihirli sözcükler

ABD’deki Demokrat Parti’nin uluslararası kanadı "Ulusal Demokrat Enstitü"sü (NDI), Saakaşvili liderliğindeki bir grubu, Şubat 2002’de Amerika’ya götürdü.

Saakaşvili, Beyaz Saray’a kabul edildi. Soros ile tanıştırıldı. Saakaşvili aynı yıl haziran ayında, Soros’un mali destek verdiği Central European University’de düzenlenen bir törenle, uluslararası açık toplum ödülünü bizzat Soros’un elinden aldı.

Aynı günlerde ABD, Gürcistan’a yeni büyükelçisini gönderdi: R. Miles. Yeni büyükelçi Belgrad’dan geliyordu ve diplomasi dünyasında "Sırbistan’daki renkli devrimi gerçekleştiren büyükelçi" diye tanınıyordu. Geldiği gün Rustavi-2 televizyonuna çıkıp sihirli sözcükleri sıraladı: "Demokrasi", "insan hakları", "açık-şeffaf toplum" vs.

Keza yine Sırbistan’daki renkli devrimin "mucitlerinden"; Soros destekli "Özgürlük Enstitüsü" kurucusu G. Bokeria da Belgrad’dan Tiflis’e geldi.

Bitmedi. Sırbistan’daki renkli devrimin mimarlarından M. Blagojevic gibi, Soros destekli CeSID (Özgür Seçimler ve Demokrasi İçin Yurttaş Girişimi) üyeleri de Gürcistan’a gittiler. Tiflis’in yolunu tutanlar arasında, Soros tarafından finanse edilen ve 2000 yılında Miloseviç karşıtı gösterileri düzenleyen Sırp öğrenci grubu Otpor’un kurucusu A. Maric, S. Popovic, S. Djinovic de vardı. Görevleri "seçim gözlemciliği" yapmaktı! Gerçek amaçları Soros’un Özgürlük Enstitüsü tarafından Tiflis’te kurulan gençlik örgütü Kmara’yı eğitmekti.

O günlerde "taraf"ını açıkça belli eden, Soros destekli bir gazete de yayın hayatına sokuldu: 24 Saat.

Anti-Soros hareketi

Çok ayrıntıya girmeyeyim:

2 Kasım 2003 seçimlerinden sonra seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle Tiflis karıştı. Rustavi-2 TV, 24 Saat gibi medya araçları düğmeye bastı; Kmara adlı gençlik örgütü, halkı sokaklara döktü. Televizyona çıkan Amerikan Büyükelçisi R. Miles seçimi sahtekárlık olarak niteledi.

Saakaşvili taraftarlarının eylemleri dünya televizyonlarındaydı. CNN harekete isim bile buldu: Gül Devrimi.

O sıcak günlerde Şevardnadze’nin, Gürcistan’ı karıştırdığı iddiasıyla suçladığı Soros ile ilgili demeçlerini kimse dünyaya duyurmadı nedense.

Gösteriler günlerce sürdü. Şevardnadze istifa etmek zorunda kaldı. Yapılan yeni seçimler sonucu 4 Ocak 2004’te Saakaşvili devlet başkanı oldu.

Soros, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’yla ortaklaşa, Kapasite İnşa Ödeneği aracılığıyla Saakaşvili hükümetine bağlı memurların maaşlarını ödedi! Eklemeliyim, Gürcistan Ekonomi Bakanı K. Bendukidzade, Soros’un iş ortağıydı!

Bu arada:

Soros’un ülkeyi yıkıma sürüklediğini söyleyen Gürcü muhalifler "Anti-Soros Hareketi" adlı ulusal bir cephe örgütü kurdular. Ama Soros’a ve Saakaşvili’ye muhalefet etmenin bedeli vardı; "darbeci" damgası yiyip tutuklandılar. Ve işte Gürcistan’ın "Ergenekon"u böyle doğdu.

Anti-Soros örgütü gibi muhaliflerini güç kullanarak sindirmeye çalışan Saakaşvili sonra ne yaptı; Güney Osetya’ya saldırdı! Neyse artık bu kadar ayrıntıya girmeyelim.

Gelelim Ukrayna’nın "Ergenekon"una!..

Bir, iki, üç daha fazla ’Erge-neo-con’

"DOLAR sihirbazı" Soros, 1998’de Slovakya’da, 1999’da Hırvatistan’da, 2000’de Sırbistan’da ve 2003 yılında Gürcistan’da yaptığının bir benzerini Ukrayna’da da yapmak istiyordu.

Tarih, 8 Aralık 1991.

Ukrayna bağımsız oldu. İlk devlet başkanı Leonid Kravchuk idi. Üç yıl sonra koltuğunu Leonid Kuchma’ya bıraktı.

Kuchma, her ne kadar sıkı bir özelleştirme taraftarı olsa da dümenini sonradan Rusya’ya doğru kırdı.

İktidarda kaldığı 10 yıl boyunca ülkeyi yozlaştıran Kuchma’ya hiç sesini çıkarmayan ABD, Ukrayna’nın Rusya’ya yaklaşması üzerine politika değişikliğine gitti. Kuchma’"istenmeyen adam" ilan etti. Yerine düşündükleri isim, Batı yanlısı, bankacı Viktor Yuşçenko idi.

Ve o bildik "siyasi pazarlama" yöntemi sahneye kondu: Hani şimdi ismini herkesin bildiği Cumhuriyetçiler’in başkan adayı Senatör McCain’in o günlerde yönettiği Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü (IRI), Yuşçenko’yu Washington’a çağırdı. Ukrayna’nın "yeni prensi" bir dizi görüşme yaptı.

Ardından Washington Times yazdı: Yuşçenko, Ukrayna için tek umuttur.

Ukrayna’da hareketli günler başladı.

Sırbistan’ın Otpor, Gürcistan’ın Kmara adlı Soros destekli gençlik örgütü bu kez Ukrayna’da "Pora" adıyla kuruldu. Pora’nın lideri V. Kaskıv zaten Soros çalışanıydı. Bu arada Kaskıv, Beyaz Rusya muhalefetine de danışmanlık yapıyordu!

Sırbistan’da B92 radyosunun, Gürcistan’da Rustavi-2 televizyonunun rolü, Ukrayna’da Kanal 5 adlı TV’ye verildi.

Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün Ukrayna’daki ayağının adı; Uluslararası Rönesans Vakfı idi. Keza Soros’un "Özgürlükler Evi" de Kiev’de görev başındaydı.

Sırbistan deneyimini yaşamış M. Markovic, ABD tarafından finanse edilen Kiev’deki "Znayu" adlı yeni bir sivil toplum kuruluşunun başına getirildi.

Bu arada fazla ayrıntılarla kafanızı karıştırmak istemiyorum. Ancak bu tür sivil toplum kuruluşlarına sadece Soros ve ABD’nin "sponsor" olduğunu düşünmeyiniz. Örneğin, Sırbistan ve Gürcistan’daki renkli devrimlerde görev almış, Milenkovic, Maric, Markovic gibi "profesyonel devrimcilere" Ukrayna’ya gitmeleri için, İngiltere’nin Westminster Demokrasi Vakfı para verdi. Alman Marshall fonu da hep devredeydi.

Bir bilgi daha vermeliyim: Renkli devrimlere sahne olan ülkelerin hepsinde seçim öncesi kamuoyu anketi yayınlama "numarası" vardı. Ukrayna’dan örnek vereyim: Eski Sovyet Cumhuriyetleri’ndeki Batı yanlılarını destekleyen Amerikan Demokrasi İçin Ulusal Bağış (NED), Soros’un Rönesans Vakfı ve doğrudan ABD Dışişleri Bakanlığı’na çalışan Avrasya Vakfı’nın finanse ettiği Demokratik İnisiyatifler Vakfı, Ukrayna’da sürekli kamuoyu anketleri yaptı. İnandırıcılık açısından tek kamuoyu araştırma şirketi olmazdı. Amerika’nın para verdiği Ukraynalı Seçmenler Komitesi adlı bir kuruluş daha vardı. Her ikisinin anket sonuçları aşağı yukarı benzerdi. Anketlerde hep Yuşçenko önde gösteriliyordu.

Diğer ülkelerde olanlar Ukrayna’da hayata geçirildi: Sandıktan, anketlerin tersi sonuç çıkınca "sebep belli" diyorlardı: "Seçimlere hile karıştırıldı!" Ve halkı sokağa döküyorlardı.

21 Kasım 2004 Ukrayna seçimlerinde de "hile" karışmıştı! Çünkü sandık sonuçları anketleri doğrulamamıştı!

Düğmeye basıldı: Uluslararası TV’ler ve ulusal Kanal 5 canlı yayına geçti; gençlik örgütü Pora, halkı sokağa döktü, seçimler iptal edildi. Seçimler sonra yenilendi ve Ukrayna’da "turuncu devrim" gerçekleşti.

Soros’un Ukrayna’daki Açık Toplum Enstitüsü’nün yöneticisi B. Tarasyuk dışişleri bakanı oldu. Keza enstitünün yönetim kurulu üyesi Y. Mostova’nın eşi A. Gritsenko da Savunma Bakanı yapıldı. Pora’nın Başkanı, Soros’un çalışkan elemanı Kaskiv de devlet başkanı Yuşçenko’nun danışmanıydı artık. Diğer "turuncu devrimciler" ya milletvekili oldular ya bürokrat ya da işadamı.

Ha unutmayayım; hani Yuşçenko’nun zehirlendiği, yüzünün sürekli değiştiği, zayıfladığı ve kısa süre sonra öleceği şeklinde bizde de bolca haberler çıkmıştı; hatırladınız mı? Yuşçenko yaşıyor ve hálá Ukrayna’nın devlet başkanı. Şimdi ne mi yapıyor; anti-Sorosçu muhaliflerini, darbe yapacakları ve başta gazeteci R. Gongadze’yi öldürdükleri iddiasıyla tutuklayıp cezaevine koyuyor!

Ve Ukrayna da kendi "Ergenekoncularını" konuşup tartışıyor.

Sırbistan’ı ve diğerlerini ayrıca yazmaya gerek var mı; oyun hep aynı oyun!

MOSSAD DOSYASI /// (YANDAŞ) AKİT GAZETESİ : Mossad Arap ülkelerinde cirit atıyor

Siyonist İsrail medyası Mossad casusluk örgütünün Arap ülkelerindeki faaliyetlerini genişlettiğini yazdı.

Yediot Aharanot gazetesi son zamanlarda bölgenin Arap ülkelerinde yaşanan gelişmelerin ardından Mossad’ın Ortadoğu ve kuzey Afrika bölgelerini gözden geçirdiğini ve yeni casusluk operasyonlarına başladığını yazdı. Siyonist medya Mossad’ın hedef tahtasında ise Türkiye, Libya, Sudan, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin yer aldığını belirtti. Mossad’ın eski başkanlarından Amos Yadlin ise Mossad’ın Arap ülkelerinin içişlerine karıştığını itiraf etti. Yadlin, Mossad Arap ülkelerinde tam 3120 işbirlikçisi bulunduğunu, bunlardan 192’si siyasi hareketlerde ve teşekküllerde faaliyet yürüttüğünü belirtti.

Mossad’ın Arap ülkelerinde casusluk yapanlar için özel kurslar da düzenlediği belirtiliyor. Gerçekte Mossad ajanları son yıllarda Sudan ve Mısır’da adeta cirit adıyor. Siyasi gözlemciler güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılmasını da Mossad ajanlarının faaliyetlerinin sonucu olduğunu dile getiriyor. Mossad güney Sudan’da isyancılarla irtibata geçmek ve onları silahlandırmak sureti ile Sudan’ı bölmeyi başardı. Ancak yeni kurulan ülkenin sınırlarında gerginlik hala devam ediyor. Hali hazırda da başta Darfur olmak üzere Sudan’ın batı yöreleri Mossad ajanlarının aktif bir şekilde faaliyet alanlarını oluşturuyor. Mossad ajanları ayrıca Arap ülkelerinde çeşitli etnik ve mezhebi yapılara nüfuz ederek bu ülkelerde huzursuzluk ve kargaşa çıkarmaya çalışıyor.

Bunun en son örnekleri ise son aylarda Lübnan ve Mısır’da yaşandı. Lübnan’ın kuzeyinde Trablus’ta çıkan çatışmalar ve yine Mısır’da Müslümanlarla Kıbti Hristiyanlar arasındaki sürtüşmeler, siyonist İsrail casusluk örgütü ve Amerika’nın entrikaları ve komploları sonucuydu. Arap ülkelerinde yaşayan Filistinli ve diğer Arap şahsiyetlere suikast düzenlemek, Mossad’ın bölgede yürüttüğü bir başka faaliyet alanıdır. Gerçekte siyonist rejim İsrail Arap ülkelerinde yaşanan İslami uyanış sürecinden derin paniğe kapıldığı gözleniyor. İşte bu yüzden Mossad Arap ülkelerindeki casusları aracılığı ile bu ülkelerin iç arenasını gerginleştirmeye ve dini ve etnik anlaşmazlıkları körüklemeye çalışıyor. Kuşkusuz bir zamanlar siyonist İsrail’in yakın dostu olan Mısır gibi ülkeler bugün farklı bir ortamı tecrübe ediyor ve bu yüzden Mossad tarafından tehdit altında bulunuyor.

WEB SİTESİ TAVSİYESİ : ANITKABİR ÖZEL DEFTERİ İNTERNET’TE /// LÜTFEN İNCELEYİN !!!

LİNK : http://www.anitkabirozeldefteri.com