Günlük arşivler: 16 Eylül 2015

ATATÜRK VE KALABAK SUYUNUN HİKAYESİ /// RAHMETLİ ŞİMDİKİLER GİBİ KEBAPÇI AÇILIŞI YAPMIYORDU

Büyükerşen, Kalabak suyunun hikayesini ise şöyle anlattı:

”Atatürk, 1935 yılında Ankara-İstanbul yolculuğu sırasında, garda bulunan yalı basması gar lokantasında vali, belediye başkanı ve şehrin ileri gelenleriyle sohbet ederken, masanın üzerinde duran kristal sürahiden kendisine ikram edilen suyu içer. Suyu içerken çok beğendiğini ve ‘Eskişehirlilerin böyle bir suya sahip olmakla çok şanslı olduğunu’ söyler. Dönemin belediye başkanı, utana sıkıla, bu suyu Eskişehirlilerin içemediğini, 45 kilometre uzaklıkta bir su olduğunu, kendisi için at sırtında Türkmen Dağı’ndan getirtildiğini ve Eskişehirlilerin içme suyu olarak termal suyunu soğutarak içtiğini anlatır. İçmekte olduğu suyu bırakan Atatürk, 45 kilometrelik mesafenin Eskişehirlilerin bu suyu içmesi için uzak bir mesafe olmadığını söyleyerek, Eskişehir’e getirtilmesi talimatını verir. Her köşe başındaki çeşmeden bu suyun akıtılmasını ve bir sonraki sene trenle geçişinde garın köşesindeki çeşmeden bu sudan içeceğini söyler. Atatürk’ün talimatını bir sene gibi kısa bir sürede yerine getirmek için şehirde seferberlik başlatılır. Şehre giren tahıl ürünleri, kesim hayvanları üzerinden alınan rüsum ile şehrin zenginlerinden toplanan bağışlarla isale hattı ve deponun finansmanı sağlanır.

Hattın geçtiği bölgede istimlaklar yapılır, köy halkıyla birlikte çalışılır, kazılar elle yapılır, 45 kilometreye yakın bir hat inşa edilir. Zorlu bir çalışma sonucu 1936 yılında Kalabak suyu 10 santimetre çapında Rusya’dan getirtilen pik döküm borularla Eskişehir’e ulaştırılır. Bademlik’te de 500 tonluk Kalabak suyu deposu yapılır. Muhtelif bölgelere halkın içme suyu temini için Fransa’dan getirtilen çeşmeler konulur. Açılış için davet edilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk törene gelemez, ancak çektiği bir telgrafla suyun getirilmesi vesilesiyle şahsına gösterilen temiz duygulara teşekkür eder.”

MK ULTRA PROJESİ /// ASELSAN İntiharlarında Yeni İddia : Zihin Kontrolü İle Ölüm

ASELSAN’da beşi intihar, ikisi kaza olarak kayıtlara geçen 7 ölüm hakkında son iddia: Zihin kontrolü ile intihar.

ASELSAN çalışanı Erdem Uğur‘un geçtiğimiz ocak ayında evinde ölü bulunması dikkatleri bir kez daha ASELSAN ölümlerine çevirdi. Beşi intihar, ikisi kaza olarak kayıtlara geçen 7 ölüm üzerine birçok spekülasyon yapıldı. Kurumun genel müdürü Faik Eken de geçtiğimiz günlerde ‘bu kişilerin burada çalıştıkları için öldürüldüklerini söylemek yanlış olur’ dedi. Peki bu kişiler intihar mı etti, öldürüldü mü?

Habertürk, resmi evraklara geçen ve cinayet ihtimalini gündeme getiren bir şüpheyi araştırdı. Başbakanlık Teftiş Kurulu‘nun raporuna göre; mühendisler zihin kontrolü ile intihara sürüklenmiş olabilir. İki yıl önce hazırlanan rapora bilimsel görüş veren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "kurumda gizli yapılanma olabilir çalışanlar incelenmeli" dedi.

YEDİ PARLAK ZEKA VE…

Yedi parlak zeka, beş farklı intihar, iki şüpheli kaza. Hepsi geleceğe dair plan yaptığı dönemde art arda psikolojik sorun yaşamaya başladı ve bir süre sonra ölü bulundu. Beşi kayıtlara intihar olarak geçti. Hepsinin ortak noktaları ASELSAN‘da bir dönem çalışmış ya da hali hazırda çalışırken ölmüş olmaları.

"ÖLÜMLERDE KİRLİ MÜDAHALE VAR"

Dördüncü ölümün ardından kamuoyunda spekülasyonlar çoğalınca Başbakanlık Teftiş Kurulu harekete geçti ve müfettişler 2013 yılında bir rapor hazırlamaya başladı. Raporda dikkat çekici bir ayrıntı yer alıyor. Buna göre; mühendisler elektromanyetik dalgalarla zihin kontrolü yöntemiyle intihara sürüklenmiş olabilir. Savcılığa yollanan raporda, mühendislerin, bu şekilde intihara yönlendirilmiş olma ihtimalinin gözardı edilmemesi istendi. Ancak aradan geçen iki senede, iki mühendisin daha şüpheli bir şekilde ölmesine rağmen, bu yönde bir açıklama yapılmadı.

Oysa ki, müfettişler bu ihtimal üzerine bilimsel görüş almışlardı. Bu görüşün sahibi, Prof. Dr. Nevzat Tarhan. ASELSAN yönetiminin konuyu ciddiye alıp, inceleyip bir rapor hazırlamadığını belirten Tarhan, "Ölümlerde kirli müdahale var" dedi.

"KİŞİ MEYİLLİYSE İNTİHARA SÜRÜKLENİR"

İki yıl önce müfettişlerin, ‘bu kişiler elektromanyetik silahlardan etkilenmiş mi, zihin sağlıkları, akıl sağlıkları bozularak böyle bir şeye yönlendirilmiş olabilirler mi? ‘ diye görüş istediklerini belirten Tarhan,"Belli bir oranın üzerinde bu kişiler elektromanyetik alana maruz kalmışlarsa bu kişilerde çeşitli ruhsal sorunlar ortaya çıkması beklenir dedim" diye konuştu.

Nevzat Tarhan‘a göre, ASELSAN mühendisleri elektromanyetik alanda 6 dakikadan fazla kalmış olabilir. Eğer öyleyse bu durumda baş ağrısı, sersemlik, unutkanlık, gerginlik, depresif yapı gibi durumlar oluşur. bu hergün yapılırsa, kişi eğer meyilliyse intihar eder ya da öldürülür, intihar süsü verilir.

"MÜHENDİSLERİN PROJELERİNE ENGEL OLMAK İSTEYENLER OLABİLİR"

Peki eğer elektromanyetik alana maruz kaldılarsa bu kendi çalıştıkları ortam nedeniyle mi, yoksa dışarıdan müdahale ile mi gerçekleşti? Prof. Dr. Tarhan’ın bu soruda dikkat çektiği nokta ilginç. Bu konuda dikkatli çalışan kurumlarda -ki ASELSAN öyle- orada muhakkak teknik tedbirler alınmıştır. Ama kurum içinde eğer gizli yapılanmalar varsa, bu kişilerin projelerine engel olmak istiyorlarsa, -ki bu işler yüksek zihinsel fonksiyon gerektiren işler, yazılım yapıyorlar- bu kişilere elektromanyetik uyaran vererek dikkatlerini dağıtmak, kaos oluşturmak, unutkanlık, dalgınlık yapmak zor değil. Bu nedenle orada çalışanların incelenmesi, araştırılması gerekiyor. ASELSAN yönetiminin bu konuyu ciddiye alıp, araştırıp rapor verdiğine dair bir bilgi kamuoyuna yansımadı."

ASELSAN, İDDİALARA YANIT VERMEDİ

Tarhan, aynı kurumda önemli projelerde çalışan kişilerin art arda ölmelerinin tesadüf olarak değerlendirilemeyeceğini ifade ederek, "Bu olaylar şu anda kendiliğinden olmuş, rastlantısal olaylar diyemiyoruz. Benim şahsi görüşüm burada bazı kirli müdahaleler var. Bu konudaki soru işaretleri kuşkulu bir şekilde zihnimizde duruyor" dedi. Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunda da yer alan ‘elektromanyetik müdahale’ iddialarını haberi hazırlarken ASELSAN‘a da sorduk. Ancak ASELSAN‘dan herhangi bir yanıt gelmedi.

MK ULTRA PROJESİ /// VİDEO : Zihin Kontrolü – Prof.Dr. Nevzat Tarhan

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=tsp0Cr9wybY&feature=youtu.be

TÜRK MİLLİYETÇİLERİ DOSYASI : 14 YAŞINDAKİ BİR ÇOCUĞUN PKK’LILAR A VERDİĞİ DERS ÇOK KONUŞULUR

Bir gün iki genç arkadaş otururken yanlarından iki hain PKK’lı geçer ve aralarında şu konuşma duyulur ; Türkler çok güçsüz, kendi bağımsız ülkemizi kuracağız vb.

Bunun üzerine oturanlardan 14 yaşındaki bir çocuk ayağa kalkıp biz mi güçsüzüz? deyip şunları hatırlatır;

Benim Büyüklerim;
Çin seddini yaptırdı
Sayıca az oldukları savaşları kazandı
Topraklarını son anda düşmanlardan korudu
Gemileri karadan yürüttü
Kendinden ağır mermiyi kaldırdı
Avrupa’da nam saldı
Araplar puta taparken benim Atalarım Gök Tengri’ye İnandı
Sayıca kendinden çok olan orduyu Hatay’a kadar kovaladı.
Peki siz ne yaptınız?
Çocuk bunun üzerine sessiz kalır ve uzaklaşır.

PKK’LILAR İSE ALDIKLARI DERS ÜZERİNE SESSİZCE GİDERLER.

TÜRK’E ÖMÜR BİÇEN KENDİSİNE KEFEN BİÇER !

TARİH : Thuggee nedir, kimlerdir ?

Thuggee, Hindistan’da 600 yıl boyunca varlığını sürdüren bir caniler tarikatıdır. Gizli bir soyguncular ve katiller topluluğu olan Thuglar, adına sayısız suçlar işledikleri yamyam tanrıça Kaliye taparlardı. Thug kelimesi Hintçe’de sahtekar ve kandıran anlamına gelen Thag kelimesinin çarpıtılmışıdır. Kandırmak onların cani taktiklerinin başında gelirdi. Masum yolcular gibi davranan bir grup Thug, hacıların veya tüccarların oluşturdukları bir kervana katılıp, onları uygun yerlere doğru yönlendirir ve tanrıçalarına ilahiler okuyarak hepsini aynı anda boğarlardı. Cesetlerini parçalayıp karınlarını deştikten sonra onları gömerler ve mezarlarının üstünde kendilerine ziyafet çekerlerdi.

Tarikat üyelerinin çocukları da bu topluluğa katılırlar ve kilden yapılmış mankenler üzerinde cinayet yöntemini öğrenirlerdi. Nesiller boyunca Thuglar Hindistanda sayısız kurban boğdular. 1830 yılından itibaren İngilizler Thuglara savaş açtılar ve 1860 yılına kadar onların köklerini kazıdılar.

Mutlak gerçek kötülük konusunda Thugları geçmek zordur. Bu nedenle renkli macera filmlerinin (Indiana Jones’ta bahsedilmiştir) ikisinde Kaliye tapan bu tarikat kötü adam olarak betimlenmiştir.

TARİH : BATI GÖKTÜRK KAĞANLIĞINDAKİ AŞİNASLI BİR KAĞANIN ŞECERES İNE AİT BİR KAYNAK

İlk-Çağ-066

BATI GÖKTÜRK KAĞANLIĞINDAKİ AŞİNASLI BİR KAĞANIN ŞECERESİNE AİT BİR KAYNAK

1. Giriş

Kuzey Avrasya bozkırlarında eski Türk Göçebelerinin, mezarlarının doğu kısmına taş heykeli diktiği iyice bilinir. Şimdi bunların, Moğol bozkırı başta olmak üzere Sayan-Altay Dağları bölgesi ve Çin’deki Şinjiang Uygurotonom bölgesinden Kırgızistan, Kazakistan’a uzanan Semireçiye bölgesinin göl veya ırmak kıyısındaki bozkırında bulunanları, bildiğim kadarıyla binden fazladır.[1] Bu yazımda tanıtmak istediğim taş heykeli de, 1953 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin Sincan’daki Batı-Kuzey Kültürü Bakanlığına bağlı arkeoloji ve filoloji araştırma ekiplerince Çin’deki Sincan Uygur otonomi bölgesinin Yl ırmak kıyısında, Zhau-su ilinin Mongolküre diye adlandırılan Nesillik at meydanında keşfedildi.[2] 1988 ve 1989 yılındaki BKŞ’nin GPS (Global Standard Positioning System) ölçüsüne göre, bu mezarın kuzey enlemi 43.07.19, doğu boylamı 81.11.48 yerinde bulunmaktadır.[3] Heykelinin belinden aşağı, ön ve yan tarafında bir yazıt vardır. Ancak 1990 yılında Japon Îranist Prof. Yutaka Yoshıda’nın, Sincan bölgesinin Araştırma Enstitüsüne gidip daha önce çekilen fotoğrafa dayanarak metni okumaya çalışmış ve bir parçasını 1991 yılında Japonca olarak yayımlamıştı.[4] Bundan sonra 1992 yılında Japonya’nın Osaka’daki Millî Etonografiya Müzesi ve Sincan Arkeoloji Araştırmalar Enstitüsü’ne bağlı Japon-Çin ortak araştırma ekibi, bu taş heykeli ve mezarını inceledi. Prof. Yoshıda da bu sefer de çektikleri fotoğrafa dayanarak okumaya çalışıp, yeni okuduğu parça üzerine 1993 yılında Millî Etonografiya Müzesi’ndeki bilim toplantısında tebliğ verdi. Aynı yıl Japonya’daki Kyûshû Üniversitesi ve Sincan Arkeoloji Araştırmalar Enstitüsü’ne bağlı Japon-Çin ortak araştırma ekibi, bu taş heykeli ve mezarın yüzey araştırmasında bulundu.[5] Bu yazımda yukarıdaki arkeoloji detay ve Prof. Yoshıda’nın 1991 ve 1993 yılının okunuşuna dayanarak, bu taş heykelinin taşıdığı tarihsel anlam üzerinde durmak isterim.

(Taş Heykeli) Bu taş heykelinin boyu 230 cm, baş kısmının eni 35 cm, beden eni ise 50 cm’dir. Taş türü kırmızı-kahverengili granit taşıdır. Taş heykeli’nin birkaç kısmı, yani başlık, kaş ve burun, kulak ve bundan sarılan küpe, gözler, bıyık, üçgen şeklindeki geniş yaka, kol, el, parmak, kapak, kuşak, kısa kılıç ise kabartma tekniğiyle yapılmaktadır. Ama ağzından göğsüne kadar kırılmış haldedir. Belden aşağı kısmı yazıtlı olduğundan bacak, ayak veya ayakkabı gibi eşyalar hiç çizilmemektedir. Baş alnında üç daireli bulunan heykelin süsleme tacını giyinir. Saçı ise arkasına 8 falan örme şeklinde dize kadar sarılıdır. Sağ eli ise göğsün önünde üç parmak (baş, işaret, orta parmak) ile hafifçe bir ince ayaklı kabı tutmaktadır. Sağ eli ise belinin kuşağından sarılan kısa bir kılıcın dirseğini tutmaktadır. Kuşakta herhangi süslü işleme görülmez. (Bk. Resim 1, 2)

(Mezar); 1992 yılının inceleme sonucuna göre bu mezar, kuzey-güney tarafı 30,5m, doğu-batı tarafı 31 m olan dörtgen şeklinde olup 6,5 m eni ve yaklaşık 1 m derinliği olan hendek ile kuşatılmaktadır. Taş heykeli ise mezarın doğu yandan 9,5 m, güney yandan 10 m olan yerinde, yüzü ise doğu yönüne doğru dikilidir. Mezarın üstü otlar ile kaplıdır ki, mezarın asıl şekli pek belli değildir. Ama mezarın orta kısmından biraz batı tarafındaki yerinde çukur izleri bulunur. Herhalde burasının taş ile kaplı bir yığıntı olduğunu tahmin edebiliriz. Ama bu mezarın doğu tarafına uzanan balbal taşının hiç bulunmaması da dikkati çeker.[6] 1993 yılının inceleme sonucuna göre hendeği ihtiva eden bütün mezarın büyüklüğü ise yaklaşık 40 m olup, mezarın tepeciğinin orta kısmının yüksekliği ise yaklaşık 1 m, hendeğin en derin yerinden yaklaşık 2 m’dir. Terasının güney batısındaki çukur ise herhalde eskiden burayı kazanların izi olmalı.[7] (Bk. Resim 3)

(Metin) Bu Soğdca yazıtının, taş heykelinin ön tarafında, belinden aşağı yerinde, harfler yukarıdan aşağıya, 21 satırdan oluşup sağdan sola gitmektedir.[8] Keşfedildiğinden beri bu yazıtın yazısı üzerinde eski Uygur yazısı veya eski Türk Runik yazısı ile yazılmış olduğu ileri sürülmüşse de, bu görüşler güvenilir değildir. Bildiğim kadarla bunun Soğdca harfli olduğunu 1960 yılındaki raporunda Shi Jiou Sei yazmıştır.[9] 1978 yılında da filolog L. Clark’ın, bunun Soğdca olduğunu söylemesiyle, dilciler yazıtın Soğd alfabeli olduğu kabul görmüştür. Bu yazının şekli ve satırların yukarıdan aşağıya sıralanması ise 1956 yılında Moğolistan’ın Arhangai aymağında keşfedilen Bugut yazıt adlandırılan Soğdca yazısına çok benzemektedir. Prof. Yoshida, yazının çok kırık olmasının yanında, çektikleri fotoğrafın da kalitesinin iyi olmaması sonucu, özellikle yazıtın ikinci yarısının okunmasının çok zorlaştığını söylemektedir. Şimdi ortaya çıkarmayı başardığı birkaç Soğdca metindeki kelimeleri ve onların Türkçe tercümelerini verelim. Metin içindeki /// işareti, harfın çizildiği halde, belli olmadığı parca, [ ] işareti ise kırık olduğundan okunamayan yer olduğunu göstermektedir.

1. /////////////////////////////////////////////////////////////////[

<![if !supportLists]>2. ctb’r kyr’n grb.////////////////////////////////////////[

dört tarafın çok/////////////////////////////////////////[

<![if !supportLists]>3. x’ttwnh, gry’ h.t rty 21 srd ’xğ’wnh

katun, dağda? ? ve 21 yıldır ülkeyi

4. d’r rty 6m’x ’myd. pr….[

tuttu. Ve 6 ay (dır) ? tarafından…[

<![if !supportLists]>5. s’r p’w’ ..t rty 26 srd p{ys’r[

ya? ? ve 26 yıldan sonra [

<![if !supportLists]>6. mwx’n x’g’n npyğn bgy’. p’y nry x’g’n.///[

mukan kağanın torunu tangri///pay niri kağan.//[

7…srdw mz’yxx’g’n b’y ////////////////////////////////[

////yılında büyük kağan oldu. //////////////////////////////[

Bundan sonra, 8. satırda x’ttwnh (katun), 12. satırda bgy (tangri), m’tyh (anne), 15. satırda BRY (oğul), 16. satırda kyr’n (tarafına), x’ttwnh (katun), 19. satırda nry x’g’n (Niri kağan), 20. satırda x’ttwnh (katun), 21. satırda cwry x’g’nt dr’yd’ (Çuri kağanlar ülkeyi tut!) gibi kelime ve ifadesini de bulunduğunu açıkladı.[10]

2. Açıklama Yazıttaki Göktürk Kağanların Kimliği

Bu yazıtın ne zaman yazıldı sorusuna cevabı 6. ve 7.satırdaki "mukan Kağan torun tangri///pay niri kağan////yılında büyük kağan oldu” cümlesinde buluyoruz. I. Göktürk Kağanlığı’nın şeceresi üzerindeki araştırmalara[11] göre Mukan (*muk-kan) Kağan’ın Aşinas[12] boyuna mensup olup, M.S. 552 yılında Göktürk İmparatorluğu’nu kuran Bumin (CS’ye göre[13] *tuo-muan, *i-lji) Kağan’ın oğluydu. Mukan’ın tahta çıkmadan önceki adı *ien-tou veya *dzi-kien (eski Türkçe unvanı irkin) idi. 553 yılında Bumin’in ölümünden sonra *iet-siak-kji (veya *iet) kağan olarak tahta çıkan ağabeyi *Kua-la’nın bu yıl içinde ölmesi üzerine tahta çıktı. SS’de Mukan’ın 20 yıl tahtta olduğu bilindiğine göre, taht zamanı 553-572 yılları arasında olmalıdır. Bu yazıtın 2. satırı çok basit olduğundan kime ait bir konu olduğunu bilmek zordur. Ama bunu takibeden 3. ve 4. satırın "21 yıldır ülkeyi tuttu” ifadesine dikkat edersek, biri 20 yıl, biri 21 yıl olup bir yıl farklığı bulunmasına rağmen,[14] Göktürk döneminde 20 yıldan fazla hükümdar olan Mukan’dan başkası yoktur. Bu yüzden 3. ve 4.satırın Mukan’a ait olduğu açıktır. Bundan dolayı, önceki 2. satırdaki metin de Mukan’a ait konu üzerinde durmuş olabilir. Prof. MORI’ye göre[15] Mukan kağan’ın o zamana kadar Moğolistan’da Kağanlığı’nı sürdüregelen *nziwo-nziwo (veya *nzwan-nzian) ’yu sona erdirdikten sonra 560 yıllarında siyasî merkezini Altay Dağlarının güney bozkırından Moğolistan’ın Ötükan Yiş, yani Hangai Dağlarının bozkırına doğru değiştirdi. CS’ye göre[16] onun döneminde Göktürkleri < batıya sefer edip, Eftalite’ye hücum etti. Doğuda Kitan’ı, Kuzeyde ise Kırgızları boyunduruğu altına aldı. Çin Seddi’nden kuzeydeki komşu devletlere boyun eğdirdi. Yönettiği bölge ise doğusu Mançurya tarafından, batısı on bin li mesafesiyle Aral Denizi’ne, güneyi Gobi çölünden kuzey tarafına, kuzeyi ise 5 veya 6 bin li mesafesiyle Baykal Gölü’ne kadar ulaşmıştır. Buna göre bu yazıtın 2. satırındaki "dört tarafın çok////” ifadesinin, Mukan’ın Moğolistan’dan dört tarafa ettiği seferlerden bahsettiğini anlayabiliriz. Böylece yazıtın 2-5. satırı Mukan Kağan’ın askerî faaliyetinde büyük başarı elde ettiğini kaydetmektedir.

6. satırdaki metin, Mukan’ın öldüğü 572 yılından 26 yıl sonra, yani 598 yılından sonraki Niri Kağan’ın üzerinde dursa gerektir. Böylece bu yazıtın dikiliş tarihinin, M.S. 6. asır sonlarında olduğunu tahmin edebiliriz. Özellikle bu yazı şeklinin, Moğolistan’da 581 yılında dikilen Bugut Yazıtı’ndaki Soğdca yazı şekli ile çok benzerliği de bu tarihin doğru olmasını kanıtlar.[17] Çin kaynaklarına göre, 6. asır sonlarındaki Göktürk İmparatorluğu ise, Sui Hanedanı’nın "uzaktaki ülke ile anlaşıp yakındaki ülkeye saldırma” politikasıyla 583 yılından Moğlistan’da merkezi bulunan Doğu Göktürk Kağanlığı ve Ek (Ak)-Dağ, yani T’ien Şan Dağlarının büyük Yıldız bozkırında merkezi bulunan Batı Göktürk Kağanlığı tamamen bölünüp, birbirine karışmıştır.[18] Bu mezarın 6. asırki Batı Göktürk Kağanlığı’nın siyasi merkezinde bulunmasından, mezarın Batı Göktürk Kağanlığı’yla sıkı ilişkide bulunan bir şahısa ait olduğunu kolayca anlayabiliriz.

Şimdi 6. ve 7. satırdaki Mukan Kağan’ın torunu ‘Pay niri kağan’ ifadesine bakalım. SS’ye göre Mukan’ın oğlu Dai-la-bian, yani Apa (*A-pua) Kağan idi. Ama Mukan Kağan vefat ettikten sonra tahta geçen, Mukan’ın küçük kardeşi *Ta-puat (sog. Tatpar)[19] idi. Tatpar tahta çıktıktan sonra Moğolistan’ın orta bölgesinde oturup, doğu bölgesine de eski kağan *Kua-la’nın oğlu *sniap-do (küçük kağan adı; eç. *nzie-biak; sog. Nivar kağan)’yı[20] tayin etti. Batı bölgesine kendi küçük kardeşi oğlu *nziwok-dan kağanı tayin etti. Tabii ki, ülkenin en batısı, T’ien Şan Dağlarının bozkırlarında babası Bumin Kağan’ın küçük kardeşi İstemi Yabgu Kağan (Bizans kaynağındaki Dizaboulos)’ın yönetimi altındaydı.

Tatpar da 581 yılında hastalanarak öldü. SS’ye göre Tatpar ölüm yatağındayken, ağabeyi Mukan’ın oğlu *Dai-la-bian’in yerine, kendisine kağanlığını bıraktığını, bu kez de *Dai-la-bian’in tahta çıkarmasını kendi oğlu *Am-la (sog. Umna Kağan[21])’ya tavsiye etmişti. Türk soylular onun sözünü tutmak istemişse de halk, annesinin soylu boydan gelmediğini düşünenler *Dai-la-bian’ı tutmak istemedi. Böylece *Dai-la-bian’ı tutanlar ve Yan-luo kağan’ı tutanların arasında bir rekabet başladı. Nihayet *Am-la Kağan’ı tutan Nivar Kağan’ın araya girmesiyle *Am-la Kağan tahta çıkmaya kabul edildi. Ama *Dai-la-bian da bu kararı beğenmeyip, her zaman *Am-la Kağan’a hakaret etti. *Am-la, buna dayanmayıp, tahtını Nivar Kağan’a bırakıp kendisi ikinci Kağan, yani küçük kağan olup Moğolistan’ın Tuğla nehrinin kuzeyinde oturmuştu. *Dai-la-bian da, İşbara Kağan olarak tahta çıkan Nivar Kağan’a itaat edip nihayet kendisine Apa Kağan unvanı verildi ve Moğolistan’ın kuzeyi ve Altay Dağları arasındaki bozkırında oturdu. Fakat Apa Kağan’ın Sui Hanedanı’na bağlanıp kendi hakimiyetini bozmasından yargılanan İşbara Kağan, Apa’nun olmadığı bir zaman, evine saldırıp, annesini öldürdü. Bu olay, Apa kağan’ın Moğolistan’ı terk edip İstemi Kağan’ın ölmesinden itibaren Göktürk İmparatorluğu’nun batı kısmını yöneten İstem’in oğlu Tar-dou (*Dat-dau) Kağan’ın yönetimi altına girmesine yol açtı (583 yılı). Bundan sonra Göktürk İmparatorluğu tamamen ikiye bölünmüştü.

Ondan sonra SS’deki < (Apa kağan’ın) idare ettiği bölgenin doğusu da Ötükan dağlarına kadar, batısı ise Altun dağlarını aşıp Kuça Devleti (*kjwi-tsi), *tiet lak (Göktürk’ten başka Türk Göçebesi), Kamul (*i-nguo) ve batıdaki vaha devletlerin hepsi buna boynu eğdi> kaydına göre,[22] Apa Kağan’ın nedense *Dat-tau’yla karşılaşıp onun yerine Batı Göktürk Kağanlığı’nın hakimiyetini ele geçirmişti. Bundan sonra Tardou’nun da, Batı Kağanlığı ve Doğu Kağanlığı arasındaki bölgelerde konup göçtüğünü öğreniyoruz. Ama İşbara Kağan’ın ölümünden sonra 587 yılının Nisan ayında Baga Kağan (Yabgu Kağan) olarak tahta çıkan Doğu Göktürk Kağan’ı Çu-la-hou (İşvara Kağan’ın küçük karedeşi)’nun batıya sefer ederken, Batı Göktürk Kağanlığı’na saldırıp Apa Kağan’ı Moğolistan’a tutsak götürdü. Sonraki Batı Göktürk Kağanlığı’na ait kaynak Apa’nın izlerini bulamıyoruz, herhalde hayatı Moğolistan’da bitmiş olmaktır. Sonraki durum üzerine SS’de < (kalmış) devlet adamları, *İang- suo Tegin’in oğlunu tahta çıkardı. Bu, *Niei-lji Kağan idi. Onun vefat etmesinden sonra, oğlu *Dat- muan tahta çıkıp, *Niei-kiwat-çu-la unvanı aldı> kaydı vardır.[23] Buradan, Apa Kağan’ın kaybolmasından sonra *İang-suo Tegin’in oğlu *Niei-lji kağan tahta geçti. Şimdi *Çu-la Kağan’ın şeceresinden bahseden kaynak ise sadece TT’nin *Çu-la Kağan’ın şeceresi hakkındaki <*Dai-la- bian’ın boyuna mahsus olur. Kuzey (Doğu) Göktürklerin Çu-la Kağanı ile aynı unvan taşıdığı halde, aynı kişi değildir > izahı vardır.[24] Burada Doğu Göktürk Kağanlığı’nın aynı adı taşıyan kağanı ile karıştırmamak gerektiği söylenmektedir. Ama *Çu-la Kağan’ın <*Dai-la-bian’ın boyuna mahsus olur> haberinden Apa Kağan ve *Çu-la arasındaki ilişki pek açık olmamakla birlikte, hatta TT’nin yazıcısının izahının güvenilmez haber sayıp Çuri’nin Apa Kağan ile hiç ilişkisinin olmadığını ileri sürenler de vardı.[25] Yani hala çözülmemiş bir konu sayılabilir. Şimdi bu meseleyle ilgili olarak Soğdca Yazıt’ın 6. satırındaki "mux’n x’g’n npşn bgy’///p’y nry x’g’n” (Mukan Kağan’ın torunu olan tangri///pay Niri Kağan) ifadesine dikkat edelim. Prof. Yoshida’nın da bana işaret ettiği gibi

SS’deki *İang-suo Tegin’in oğlu *Niei-lji Kağan ile Soğdca Yazıtı’ndaki Mukan Kağan’ın torunu Niri Kağan’ın aynı kişi olduğu kesindir. Bundan *İang-suo Tegin’in, hem Mukan’nın oğlu, hem de *Dai- la-bian’ın kardeşi olduğu belli olur. Bu, TT’deki <kağanın oğlu ve küçük kardeşi Tegin unvanını taşıdı kaydından[26] da desteklenebilir. Yukarıda sözünü ettiğim gibi Mukan öldükten sonra, yeni kağan adayı olarak yalnız *Dai-la-bian’ın adı geçtiği için, onun *İang-suo Tegin’den daha fazla kağan olma hakkı taşıdığını, düşündüğünü söyleyebiliriz. Ayrıca Apa Kağan 587 yılında Moğolistan’a tutsak olduktan sonra kendisinin oğlu veya kardeşinin adı hiç geçmediğinden o zamanki savaşında oğlu veya kardeşi de öldürülmüş olabilir ya da Apa ile birlikte Moğolistan’a tutsak götürülmuş olabilir. Eğer eski kağan’ın kardeşi *İang-suo Tegin henüz hayatta olsaydı, oğlu değil de kendisi kağan olarak seçilecekti. Ama öyle olmadığına göre artık *İang-suo Tegin’in de vefat ettiği ihtimali çok büyüktür. Ayrıca bu Soğdca yazıtında 21. satırdaki "Çuri kağanlar ülkeyi tut!” ifadesindeki "Çu-la kağan” ise SS’deki *Niei-lji Kağan’ın vefat etmesi üzerine tahta çıkan oğlu *Dat-muan, *Niei-kiwat-Çuri Kağan[27] ile karşılaştırabiliriz.

Niri Kağan’ın Ölüm Zamanı

Niri Kağan’ın 587 yılında tahta çıktığını biliyorsak da, ölüm tarihi hakkında bilgimiz yoktur.

Bununla ilgili HTS’deki <*Da-tou’nun (* Tuo-giak-guan’a) kaçtı ve *Niei-lji de yine yenilgiye uğradı, ölünce oğlu *Dat-muan tahta geçti > kaydına[28] dayanarak bunun Tardou Kağan’ın Sui hanedanının güney-batı tarafında konar göçer *Tuo-giak-guan’ın ülkesine kaçtığı 603 yılında Niri’nin ölüm yılı sayanlar da vardır.[29] Ama Japon tarihçi NAlTO’nun açıkladığı gibi Tardou’nun *Tuo-giak-guan’ın ülkesine kaçtığı 603 yılından daha önce Niri’nin öldüğünden dolayı, bu kaydı ise HTS’nin yazıcısının Niri’nin gerçek ölüm tarihi bilmediği için karıştırıp buraya koyduğundan hiç güvenilmezdir.[30] Şimdi bu sorunu halletmek için Niri Kağan’ın ölümüyle ilgili SS’deki <*Çu-la Kağan’ın annesi *Şiang-shi, aslında Çinli olup, *Dat-muan’ı doğurdu. *Niei-lji Kağan’ın ölmesi üzerine Şiang-shi, *Niei-lji’nin küçük kardeşi *Pua-dziet Tegin’le evlendi. Kai Huang’ın son yılında (M.S. 600) *Pua-dziet Tegin, Şiang-shi ile beraber Sui hanedanının başkentine gittiği halde, Tardou Kağan’ın ayaklanmasına kavuşup, sonunda başkentte durmak zorunda kaldı. Her gün onları Hong-lu-si (Misafirhane)’de oturttu> kaydı[31] da çok önem taşımaktadır.

Buna göre Niri Kağan’ın ölüm tarihi, en geç Tardou Kağan’ın Çin’e hücum ettiği 600 yılının Nisan ayından daha geri gitmelidir. Niri Kağan’ın eski katunu Şiang-shi ve *Pua-dziet Tegin’in, Sui Hanedanı’nın başketi Da-şing-cheng’e (sonraki Tang Hanedanının başkenti Çang-an) uğradığı tarih belli olmasa bile, varır varmaz memleketine geri dönmemesi doğaldır. Çünkü genellikle bu dönemde Çin’i ziyaret eden elçilerin, sarayda huzurda bulunup resmi törenlere katılması için zaman gerekirdi. Bu yüzden Şiang-shilerin daha önce başkentine varmış olmalı. Bence Şiang-shi’lerin Çin’i ziyaret etme amaçlardan birinin, Çin’deki 600 yılbaşını kutlama törenine katılıp, bu fırsattan faydalanarak henüz sağlam olmayan Batı Göktürk Kağanlığı ve Sui hanedanı arasındaki siyasi ilişkileri daha güçlendirmesi olmalıdır. Bu düşüncem kabul edilirse, Şiang-shilerin Sui Hanedanının başkentine varma tarihi de en geç 600 yılbaşı olmalı. Şimdi Şiang-shi’lerin, Yıldız bozkırındaki başkentinden Sui hanedanına gitmek için gereken zaman sayalım. TT’deki <Batı Göktürk Kağan, *Dai-la-bian,…, bunun ülkesi ise Wu-sunların (Eski Han Hanedanında buralarda konar göçer Türk göçebesi) eski ülkesinde oturmaktadır. Doğusu Doğu Göktürk Kağanlığı’nın sınırına, batısı da Aral Gölü’ne, güneyi de Kaşgar’a, kuzeyi de Baykal Gölü’ne ulaşıp, Sui Hanedanı’nın başkentinden batı-kuzeyi tarafına 7 bin li mesafeyle ulaşır. Yan Agni Devleti’nden batı-kuzey tarafına 7 günlük giderlerse, güney başkentine ulaşır. Güney başkentinden yine kuzey tarafına doğru 8 günlük giderlerse, onun kuzey başkentine ulaşır. Göktürkten başka Türk Göçebeleri, Kuça Devleti ve batıdaki Vaha devletlerinin hepsi ona boyun eğdi> kaydına göre,[32] Apa Kağan’ın, Sui’nin başkentinden kuzey-batı tarafına 7 bin li mesafeli olan bozkırında, yani eskiden Wu-sun göçebelerinin konduğu yerde bulunduğunu kaydetmektedir. Öte yandan o zamanki Tang Hanedanı’nın resmi bir yasaya göre, resmi atlı yolcuların bir günlük mesafesinin 70 li’yi geçmesini yasaklamaktadır ki,[33] Apa Kağan’ın başkentinden Sui hanedanının başketine kadar 7 bin li için 70 gün gerekliydi. Böyle düşünürsek, Şiang-shilerin, kendi başkentlerinden hareket etme zamanı da en geç 599 yılının Ekim ayından önce olmalıdır. Ayrıca onların ülkesinden hareket etmeden önce Niri Kağan’ın cenaze ve oğlu Çu-ri’nin tahta çıkma töreni ve Niri Kağan’nın eski katunu Şiang-shi ve *Pua-dziet Tegin’in evlenme törenini de bitirmesi gerekliydi. Şimdi Göktürklerin cenaze törenini kaydeden CS’ye göre <Türklerden bir kişi ölürse, cenazesi kendi çadırına bırakılır, oğulları ve akrabaları toplanıp, herkes koyun ve at kurban kesip, çadırın önünde sıralanıp ona taparlardı. Çadırı atla yedi kez dönmek, bir kez çadırı ziyaret etmek, bıçakla yüzünü kesmek, ağlayıp kan ve gözyaşı dökmek, bu davranışı yedi kez yaptıktan sonra bitirmek gerekirdi. Özel bir günde ölenin bindiği at ve kullandığı günlük eşyalar ateşte yakılırdı.

Kalan külden elverişli bir gün gömülürdü. İlkbaharda veya yazın ölürse, ot ve ağacın yaprak düştüğü zaman (yani sonbaharında veya yazın), sonbaharda veya kışın ölürse, çiçeğin açtığı ve yaprağın çıktığı zaman (yani ilkabaharda veya kışın) geldikten sonra çukur kazılıp gömülürdü. Gömme günü, akrabalar yas tutarken, at koşturup yüzlerini bıçakla keserlerdi. Gömdükten sonra mezarında taş dikip işareti dikerlerdi. Bu taşın sayısı ölenin hayattayken öldürdüğü insan sayısına bağlıdır. Yine kurban için koyun ve atın başının hepsi işaret ağacının üstünden sallanırdı>.[34] Bundan sonra aynı gün herkes güzel giyinip mezarın başında toplanırdı. SS’de hemen hemen aynı kaydedilirken, mezarında <ağaç ile mezarın sınırını işaret edip, bunun içinde bina yapıp, binanın içduvarında ölen kişinin resmi veya eskiden katılan savaş manzarasını çizerdi> yazısı[35] ile biraz farklı olmasına dikkat edilir.

Şimdi yukarıdaki cenaze töreninde önem vermek istediğim ise CS’ye göre cenaze töreninin iki bölüme ayrılabilmesidir. Yani birinci bölüm ölüm zamanından cenazeyi atı ve eşyalarıyla birlikte ateşle yakma zamanına kadar, ikincisi de küllerin mezara gömülüp, mezarında taş ve ağaç dikip, kurba kesme zamanına kadar olup, bir kişi ilkbahar ve yazın ölürse, ikinci cenaze töreni sonbaharda, bir kişi sonbahar veya kışın ölürse, ikinci cenaze töreninin de gelecek ilkbaharda yapılmasıdır. Bu alışkanlığına göre, Şiang-shilerin Yıldız bozkırlarından hareket etme tarihi en geç 599 yılının Ekim ayında olmalıdır. CS’deki Göktürklerin cenaze töreniyle ilgili adete göre Niri’nin ölüm tarihi ise aynı yılın ilkbaharı veya yazı mevsimi olabilir. Şimdi bu mezarın bulunduğu bozkır oldukça yüksek otlakta bulunmaktadır (yaklaşık 1900 m). Yerli coğrafyacı ve arkeologlar,[36] Sincan’daki Yl ve Tekes ırmağının birleştiği bölgelerinde bulunan yaklaşık 1800~2300 m yüksekliğindeki bozkırda daha aşağıda bulunan dere, göl veya ırmaktan çıkan buhar durumundaki ılık havanın kuşağı ile kaplanmasından dolayı, kışın bile otların hiç buzlanmayıp hayvancılık için elverişli bir ortam sunduğunu belirtmişlerdir. Bununla birlikte 1992 yılında buradaki göçebelerin yaşantısını inceleyen Japon antropolog Prof. Matsbara da burasının yayla sayılmadığını da bana bildirmişti. Buna göre Niri’nin birinci cenaze törenin 599 yılının ilkbaharında yapılmış olduğu daha mantıklıdır. Üstelik bu Soğdca yazıtta 5. satırda 598 yılından sonra da daha Niri Kağan’ın dönemindeki olay üzerinde durulduğuna göre 598 yılında henüz ölmemiş olduğunu tahmin edebiliriz. Bu da yukarıdaki düşüncemi destekler. Herhalde bundan sonra, yani 599 yılının sonbaharında oğlu Çu-ri Kağan’ın tahta çıkma töreni ve eski kağanın eşi (katun) olan Şiang-shi’nin evlenme töreni de yapılmış olabilir. Böylece Niri Kağan’ın taht süresinin, 587 ve 599 yıllar arasında olduğunu ileri sürebiliriz.

Niri Kağan Dönemindeki Siyasî Sistem

Niri Kağan’ın dönemindeki yönetim sistemi nasıldı? Bununla ilgili kaynaklar çok azdır. Ama bu Soğdca yazıtının birkaç ifadesiyle bir noktayı açıklamak da mümkündür. Şimdi önceki Apa Kağan’ın siyasi sistemi ile ilgili TT’a göre,[37] "Wu-sun’un oturduğu yer” de merkezini koyduğunu, bundan başka kuzey ve güneyinde birer saray bulunduğu kaydedilir. Bununla ilgili olarak Turfan’daki M.S. 6-7. asıra ait Astana Vesikalardan "Apa Kağan”[38] adı geçen vesikasının [60TAM307: 5/1 (a), 60TAM307: 4/4 (a), 60TAM307: 4/3 (a); Vesika III, s. 256-259] göre onun yönetim altında "güney evindeki kağan”, yani güney bölgesinde bulunan bir küçük kağan olduğunu da anlayabiliriz. Güney Kağan, bulunduğuna göre, kuzey bölgesinde de bir kağanın bulunduğunu da tahmin edebiliriz. Böylece TT’deki kaydıyla birlikte Apa Kağan’ın yönetimi altında iki küçük kağan olduğunu kanıtlayabiliriz.

Ayrıca *Çu-la kağan’ın siyasi sistemi hakkında SS’de <*Çu-la kağan ise her zaman oturma yerini değiştirmekte olduğu halde, çoğunlukla Wu-sunun eski memleketinde oturmaktadır. İki küçük kağan, buna bağlı olan boyları yönetiyordu. Biri, Şaş Devleti (şimdiki Taşkent)’nin kuzeyinde bulunup, oradaki devletleri yönetimi altına. Öbürü ise Kuça Devleti’nin kuzeyinde bulunup, "*iang-sa” adlı bölge, yani büyük Yıldız bozkırıyla karşılaştırılan bölgede göçer konardı> kaydı vardır.[39] Bu kayda göre Çu¬la Kağan zamanında bir küçük kağanın T’ien Şan Dağlarının kuzeyinde bulunduğunu, öbür küçük kağanın ise şimdiki Özbekistan’ın başkent Taşkent’in kuzeyindeki Vaha Devleti (şimdiki Melke)’de bulunduğu bilinmektedir. Yine Turfan’daki Astana vesikalarında "Çu-la Kağan”[40] adı geçen vesikaya (60TAM329: 23/1, 23/2, Vesika III, s. 256-259) göre, kuzey evindeki kağan” kaydı bulunmaktadır. Bundan "güney evinde kağan olduğu da tahmin edilip, SS’deki haber desteklenmektedir. Yani, Çu-la Kağan, büyük kağan olup, çevresinde iki küçük kağan bulunan siyasi sistemi oturtmuştu.

Ama Niri Kağan’ınki siyasi sisremi üzerine dokunan herhangi kayanak yoktur. Sadece aynı zamanki Doğu Göktürk Kağan Sen-kan Kağan ile sıkı siyasi ilişkileri olduğunu, çevredeki Göçebe Türk boylarının saldırısıyla yenilgiye uğradığını bilmekteyiz. Ama bu Soğdca yazıta göre 6 ve 7. satırda Niri Kağan’ın "büyük kağan” olduğunu belirtilmekte olup, bununla ilgili olarak 21. Satırdaki "Çu-la Kağan başta olmak üzere kağanlar ülkeyi tut” ifadesinden Niri’nin yönetim altında oğlu Çu-la Kağan başta olmak üzere başka kağan da bulunduğunu anlayabiliriz. Yine aynı döneme ait Turfan’ın Astana vesikasından, "Niri kağan”[41] adı geçen bir vesikada (69TAM122: 3/2, Vesika III (s. 328); Resimli vesika s. 455), Niri’nin küçük kardeşi *Pua-dziet Tegin’le karşılaştırılan *Pjie-tsiet Yabgu[42] adı da geçmektedir. Herhalde Niri Kağan’ın döneminde oğlu Çuri’den başka bir küçük kağanla birilikte Niri’nin küçük kardeşi *Pua-dziet Tegin’in de Yabgu unvanını alıp yönetime katıldığını tahmin edbiliriz. Böylece Niri Kağan’ın yönetim altında da Apa Kağan ve Çu-la Kağan’ındaki gibi ortada bir büyük kağan, yan bölgesinde birer küçük kağan bulunan siyasi sistemi tuttuğu görülür.

Son olarak Çu-la Kağan’ın sonraki hayatına bir göz atalım. Babası Niri’nin öldüğü 599 yılında büyük kağan olduğu halde, çok iyi yönetmediğinden çevredeki Göçebe Türk boylarının ayaklanması, sonunda kendisiyle Kağanlığı kurmasına yol açtı. 605 yılında Sui Hanedanına elçi gönderip Sui’ye bağlanmış oldu. 610 yılında o zamana kadar Çu-la Kağan’ın yönetim altında bulunan *Dzia-gjwi (Tardou’nun torunu)’nin saldırısıyla doğu bölgesine kaçan Çuri, 611 yılında Sui Hanedanında kalmış olan kendi annesi Şiang-shi’nin birkaç ricası üzerine küçük kardeşi Köl Tarduş Şad ve akraba olan Dai-nai Tegin ile birlikte Sui’nin Yang İmparatoru’nun yönetim altına girip ona hizmet etti. 612 yılında Kore yarımadasının kuzeyindeki Gao-gou-i’ya seferine katılıp, Sui Hanedanından "gat-sat-na kağan” şerefli bir unvanı aldı. Sui Hanedanı yıkıldıktan sonra da, Çuri de Tang Hanedanın kurucusu Li- yuan’ın yönetiminde bir bey olduğu halde, o zamanki Doğu Göktürk Kağan, *Si-pjwi (tz. 609-619) ile karşılaşmış olup Doğu Göktürk Kağanlığı’nın elçisi tarafından öldürüldü (619 yılı). Li-yan’ın oğlu Tai- zong’un tahta çıktığında, Çin’de yapılan Çuri’nin mezarını başka bir yere taşıdı. Öte yandan, Batı Göktürk Kağanlığı’nda 611 yılına kadar hükümdar olan Çu-la Kağan’ın Çin’e girip artık geri dönmemesi üzerine *Dzia-gjwi ise yeni bir büyük kağan oldu.[43] Bundan sonra da Batı Göktürk Kağanlığı’nın hükümdarının tekrar Îstami Kağan’ın oğullarının eline geçmiş oldu. Aşağıda bir sonuç olarak Mukan Kağan ile ilgili olan Batı Göktürk kağanlarının şeceresini tablo ile gösterelim. (Bk. Resim 4)

Bu Taş Heykelin Tarihlendirilmesi ve Mezarın Sahibi

Bu Soğdca yazıt ne zaman yazıldı? Yukarıda açıkladığım gibi bu yazının Niri Kağan’ın şeceresi ve faaliyeti üzerine önem verdiğini anlayabiliriz. En son 21. satırın da, Türk soylu ve halkın oğlu çuri kağanlara bu ülkeyi iyi idare etmesini emretmesi üzerine durduğu anlaşılabilir. Bu yüzden bu yazıtın yazılma tarihi, Niri Kağan’ın ölümünden sonra olup, oğlu Çuri’nin tahta çıkma zamanına rastlamasında anlayabiliriz. Yani Niri’nin 2. cenaze töreninin yapılış zamanı, 599 yılının ilkbahar veya sonbahar zamanları olarak olmasını ileri sürebiliriz. Bu yazıtı yazmayı emreden de eski kağanın cenaze törenini tutabilen makamda bulunan ve sonra büyük kağan olacak oğlu Çu-la Kağan’dan başkası değildir. Ayrıca bu yazıtı yazan ise Niri ve Çuri’nin sarayında bulunan Soğdlu memur veya Soğdcayı iyi bilen Türk memur (bitigçi) olmalıdır. Bununla ilgili olarak Turfan’daki Astana mezarlığında bulunan eski Çince vesikaya [60TAM307: 5/4, Vesika III: 253; Resim I: 414] göre, Apa kağan’ın adıyla birlikte adı geçen "*Dzan-dau tarqan”ın elçisi olarak "*Diam-buan-die (Yen vandak)” ve "*Pjie- sa (Pişa)” adlı Soğdlu bulunduğu, ve öbür bir vesika [60TAM307: 4/2 (a)] "A-Di Zi dzi-kien’nin elçisi olarak "buan-die (Vandak)” adlı Soğdlu da bulunduğunu bilinmektedir. Yine bir vesikada [60TAM307: 5/1 (a)] ’da Apa Kağan’ın yanında "demir el işcisi *Kiwo-tsiak (’kwcyk-Kuçalı)” adlı Soğudlu, bir vesika [60TAM: 5/a (b)] ’da "altın el işcisi *mag-buan-die (m’x-bntk-Ay tanrı’nın kulu)” adlı bir el işçisi olan Soğdlular da bulunduğu görülür ki, o zamanki Batı Göktürk kağanı’nın yanında Soğdluların resmi tüccar veya devlet adamı olarak hizmet ettiğini anlayabiliriz. Bu durumun daha önce Prof. MORI’nin işaret ettiği gibi, Moğolistan’daki I. Göktürk Kağanlığı’nda çok çeşitli görevlerde Soğudluların büyük rolü olduğu şeklinde açıklayabiliriz.[44] Anlaşılan Doğu Göktürk Kağanlığı Soğduların kültür faaliyetine de uymaktadır.

Şimdi yazıt ve heykel arasındaki ilişkiye bakalım ki, dikkat etmemiz gereken ise yazısının sadece taş heykelini belinden aşağıda olup, belden yukarı yerde hiç bulunmamasıdır. Yine ayak veya ayakkabı gibi eşyaların hiç bulunmamasına dikkat edilir. Eğer yazıt ve heykel arasında ilişki olmazsa, Moğolistan’ın Dorno-Gobi Aymağı’nda keşfedilen Runik yazıtı Çoyir yazıtınki gibi, taş heykelindeki vücudunda yapılan eşyanın resminin silindikten sonra üstüne yazıtı çizilmiş olabilir.[45] Ama bu heykelde ise öyle izler görünmez ki, hem yazıtını yazanın, heykelinin belden yukarıdaki resmi bozmamak istediğini, hem de taş heykelcisinin de, resim yapmadan önce, yazıtı için belden aşağı yerde boş yer bıraktığından kaynaklanabilir. Yani bu heykelci ve yazıcısının, aynı bir şahsı heykel ve yazısıyla göstermek istemesi anlamına gelmektedir. Yazıtın Niri üzerinde durduğunu düşünürsek, taş heykelin de Niri Kağan’dan başkası olmadığını anlayabiriz. Bu tespit başka bir açıdan desteklenebilir mi? Bunun üzerinde aşağıda duracağım.

Bu taş heykelin bulunan mezarın sahibinin bir Türk kağanına mahsus olmasını, şeklinden, altın veya gümüşten yapılan tacı giyindiğinden, bu bölgede 2 metreyi aşan taş heykelini sayısının çok az olduğundan ve bu mezarın, Moğolistan’daki Göktürk dönemindeki kağan ve ailesinin mezarının büyüklüğüne[46] benzediğinden kolayca anlayabiliriz. Yazıtının okunuşuna göre, bu taş heykele, Mukan, Apa, Niri ve Çuri kağanlardan birisini tespit edebiliriz. Mukan Kağan ise en geç 560 yıllarında başkentini Altay Dağlarından Moğolistan’ın Hangai dağlarının bozkırına taşıdı. Bundan dolayı mezarı da Moğolistan’ın bir yerinde yapılmış olmalıdır. Ayrıca bu yazıtta Mukan Kağan’ın adı, sadece Niri Kağan’ın şeceresini bildirmek için geçmektedir. Bu yüzden bu heykelin Mukan Kağan olmadığı bellidir.

Apa Kağan ise, 587 yılında Doğu Göktürk Kağanlığı’nın saldırısıyla Moğolistan’a tutsak olup geri dönemedi. Üstelik bu Soğdca yazıtda onun adı hiç geçmediğinden, bu heykel Dai-la-bian’a ait sayılamaz.

Bu heykelin Çu-la Kağan olması ihtimali var mıdır? Eğer öyleyse, bu heykelin bulunduğu mezar da, Çu-la Kağanın ölmesinden sonra yapılmış olmalıdır. Ama bu yazıtın 21. satırında, bu yazıtın, en geç Çu-la Kağan’ın tahta çıkma zamanından ileri götürülemeyeceği anlaşılmaktadır. Yani bu yazıtın yapılma zamanı ile Çuri’nin ölüm zamanı arasında çok fark vardır. Üstelik Çuri 611 yılından sonra Çin’e gidip, ondan sonra Tang döneminde 619 yılında öldürülüp, mezarı T’ang Devleti içinde yapılmıştır. Öte yandan sonraki Batı Göktürk Kağanlığı da Çuri’yi ülkeden uzaklaştıran *Dzia-gjwi kağanının yönetimine girdi. Daha önce karşılaştığı Çuri için onun mezarı ve yazıtlı heykelini yaptırması imkânsızdır. Bu yüzden bu taş heykelin sahibinin Çu-la Kağan olmadığı açıktır. Bunun sonucunda bu heykelin Mukan, Apa, Çuri’ye ait olma ihtimali hiç kalmadı. Yani bu heykelin Niri Kağan’a ait olma ihtimali ise çok büyüktür. Çin kaynaklarına göre, tahta çıktığından beri kuzey ve batısında göçebe Türk boylarıyla sıkca savaşmıştı. Belki de öldükten sonra ülkesinde gömüldüğünü tahmin edebiliriz. Böylece tarihi çevresi bakımında da bu taş heykelin Niri Kağan olduğunu destekleyebiliriz.

Sonuç: Taş Heykelinin Anlamı ve Fonksiyonuna Bir Bakış

Genellikle Göktürk dönemine mahsus olan taş heykelin resim ve temsil bilim bakımından, sağ elinde bir kabı tutması, sol elinde beldeki silahı tutanları I. tipe, iki elinde bir kabı tutanları II. tipe tasnif edilmektedir.[47] Buna göre sözünü ettiğim taş heykelin I. tipe bağlı olduğu açıktır. I. tip olan taş heykel, takriben M.S. 6. asrın ikinci yarısından 8. asırın birinci yarısına kadar tarihlendirilmektedir. Bu yüzden bu Soğdcalı taş heykeline ele alan arkeolog ve sanat-tarihçilerinin hepsi, bunu T’ang dönemi, özellikle M.S. 7. veya 8. asırda yapıldığını ileri sürmektedir. Ama yukarıda belirttiğim gibi, bu heykeli en geç M.S. 6. asır sonunda yapıldığına göre, buna bağlı olan I. tipli taş heykelin yapılmasının başlangıcını daha eskiye gittiğini ileri sürebiliriz.

Şimdiye kadar taş heykelin 6. asırda yapıldığına temel kaynak ise hep SS’nin mezarındaki <binanın içduvarına ölen kişinin resmi ve hayatta rastladığı savaş manzarasını çizer> ifadesine dayanmaktadır. Ama burada sadece binanın içduvarında yapılan insan resminden bahsedildiğinden mezarındaki taş heykeliyle karıştırmamak gerekir.

Ayrıca arkeoloji açısından Göktürk dönemine ait mezardan çıkarılan eşya ile taş heykelin taşıdığı eşyayı karşılaştırıp 6. asırda yapılan taş heykelinde mevcut olduğunu ileri sürenler vardır. Ama taş heykeldeki eşyalar, sadece kendi ülkesinde yapılmış değil de, Orta Asya’daki ticaret ağlarından faydalanarak dış bölgelerden ithal edilen eşya da olabilir. Mesela Turfan’daki Astana’da keşfedilen eski vesikalardan, Batı Göktürk Kağanı olan Apa, Niri, Çuri’nun yanında hizmet eden demir ve altın el işçisi olan Soğdluların, Koço Devleti’ne elçi olarak sıkca gönderildiği bilinmektedir.[48] Onların Kağan’lığa geri dönerken Koço’da veya başka dış ülkede üretilen eşyaları götürmüş olabilirler. Bununla ilgili olarak Bizanslı tarihçi Menandros Menandri Protectoris Fragmenta, Ek-Tag, yani T’ien- şan Dağlarının Yıldız bozkırında Dizaboulos, yani Îstami Kağan’ın çadırında altun tavuslu ve altun ayaklı altun koltuğunda oturduğunu, başka bir çadırda altın tabak, insan veya hayvan heykeli, altın ve gümüş renkli ipekten dikilmiş süslü halı gibi çok çeşitli zengin eşyalar ile dolu olduğunu kaydetmektedir.[49] Bunların çoğu, Doğu İran bölgeleri, Çin Hanedanı’ndan veya Koço gibi Orta Asya’daki vaha devletlerinden ithal edildiği de düşünülür. Bu durumda, bir eşyanın başka yerde yapılma zamanı ve ithal edilip kullanılma zamanı arasında az da olsa farklılık olabilir. Bu yüzden, arkeoloji yoluyla tarihlendirilmek ve taş heykelin yapıldığı mutlak tarihi açıklamak çok zordur. Bu yüzden burada kullandığım yol ile, yani taş heykelde çizilen yazıtın okunuşuna dayanarak 6. asırın sonunda artık I. tipe ayrılan taş heykelin yapılmasının açıklandığı çok önem taşımaktadır. Bununla birlikte eskiden beri ileri süregelen taş heykeli balbal taşlarından biri saymak düşüncesini de tamamen yalanlayabiliriz.

Sonunda bu Soğdca yazıtlı taş heykelin yapılma sebebi nedir? Elimde bulunan kaynağa göre bunu yanıtlamak çok zordur. Ama SS başta olmak üzere Çin kaynaklarına göre Niri Kağan’ın ülkesi de, doğudan Doğu Göktürk Kağanlığı, güneyden Sui Hanedanı ve Koço gibi vaha devletleri, kuzey ve batıdan da bağımsız olmak iseteyen Göçebe Türk boyları ile kuşatılmaktaydı. Özellikle Çin kaynaklardaki <Bu yıl, Niri ve Yabgusunun (ona karşı çıkan) Göçebe Türk boyları tarafından yenilgiye uğradı>[50] kaydının ne zaman meydana geldiğini kesin söylemek zor olmasına rağmen, Niri’nin döneminde de onun idaresine zorluk çıkaran, çevresinde isyan sürdüren göçebe Türk boyları olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Niri’nin ölümü üzerine tahta çıkan oğlu Çu-la Kağan için en önemli konu ise, babasının ölümüne yol açan isyan sonucunda zayıflamış Batı Göktürk Kağanlığı’nın siyasi gücünü sağlamlaştırması ve kendi kudretini kuvvetlendirmesi olmalıdır. Bu bakımdan kendi yönetimden uzaklaşmaya çalışan Türk soylu halkları bir araya toplaması için kendi şeceresi hakkında, yani kendi babasının eskiden çok ün kazanmış Mukan Kağan’ın torunu olup ülkesine çok başarılı sonucu getirdiğini yazıtı ve taş heykeliyle gösterip, kendisi de büyük kağan olma hakkını taşıdığını anlatmak zorunda kalmaktadır.

Sonunda bu Soğdca yazıtlı taş heykeli ise şimdiye kadar bilinmeyen Batı Göktürk Kağanlığı’nın başlangıç dönemindeki siyasi ve kültürel durumu somut şekilde belirten kaynaklardan biri olarak değerlendirebiliriz. Bundan sonra da henüz belli olmayan Batı Göktürk Kağanlığındaki siyasi teşkilatı ve o zamanki uluslararası ilişkileri açıklamak için, kalmış metni incelemekle beraber, mezarın tarihi karakterini belirtmek için bu bölgelerde bulunan Göktürk dönemindeki mezarlar üzerinde uluslararası ortak çalışma yaparak inceleme ve araştırmada bulunmamız gerektiğini vurugulamak isterim.

Prof. Dr. Takashi OSAWA

Osaka Yabancı Dilleri Üniversitesi / Japonya

Not: Yazıda geçen görseller elimizde olmadığı için sayfamız eksiktir.

Alıntı Kaynağı: Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 2 Sayfa: 79-88

Kısaltmalar:

♦ ATM: (Astana Turfan Monjo), Çin Devleti Kültür Eserleri Müdürlüğü’ne bağlı Eski Vesika Araştırma Odası ve Sincan Uygur Otonomi Bölgesi Müzesi ve Wu Han Üniversitesi, Tarih Anabilimi (Ed.) Turfan’dan keşfedilen vesikalar, Beijing 1981.

♦ BKŞ: Batı-kuzey bölgesinin kültür müdürlüğüne bağlı Sin-jiang kültür eserleri araştırma takımı.

♦ CS: Chou Shu (Chou hanedanı yıllığı), Zhong hua shu ju, Beijing 1971.

♦ CTS: Chiu T’ang shu (Eski T’ang Hanedanı yıllığı), Zhong hua shu ju, Beijing 1975.

♦ HTS: Hsin T’ang shu (Yeni T’ang Hanedanı yıllığı), Zhong hua shu ju, Beijing 1975.

♦ MKY: Moğolistan’da şimdiki bulunan arkeoloji kalıntı ve yazıtlarına dair inceleme ve araştırma raporu (Japonca), MORIYASU, Takao ve Ayudaj Oçir (ed.), Osaka Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1999, Orta Avrasya Bilim Kurumu.

♦ PS: Pei Shu (Kuzey Çin Hanedanları yıllığı), Zhong hua shu ju, Beijing 1983.

♦ SS: Sui Shu (Sui Hanedanı yıllığı), Zhong hua shu ju, Beijing 1973.

♦ TT: T’ung Tien (Tarihi ansiklopedi), Zhong hua shu ju, Beijing 1988.

♦ ŞOM: Sincan Uygur Otonomi Bölgesi Müzesi.

♦ ŞSK: Sincan Uygur Otonomi Bölgesi, Sosyal Bilim Kurumu Araştırma Odası.

♦ ŞYA&YA: Sincan kültür eserleri araştırma odası ve Yi-li bölgesinin Araştırma takımı (ed.), Vesika: (ATM’nin Tıpkıbasım), Çin Kültür Eserleri Araştırması Ensitütüsü ve Sincan uygur otonomi Bölgesi Müzesi ve Wu han Üniversitesi, Tarih anabilimi (Ed.) Turfan’da Keşfedilen Vesikalar (Faksimiliyle karşılaştırma kitabı), birinci bölümü, Beijing 1992.

Kaynaklar:

♦ An ying-xin, “Şin-jiang’daki İl Bölgesinin Zhau-shu İlinde Keşfedilen İlginç Altın ve Gümüşten Eserler”, Wen-mu 1999-9, s. 4-15, Resim. I-IV.

♦ BKŞ, Şin-jiang’ın Yl bölgesindeki kültür kalıntısı (Çince), Wen-mu refarans kaynağı 12, 1953, s. 16-23.

♦ Chavannes, E., Les Tou-Kiue (Turcs) occidentaux, Taipei, 1969 (Orig., St-Peterbuorg, 1903). Graç, A. D., Drevnetjurkskie Izvayaniya Tuvi, Moskva 1961.

♦ Gumilev, L. N., Velikaya rasprya v pervom Tjurkskom Kaganate v sbete v vizantinskih istoçnikov. Bizantijskij Vremennikoh, s. 75-89, Moskva 1961.

♦ HAYASHI, Toshio, "Stone Statues in Mongolia (Japonca)”, Bulleten of National Museum of Ethnology, 21/1, Osaka, 1996, s. 177-283.

♦ Jiang bai-qin, Tun-huang, Turfan Vesikası ve İpek Yolu (Çince), Beijig 1994.

♦ Huang wen-bi, Şin-jiang’daki arkeloji eserleri-Yi-li’deki inceleme (Çince), Arkeoloji dergisi 2, 1960, s. 8-14.

♦ Karlgren, B., Anayltic Dictionary of Chinese and Sino-Japanese. Taipei 1975 (orig. Paris, 1923).

♦ Klyaştornyj, S. G., "Runiçeskaya Nadopis’ iz Vostoçnoj Gobi”, Studia Turcica, Budapest 1971, s. 249-258.

♦ Klyaştornyj, S. G. & V. A. Livsic., "The Sogdian Inscription of Bugut Revised”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum, 26/1, s. 69-102, Budapest 1972.

♦ Kubarev, V. D., Drevnetjurkskie izvayaniya Altaya, Novosibirsk 1984.

♦ Kyzlasov, L. R., Istoriya Tuvi v sredne veka, 1969 Moskva.

♦ Li yu-chun, "Şin-jiang Uygur Otonomi Bölgesindeki Kürtür Eserleri Üzerine Arkeolojik Araştırma Durumu” (Çince), Wen-mu, 7/8, 1962a, s. 11-15, 80.

♦ Li yu-chun, "Batur Otonomi Eyaletindeki Taş Heykelinin Araştırma Özeti” (Çince) Wen-mu, 7/8, s. 109-111, 1962b.

♦ Li zheng, "Altay Bölgesindeki Taş Heykelili Mezarların Basit Araştırması” (Çince), Wen-mu 7/8, s. 103-108, 1962.

♦ Lin mei-cun, Batıdaki Vaha Devletlerinin Medeniyeti-Arkeoloji, Halklar, Diller ve Diniye ait bir düşünce-, (Çince), Beijing 1995.

♦ NAITO, Midori, Batı Göktürk Tarih Araştırması (Japonca), Tokyo 1988.

♦ NISHITANI, Tadashi. (ed. ), İpek Yolu ile Bağlayan Çin’deki Şin-Jiang Bölgesi ve Japonya’daki Kyushu Bölgesindeki Anıtların Karşılaştırma Yoluyla Araştırması (Japonca), 1992-1994 yılları arasındaki araştırması raporu, Kyushu Üniversitesi Arkeoloji Araştırma Odası, 1995.

♦ MORI, Masao, Eski Türk Tarih Araştırması I. (Japonca), Tokyo 1967.

♦ MORI, Masao, Eski Türk Tarih Araştırması II. (Japonca), Tokyo 1992.

♦ MORI, Masao, Eski Türk Tarih Araştırması III. (Japonca), Tokyo 1998.

♦ NIDA, Noboru, T’ang Döneminin Hükmüne Ait Toplu Kaynaklar (Japonca), Tokyo 1933.

♦ OSAWA, Takashi, "Yenisey Irmak Kıyısındaki Eski Türk Runik Yazıtlı Bir Taş Heykeli Üzerine – taş Heykelinin Tarihlendirmesi-” (Japonca), Eski Kültürü 12, s. 1-17, 1992.

♦ "Moğolistan’daki Eski Türk Anıt ve Yazıtları Üzerine Yeni Araştırmalar (1)-1996-1998 Japon- Moğol Ortak Çalışmalarının Ön raporu”, Türk Dilleri Araştırmaları 10, Berlin/Istanbul 2000, s. 191-204, Resim. S. 235-247.

♦ Pletneva, S. A. i dr., Stepi Evraziya v epohu srednevekov’ya, Arheologiya.

♦ SSSR, tom. 20, 1981 Moskva.Qian bai-quan, "Qu Bin zao si Yazıtına Göre Koço Qu boyu Hanedanı ve Göktürklerin İlişkileri” (Çince), Şin-jiang Tarihi Araştırması 4, s. 1-9, 1985.

♦ SAWADA, Isao, "I. Göktürk Kağanlığı’ndaki İsyan” (Japonca), Şyundai Tarih Araştırması, 32, s. 66-90, 1972.

♦ Su bei-hai, Şin-jiang Yi-li bölgesinin kaya resmindeki cinsel organına inançları ve avcılık kültürü (Çince), Batı-kuzeyinin Tarih Coğrafyası 4, s. 1-11, 1990.

♦ Şi shu-qing, "Şin-jiang’daki Kültür Eserlerine Daire Deneme”, Wu-mu 6, s. 22-30.

♦ Şer, Ya. A., Kamennie izvayaniya Semireçiya, Moskva-Reningrad 1966.

♦ ŞOM: Şin-jiang’dan Keşfedilen Kültür Eserleri (Çince), 1975.

♦ -Şin-jiang’daki Tarih Kültür Eserleri (Çince), Wen-mu yayınevi.

♦ ŞSK: Şin-jiang’daki Eski Halk, Kürtür Eserleri (Çince), Beijing 1985.

♦ ŞYA & YA: "Yi-li Bölgesindeki Araştırma Raporu” (Çince), Şin-jian wu mu 2, s. 1-65, 1990.

♦ Taşağıl, Ahmet, Göktürkler, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1995.

♦ Göktürkler II. Türk Tarih Kurumu, Ankara 1995.

♦ UÇIDA, GINPU, Kuzey Asya Tarihi Araştırması, Kyoto 1975.

♦ Vojtov, V. E., Drevnetjurkskij Panteon i model’ mirozdaniya v kul’tovo-pominal’nih Mongolii VI- VIII, 1996, Moskva.

♦ Wan bo & Qi shao-şan, İpek Yolu Boyunca Bozkırındaki Taş Heykeli Araştırması (Çince) Urumçi 1996.

♦ Wan Xuan, "Apa Kağan İse Batı Göktürk Kağanlığı’nın Kurucusudur” (Çince), Tarih Araştırması 2, s. 17-36, 1982.

♦ Wan zi-yun, "Şin-Jiang’daki Taş Heykeli Sanatı” (Çince), Wen-mu refarans kaynağı 8, s. 11-15, Beijig 1956.

♦ Wu yu-gui., "Koço’daki Yemeklerini Vermesine Daire Vesikasındaki Göktürkler” (Çince), Batı- kuzey Halkların Tarih Araştırması, s. 46-66, 1991.

♦ Evtjuhova, L. A., Kammennye izvayaniya juznoi Sibiri i Mongolii, Materiali i Issledovaniya po arheologii SSSR, No. 24, s. 27-44, 1952.

♦ YOSHIDA, Yutaka, "Şin-jian Uygur Atonomi Bölesinden Yeni Keşfedilen Soğdca Malzemesi Üzerine” (Japonca), Orta-Asya Dilleri Araştırması 4, (1990), Kobe Şehri Yabancı Dilleri Üniversitesi, s. 57-83, 1991.

♦ "Soğdca Kaynaklarına Göre Soğdluların Faaliyeti” (Japonca), Dünya Tarihi 11 Orta Avrasya’nın birleşmesi, s. 227-248, Tokyo 1997.

♦ YOSHIDA, Yutaka. & MORIYASU, Takao.

♦ "Bugut Yazıtı” (Japonca), MKY, s. 122-125, 1999.

Dipnotlar :

[1] Altay bölgesinde tb. 260 (Kubaryev 1984), Hakas ve Tuva’da tb. 110 (Osawa 1992), Semireçiye’de tb. 150 (Şer 1966), Moğolistan’da tb. 330 (Hayashi 1996: 230), Sincan bölgesinda tb. 190, Îç Moğolistan’da tb. 17 (Wan & Qi 1996: 113-116) taş heykeli bulunur. Şin-jiang’daki T’ien Şah dağlarının güney bölgesinde de bulunan da vardır.

[2] ŞYA&YA 1990: 63.

[3] ŞYA&YA 1990: 63.

[4] YOSHIDA 1991: 75-76, 83.

[5] NISHITANI 1995: 49-57

[6] Bu detaylar ise HAYASHI’nin bildirisine dayanmaktadır.

[7] NISHITANI 1995: 52.

[8] YOSHIDA’ya göre 13. satır da çok kırık haldedir. Bundan aslında metnin olup olmamasını tespit etmek çok zor ki, bu satırı ihtiva etmezse, toplam 20 satır olabilir.

[9] Şi 1960: 23.

[10] 8 satırdan sonraki okunuş da 1993 yılının bilim toplantısının özetine dayanmaktadır.

[11] MORI 1967: 250-256; NAITO 1988: 412-413; Chavannes 1969: 226; Taşağıl 1998: 16-36.

[12] Bu okunuş ise 1997 yılında Moğolistan’da yapılan Bugut yazıtının yeni araştırma sonucunda ortaya çıkarılmıştır (B-1: 1-3). Bk. YOSHIDA & MORIYASU 1999: 123-125; OSAWA 2000: 195-197. Artık Klyaştornyj ve Livsic’in okunuşuna dayanılmaz.

[13] CS-50: 908. Bu yazıdaki * işareti ise eski Çince telaffuzu olduğunu göstermektedir.

[14] Bugut yazıtının (B-2: 5-7) yerinde ise Tatpar Kağan’ın taht süresinin 11 yıl olduğu kaydedildiği halde, SS-84: 1865 yerinde ise 10 yıl olduğu kaydedilmektedir.

[15] MORI 1967: 251-253.

[16] CS-50: 909. Bununla ilgili seferi ise (SS-84: 1864)’te kaydedilir.

[17] YOSHIDA 1991: 76.

[18] MORI 1967: 256-266; UÇIDA 1975: 448-459: NAITO 1988: 412-413.

[19] (Klyaştornyj ve Livsic 1972)’deki okunuşuna göre Taspar Kağan şeklinde okunmuş olduğu halde, 1997 yılındaki araştırmamıza göre Tatpar olduğu belli oldu. Ayrıca bu Kağan’ın tam adı da Urkpar Cracu Maga Tatpar Kağan’dır. Bk. YOSHIDA & MORIYASU 1999: 123-125, (B-1, 1-3); OSAWA 2000: 195-197.

[20] Bu da Bugut yazıtında Tatpar’ın YALKA kardeşi (Eski Türkçe açi ile karşılaştırabilir) olarak kaydedilmektedir. YOSHIDA & MORIYASU 1999: 123-125, (B-1, 1-3).

[21] (Klyaştornyj ve Livsic 1972)’deki okunuşuna göre Bumin Kağan şeklinde okunmuş olduğu halde, 1997 yılındaki araştırmamıza göre Umna Kağan şeklinde olduğu belli oldu. Yine bu kağan ise Tatpar kağan’ın oğlu olduğu da kaydedilmektedir. Bk. YOSHIDA & MORIYASU 1999: 123-125, (B-2, 7-10); OSAWA 2000: 195-197.

[22] SS-84: 1876.

[23] SS-84: 1876.

[24] TT-199: 5453.

[25] Chavannes 1969, 3, n. 2, 4, n. 4; Gumilev 1961: 83-87; SAWADA 1973: 83-84; NAITO 1988: 414-417.

[26] TT-197: 5402; CTS-194: 5153.

[27] Mesela Bugut yazıtında Tatpar kağan da Urukpar Cracu Maga unvanını alıp, bu yazıttaki Niri Kağan da…Pay unvanı alıp kaydedildiğine göre *Niei-kiwat da Çuli Kağan’ın taşıdığı unvanın bir parçası sayılabilir.

[28] HTS-215: 6056.

[29] (Chavvannes 1969: 50, not)’da Niri’nin 603 yılında, (Wan 1982, 36)’da ise sonraki yıl, yani 604 yılında vefat ettiğini tahmin etmektedir.

[30] NAITO 1988: 422.

[31] SS-84: 1876.

[32] TT-199: 5452.

[33] NIDA 1933: 602-604.

[34] CS-50: 910.

[35] SS-84: 1864.

[36] Su 1990: 2. Ayrıca 1991 yılında bu bölgeyi inceleyen Lin’da tekes ırmak kıyısındaki bozkırının kışla olarak güzel ortam sunduğunu belirtmektedir. (Lin 1995: 363-364).

[37] TT-199: 5452.

[38] Vesikada eski Çince telaffuzu ile *a-pak-ka-gan diye yazılmaktadır.

[39] SS-84: 1876

[40] Vesikada eski Çince telaffuzu ile *siwo-la-ka-gan diye yazılmaktadır.

[41] Vesikada eski Çince telaffuzu ile *nji-lji-ka-gan diye yazılmaktadır.

[42] Vesika’da eski Çince telaffuzu ile *pjie-tsiet-dzia-bua-guo diye yazılmaktadır. Niri’nin küçük kardeşi *Pua-dziet’in hem Tegin unvanı, hem de Yabgu unvanını taşıması hiç kuşkulu değildir. Bk. (Jian 1994: 94).

[43] SS-84: 1878-1899; CTS-194: 5180-5181.

[44] MORI 1967: 61-93; MORI 1992: 210-214.

[45] Klyaştornyj 1971: 250, 255.

[46] Moğolistan’daki Göktürk kağanların mezarına ait detay için bk. (Vojtov 1996: 27-48).

[47] Graç 1961: 9091; Şer 1966: 38-46; Kyzlasov 1969: 18-88; Pletneva i dr 1984: 128; Kubarev 1984: 22-46.

[48] Bk. 60TAM307: 5/1 (a); 60TAM: 5/a (b), Vesika III: 260.

[49] NAITO 1988: 379-380. Bununla birlikte Sincan’daki YL bölgesi, Zhau-shu ilindeki bozkırından Batı Göktürklerin bir mezarı düşünülen altın ve gümüşten birkaç eşyalar keşfedildi. Bk. (An 1999). Ayrıca 2001 yılında TÎKA tarafından Bilge Kağan’ın mezarından keşfedilen altun ve gümüş eşyalar içinde de yurt dışından ithal edilenlerin de ihtiva edildiğini tahmin edebiliriz.

[50] SS-84: 1874; PS-99: 3298; TT-197: 5406. Bunun tarihi için bk. NAITO 1988: 422.

İSTİHBARAT DOSYASI /// E. KORG. İSMAİL HAKKI PEKİN : Türkiye’de istihbarat

İsmail Hakkı Pekin

ihakkipekin

Türkiye’de MİT, TSK İSTH., Jandarma İSTH., Emniyet İSTH., Dışişleri Bakanlığı İSTH. hatta bazı bakanlık ve kuruluşların istihbarat bölümleri olmak üzere (Cumhurbaşkanları ve Başbakanların kendilerine özel istihbarat grupları hariç) hatırı sayılır miktarda istihbarat birimi olduğunu söylemek mümkün. Peki aynı cevabı Türkiye’de istihbarat ve istihbarata karşı koyma vardır şeklinde verebilmek mümkün mü? Hiç sanmıyorum. Hatta istihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetinin, -ki bir devletin hatta sivil bir kuruluşun en temel faaliyetlerinden biridir, belki de en önemlisidir- yürütülemediğini söyleyebilirim. Tabii öncelikle devletin ve/veya iktidarın bu faaliyetleri yürütmekten neyi amaçladığı önemlidir. Bu faaliyetler devletin bekası, güvenliği, vatandaşın güvenliği yerine iktidarın ya da bir grubun çıkarları için yapılınca ortada ne istihbarat kalır ne de istihbarata karşı koyma kalır. Ülke yabancı ülkelerin istihbarat örgütlerinin at koşturduğu, terör eylemlerinin zirveye çıktığı ve ayrılıkçı örgütlerin istediklerini yaptıkları, yönetilemez bir ülke haline gelir.

Yapılması gereken nedir peki? Öncelikle MİT Kanunu yeniden ele alınmalı ve MİT özerk bir biçimde yeniden teşkilatlanmalıdır. MİT’in ana görevi insan istihbaratı, istihbarata karşı koyma (yani diğer istihbarat örgütlerinin Türkiye’deki faaliyetlerinin önlenmesidir) verilecek bazı özel görevlerin yapılmasıdır. MİT’in kendi alanında hem iç hem de dış istihbarattan sorumlu olması mevcut koşullarda zorunludur. Ancak mevcut haliyle MİT, belirttiğim görevleri yapmada hem nitelik ve sayı olarak hem de teşkilat ve mali olarak yeterli değildir.

GES, ASKERE DEVREDİLMELİ

Askeri istihbarat yani jandarma hariç TSK istihbarat teşkilatı yeniden düzenlenmeli ve bu konuda bir yasa çıkarılmalıdır. Askeri istihbarat konusunda Genelkurmay Başkanlığı’nın görevlerini belirten bir sayfalık kanun dışında herhangi bir yasa yoktur. GES Komutanlığı Genelkurmay Başkanlığı’na iade edilmeli ve çıkarılacak bir kanunla yeniden düzenlenmeli, geliştirilmelidir. Askeri istihbarat MİT’in derlediği istihbarattan daha farklı bir bakış açısıyla analiz yapmayı gerektirir.

Emniyet istihbaratı ve jandarma istihbaratı farklı bölgelerde aynı görevlere yönelik istihbaratı yapar. Bu bakımdan iki istihbarat örgütünün de benzer yetkilere sahip olması gerekir. Her iki örgüt de iç istihbarattan, emniyet ve asayişle ilgili istihbarattan sorumludur. Dolayısıyla MİT ile koordineli olarak istihbarata karşı koyma ve anayasayı koruma ile ilgili istihbarat görevlerini de yerine getirmelidirler.

Dışişleri Bakanlığı’nda olduğu gibi diğer bazı bakanlıkların da kendi görevleri ile ilgili istihbarat birimlerine ihtiyaçları vardır ve bu birimler mutlaka tesis edilmelidir.

ÇALIŞMAYA HAZIRIM

İstihbarat ve istihbarata karşı koyma ülke güvenliğinden ticarete, sanayiye, yatırımlara, tarıma ve meteorolojiye, tabii afetlere, emniyet ve asayişe kadar çok geniş bir alanda hatta hayatın bütün alanlarında gereklidir.

İstihbarat olaylar olmadan, devlet adamlarına, yöneticilere, güvenlik güçlerine vb. tedbir almalarını sağlayacak kadar önceden analiz edilmiş bilgi sağlanabildiği zaman bir anlam taşır. Yoksa olaylar olduktan sonra sağlanacak gecikmiş istihbarat sadece adli sürece hizmet eder ama tedbir alarak olayları önlemeye hizmet etmez.

Gerekirse Türkiye’de istihbarat organizasyonları nasıl olmalı, nasıl sevk ve idare edilmeli, hangi teşkilat hangi görevler yapmalı, bunların koordinasyonları nasıl olmalı vb. konularda çalışma yapmaya hazır olduğumun da bilinmesini isterim.

İSTİHBARAT DOSYASI : Hangi yazar “devlete istihbarat konusunda yardımcı olurum” dedi ??

Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Pekin, devlete çağrı yaparak istihbarat konusunda çalışmaya hazır olduğunu ifade etti.

Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, devlete çağrı yaparak istihbarat konusunda çalışmaya hazır olduğunu ifade etti.

“HATIRI SAYILIR MİKTARDA İSTİHBARAT BİRİMİ”

İsmail Hakkı Pekin, Aydınlık gazetesindeki “Türkiye’de istihbarat” başlıklı yazısında istihbarat örgütlerini anlattı. İstihbarat örgütlerini sıralayan Pekin, “Türkiye’de MİT, TSK İSTH., Jandarma İSTH., Emniyet İSTH., Dışişleri Bakanlığı İSTH. hatta bazı bakanlık ve kuruluşların istihbarat bölümleri olmak üzere (Cumhurbaşkanları ve Başbakanların kendilerine özel istihbarat grupları hariç) hatırı sayılır miktarda istihbarat birimi olduğunu söylemek mümkün” dedi.

“ÇALIŞMA YAPMAYA HAZIR OLDUĞUMUN DA BİLİNMESİNİ İSTERİM”

Türkiye’deki istihbarat örgütlerine yönelik eleştirilerini tek tek aktaran Pekin’in devlete çağrı yapıp göreve hazır olduğunu söylemesi ise dikkat çekti. Pekin, “Gerekirse Türkiye’de istihbarat organizasyonları nasıl olmalı, nasıl sevk ve idare edilmeli, hangi teşkilat hangi görevler yapmalı, bunların koordinasyonları nasıl olmalı vb. konularda çalışma yapmaya hazır olduğumun da bilinmesini isterim” açıklamasında bulundu.

Odatv.com

GENELKURMAY DOSYASI /// CHP’li Bayır : Ges, MİT’e Bağlanmasaydı Şehit Vermemiz Önlenebilir Miydi ?

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Tacettin Bayır, 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren görev ve sorumlulukları Genelkurmay Başkanlığı’ndan alınarak MİT’e bağlanan, Genelkurmay Elektronik Sistemleri’ni (GES) Meclis gündemine taşıdı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Tacettin Bayır, 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren görev ve sorumlulukları Genelkurmay Başkanlığı‘ndan alınarak MİT‘e bağlanan, Genelkurmay Elektronik Sistemleri’ni (GES) Meclis gündemine taşıdı.

Bayır, Başbakan Davutoğlu’nun yazılı olarak cevaplaması istemiyle Meclis Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde, "Son zamanlarda yaşanan terör olaylarında, istihbarat bilgilerini, zamanında ve doğru olarak toplayarak ilgili birim ve komutanlıklara gerekli önlemleri alması için kurulan GES’in, MİT‘e bağlanması ile TSK’nın, istihbarat zaafiyatının oluştuğunu düşünüyor musunuz?" diye sordu.

1957 yılında kurulan ve TSK‘nın ihtiyaç duyduğu muhabere ve elektronik istihbaratı sağlayan ve yurt geneline yayılmış birimleri bulunan Genelkurmay Elektronik Sistemleri Komutanlığı (GES ) dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın direktifiyle 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren görev ve sorumlulukları Genelkurmay Başkanlığından alınarak MİT‘e bağlandığını hatırlatan Tacettin Bayır, şunları kaydetti: "Dönemin başbakanı, bakanları ve AKP ve yandaşlarının Türkiye’de askeri vesayet için çalışan karanlık güçler amaç dışı kullandıkları bir mevziyi daha kaybetti naraları atarak ne büyük iş başardıklarını topluma anlatıyorlardı. Söz konusu Genelkurmayın görev alanındaki devir işlemleri de Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu kapsamında gerçekleştirilmişti.

Bilindiği gibi GES’in elindeki elektronik imkanlar ve ileri teknoloji ne Emniyet’te ne Jandarma’da ne de başka bir güvenlik biriminde mevcut değildir. GES elindeki bu güçle Türkiye sınırları dahil yakın çevresindeki hemen her türlü dinlemeyi yapabilmektedir. Özellikle terör saldırılarının önlenmesi adına büyük sorumluluk taşıyan bu birim büyük can kayıplarının verildiği Dağlıca ve Iğdır’da gerçekleştirilen terör saldırılarda görevini yerine getirememiştir."

Bayır, şu soruları yöneltti: Sizin sorumluluğunuzdaki MİT ve Emniyet’in hazırladığı istihbarat raporlarının basına yansıdığı kadarıyla, PKK‘nın eylem stratejisini değiştirdiği ve bundan sonraki süreçte kırsal alanda eylemde bulunmayacağı yönünde değerlendirmelere yer verilmiştir. Bu konuda hazırlanan istihbarat raporlarının, TSK‘nın da eylemlere hazırlıksız yakalanmasına neden olduğunu düşünmüyor musunuz? Bu istihbarat raporlarıyla ilgili bir inceleme başlatacak mısınız?

Genelkurmaydan alınarak MİT’e bağlanan GES’in en önemli sorumluluğunun istihbarat bilgilerini, zamanında ve doğru olarak toplayarak ilgili birim ve komutanlıklara gerekli önlemleri alması için servis etmek değil midir? Özellikle Dağlıca‘da Askerlerimizin ardı ardına pusuya düşmesi ve saldırıda 200-300 PKK’lının görev alması, bunların yerinin ve eylem zamanlarının tesbiti konusunda istihbarat zafiyetinin olduğunu düşünüyor musunuz?

Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının yerine GES’e AKP hükümetine yakın isimlerin alınmaya başlandığı, yani tecrübeli uzmanların yerine güvenlik birimlerinden AKP‘ye yakın isimlerin getirildiği doğru mudur?

AKP’den milletvekili adayı olan ve bir takım güçler sayesinde tekrar müsteşarlığınıza getirilen Hakan Fidan’ın bu birimin sorumluluğunu yerine getirebildiğini düşünüyor musunuz? Düşünmüyorsanız ne zaman görevden alacaksınız?

TSK’nın daha önce kullandığı GES Genelkurmay Elektronik Sistemi MİT’e devredilmeseydi, şehit vermemiz önlenebilir miydi?

TSK’nın daha önce kullandığı GES Genelkurmay Elektronik Sistemi MİT’e devredilmeseydi, şehit sayımız daha az olur muydu?"

KÜRT SORUNU DOSYASI : GÜNEYDOĞU’DA GÖREV YAPAN DOKTORDAN HABER V AR.(Gerçek bir Durum Tespiti)

Güneydoğu’da, Cizre’de değil ama Cizre gibi şehir içinde çatışmaların olduğu, hendek kazılıp özerklik ilan edilen başka bir ilçede halen mecburi hizmet yapan bir doktorum.

İnternette yapılan yorum, paylaşım ve dezenformasyonları (bilgi çarpıtma / yanıltma haberleri –MKA) hayretle izliyorum. Hayatında Ankara’nın doğusuna geçmemiş adamlar bir yorumlar yapıyorlar, sanırsın Cizre’de soykırım var.

Hayır, kendi gözümüzle görmesek inanacağız…

Geçen gün acil serviste nöbetteyiz. Bir çocuk getirdiler, 99 doğumlu. Polise ateş açmış, çatışmaya girmiş, yaralanmış. Yakınları duyup gelmiş, hastane karıştı.

Maskesini, silahını getirmemişler tabi, ama pantolonunu kesiyoruz yaraya müdahale etmek için, pantolon cebinde Kalaşnikof şarjörü var!..

Neyse ilk müdahaleyi yaptık, il merkezine yolladık.

Şimdi bu çocuk polis vurunca gerilla diyorlar, vurulunca masum sivil. Ölürse de, “devlet katliam yapiyür”…

E utanın be, 99 doğumlu çocuğun eline Kalaşnikof verirken iyiydi de, çocuk vurulunca mı kötü oldu?

Gelelim esas bu “entry”i (girişi –MKA) yazma sebebime, diyorlar ki “orada yaralılar var, devlet neden ambulans yollamıyor?”

Bu soru taraflı ve dezenformatif bir soru ama yine de cevap vereyim;

1) Öncelikle ambulanslar tank değil, mahallenin girişine kazılan hendekleri aşacak, sokaklardaki barikatları yıkıp geçecek hali yok.

2) Çatışmalar halen devam ediyor. Ambulans tank değil demiştim, bizim de başımızda miğfer, üzerimizde kurşungeçirmez çelik yelek yok. Dünyanın hiçbir yerinde sivil sağlık ekipleri çatışmanın ortasına girip kendi hayatını tehlikeye atarak yaralıya müdahale etmez.

3) Çatışma devam ederken, yollarda patlamamış mayınlar, tuzaklar varken, polis “geçemezsin” der, göndermez. Ambulans komuta kontrol “gidemezsin” der, göndermez.

4) O mahallenin sicili bozuksa, yakın zamanda orada ambulanslara silahlı -molotoflu saldırılar olduysa, yanlış ihbar yapıp ambulansa saldırılıyorsa, var olan üç ambulansın ikisi zaten orada pert oldu (değer yitimi ve zarara uğradı –MKA) ise, ambulans komuta kontrol amiri “falanca sokağa / mahalleye durum normale dönene kadar girilmeyecek” der ve konu orada kapanır. Ha dersin ki, doğum yapan gebenin ne suçu var? Bir suçu yok, yanan ambulanstan canını zor kurtaran personelin suçunun olmadığı gibi. Ki içinde gebe varken bile, o ambulansa ateş açılıyor…

5) Bu mevzulardan ötürü personel tamamen bireysel olarak belli yerlere gitmek, belli sokaklara girmek istemeyebilir, hadi gidelim dersin, ambulans şoförü “lan zaten üç kuruş maaş alıyoruz, ben o sokağa girmem, isterlerse kovsunlar, bana bir şey olursa sen mi bakıcan benim çocuklarıma?!” der. Bir şey diyemezsin…

6) Ekip içinde güvensizlik olabilir. Bizim hastanedeki 4 ambulans şoföründen biri PKK sempatizanı mesela, bunu da gizleme gereği bile duymuyor. 112 kıyafeti üzerinde bulunan Türk bayrağını sökmüş falan. Daha geçen sene bile bu adam, “hoca kafamı bozma seni örgüte veririm haa” deyip gülüyordu. Diğer şoförler olursa bir sorunum yok ama ben bu adamla değil çatışma bölgesine ambulansla gitmek, bakkala gofret almaya bile gitmem.

7) Sürekli polisin, askerin kafasını karıştırmak için yanlış ihbarlar yapılıyor. Oralara giderken eskortluk (korumacılık / muhafızlık –MKA) eden polise saldırılıyor. Bir yerde çatışma varken, şaşırtma amaçlı başka yerden olay ihbarı geliyor.

8) Bir de son olarak, normal zamanlarda hastaneye ambulans ile gelmeyen hastalar da ambulans çağırıyor. Adamın evde hastası var, normal zamanda kendi arabasıyla, dolmuşla, taksiyle hastaneye gelebilirken sokaklar karışınca dolmuşlar, taksiler çalışmıyor, kimse kendi arabasıyla sokağa çıkmak istemiyor. Sokağa çıkma yasağı varsa zaten istese de çıkamıyor. Ortalık karışınca normal zamanda alınan çağrı sayısının en az 4-5 katı kadar çağrı geliyor. “Çocuğun 40 derece ateşi çıktı” diye ambulans istenebiliyor mesela, alın getirin hastaneye de diyemiyorsun. Öyle olunca ambulanslar her çağrıya yetişemiyor.

Tabi bütün bunlardan ötürü devleti, polisi, hastaneyi, ambulansı suçlayabilirsiniz ama o hendekleri kazanların, o barikatları kuranların, yollara mayınları döşeyenlerin, ambulans çağırıp yakanların hiç suçu yokmuş gibi davranmayın…

Bir de unutmadan, 99 doğumlu çocukların eline Kalaşnikof ya da roketatar verip, el yapımı patlayıcı yapmayı, mayınlı tuzak kurmayı falan öğretip sokaklara salmak hangi barış güvercininin fikri idi?..

http://www.yorgoderki.com/2015/09/guneydoguda-gorev-yapan-doktorun/