Günlük arşivler: 19 Eylül 2015

İRTİCA DOSYASI : HAYRANI OLDUKLARI OSMANLI BİLE SON ZAMANINDA LAİKTİ /// AKP TÜRKİYEYİ ARAPLAŞTIRI YOR

MK ULTRA PROJESİ /// VİDEO : Öteki Gündem – Zihin Kontrolü /// 1 Mayıs 2015

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=-ucq610dbQ8&feature=youtu.be

MK ULTRA PROJECT /// VİDEO : Fred Burks talkes about Mind Control and spreading love to kill Evil

VİDEO LİNK :

MK ULTRA PROJECT /// VİDEO : America’s Secret War – MKULTRA Mind Control

VİDEO LİNK :

PKK DOSYASI : PKK SEMPATİZANI SİTEDEN /// Yeni Başlayanlar İçin İslamcılık ve Kürdistan

İbrahim SEDİYANİ

İslamcı bir Türk yazar İslamcılık eleştirisi yaparsa, bunun ismi ne olur?

– Özeleştiri.

İslamcı bir Kürt yazar İslamcılık eleştirisi yaparsa, bunun ismi ne olur?

– Müslümanlar’a hakaret.

* * *

İslamcı Türk yazarlar, İslamcı Kürtler’e yönelik, bazı tutum ve davranışlarının hatalı olduğunu, içinde bulundukları nahoş durumdan bir an önce kurtulmaları gerektiğini hatırlatıp, onları İslamî ilkelere uygun davranmaya ve ilkeli olmaya çağırırlarsa, bunun ismi ne olur?

– Müslüman’ın Müslüman’ı kardeşçe uyarması.

İslamcı Kürt yazarlar, İslamcı Türkler’e yönelik, bazı tutum ve davranışlarının hatalı olduğunu, içinde bulundukları nahoş durumdan bir an önce kurtulmaları gerektiğini hatırlatıp, onları İslamî ilkelere uygun davranmaya ve ilkeli olmaya çağırırlarsa, bunun ismi ne olur?

– Müslümanlar’a hakaret. Terbiyesizlik!

* * *

Irak’taki Şiî Araplar ve Sünnî Kürtler, Saddam Hüseyin’den kurtulmak için ABD’nin işgalini fırsat bilip bunu değerlendirmeye kalkarlarsa, bunun ismi ne olur?

– Ümmet’e ihânet, şerefsizlik, Amerikan uşaklığı, İkinci İsrail.

Suriye’deki Sünnî Araplar, Beşşar Esad’dan kurtulmak için kendileri ABD’yi Suriye’yi işgal etmeye çağırır, bizzat NATO ve CIA tarafından Hatay kamplarında eğitim görürse, bunun ismi ne olur?

– Cihad, devrim, Allâh-û Ekber, Yaşasın Küresel İntifada.

* * *

Saddam Hüseyin’den kurtulmak isteyen Kürtler’in ve şimdiki Kürdistan Federe Devleti’nin başkanı Mesud Barzanî, Washington’a gidip Beyaz Saray’da bir konuşma yaparsa, bunun ismi ne olur?

– Ümmet’e ihânet, şerefsizlik, Amerikan uşaklığı, İkinci İsrail, zaten O’nun kökeni Yahudî’ymiş abi, bizim Yeni Şafak ve Vakit gazeteleri Barzanî’nin gerçek yüzünü ortaya çıkardı.

Beşşar Esad’dan kurtulmak isteyen Sünnî ve İhvancı Araplar’a her türlü desteği sağlayan Türkiye Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, Washington’a gidip Beyaz Saray’da ABD’nin dünya güzeli dışişleri bakanı Hillary Clinton ile “ÇAK” yaparsa, bunun ismi ne olur?

– Cihad, İslam Devrimi, Allâh-û Ekber, Yaşasın Küresel İntifada, Stratejik Derinlik ve Jeostratejik Serinlik, Sünnî mezhebine göre Davutoğlu “seferî” durumunda olduğu için Hillary’yle “ÇAK” yaptığında abdesti bozulmaz.

* * *

Hâfız Esad yönetimindeki Suriye, PKK’ya destek verir, Abdullah Öcalan’ı Şam’da ağırlarsa, bunun ismi ne olur?

– Şerefsizlik, adilik, ulan böyle komşuluk olur mu beee?

Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye, ÖSO’ya destek verir, ÖSO’nun başındaki bütün Heso Hüso’ları İstanbul’da ağırlarsa, bunun ismi ne olur?

– Allâh razı olsun, işte komşu dediğin böyle olur.

* * *

İsrail ordusu, içinde bir tane çakı bile olmayan sivil bir yolcu gemimize hem de uluslararası sularda vahşîce saldırıp 9 vatandaşımızı öldürürse, İsrail’e haddini nasıl bildirmeliyiz?

– Özür dilettirip tazminat ödemeye mahkum etmeliyiz.

Suriye ordusu, hava sahasını ihlal eden bir savaş uçağımıza ateş açıp düşürür ve iki pilotumuzu öldürürse, Suriye’ye haddini nasıl bildirmeliyiz?

– Savaş sebebidir. Hemen savaş açıp onlara kim olduğumuzu göstermeliyiz.

* * *

Beni seviyor musun?

– Evet.

Ben de seni.

– Sağol.

* * *

Mavi Marmara seferini yapmakla tüm dünyaya neyi ispatlamış olduk?

– Türk halkının ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu haklı dâvâlarında Filistin halkının yanında olduğunu.

İsrail askerleri tarafından esir alınan Mavi Marmara gönüllülerinin Be’er – Şeva kentinde tıkıldıkları Ela Hapishanesi’ni hangi devlet inşâ etmiştir?

– Türkiye Cumhuriyeti devleti.

Mavi Marmara gönüllülerinin İsrail’de yattığı hapishanenin ranzalarını ve masalarını hangi şirketler yapmıştır?

– Türk şirketleri.

İsrail’in hapishanede Mavi Marmara gönüllülerine verdiği yoğurtların ve suların üzerinde ne yazıyordu?

– “Türk Malı”.

Hapishanedeyken İsrail askerleri bize su ikram ettiklerinde, onlara, “Biz sizin suyunuzu içmeyiz!” restini çekip ne kadar bilinçli ve şuurlu İslamcılar olduğumuzu siyonistlere göstermiş olduk. Bizim bu tavrımıza İsrail askerleri nasıl karşılık verdiler?

– Kıçlarıyla gülüp, “Bizim suyumuz mu? Bu bizim değil ki, sizin suyunuz. Türkiye’den getirdik. Bizim içme suyu ihtiyacımızı Türk devleti karşılıyor. Ulan siz amma da salakmışsınız bee. Sizin devletinizle bizim devletimiz, Ortadoğu’daki en yakın iki müttefik. Aramızda ne tür antlaşmalar var, biliyor musunuz?” cevabını verdiler.

* * *

1967 Arap – İsrail Savaşı, gerçekte ne içindi?

– Su için.

İsrail’in en büyük ihtiyacı nedir?

– Su.

İsrail’in su ihtiyacını hangi devlet karşılıyor?

– Türkiye Cumhuriyeti.

Çoğunluğunu “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olan insanların oluşturduğu Mavi Marmara yolcuları, yaptıkları bu sefere ne ismini vermişlerdi?

– “Su İntifadası”.

* * *

İsrail tarafından Mavi Marmara gemisinde öldürülen 9 kardeşimiz arasında, dünya taekwondo şampiyonumuz da vardı. O menfur saldırıda kaybettiğimiz bu değerimizin ismi neydi?

– Çetin Topçuoğlu.

Çetin Hoca gemiye hânımıyla birlikte binmişti. Hânımı da Avrupa bayanlar taekwondo şampiyonudur. O’nun ismi nedir?

– Çiğdem Topçuoğlu.

Çetin – Çiğdem Topçuoğlu çifti nerelidir?

– Adana.

Saldırı esnasında Çetin Topçuoğlu şehîd edilirken, hânımı Çiğdem Topçuoğlu da İsrail ordusu tarafından esir alındı. Çiğdem Hoca, İsrail’in hangi şehrinde hapis yattı?

– Be’er – Şeva.

Be’er – Şeva şehri belediyesinin, dünyadaki hangi şehrin belediyesiyle arasında “kardeş şehir” anlaşması vardır?

– Adana.

* * *

İsrail, günler öncesinden “Gelirlerse gemileri vururuz” diyerek açıksözlülükle tehdit ettiği halde, İsrail’in gemilere saldırdığı sabahın öncesi, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu nereye kaçmışlardı?

– Şili’ye.

Bir Kızılderili dili olan Quechua dilinde bir sözcük olan “Şili” (Chile), bu dilde ne anlama geliyor?

– “Dünyanın Sonu.”

* * *

Gazze halkı, Erdoğan’ı ve Türkiye’yi niçin bu kadar seviyor?

– Çünkü 2008 yılında İsrail “Dökme Kurşun” adını verdiği operasyonla Gazze’ye saldırıp, savaşta kullanılması bile yasak olan silâhlarla Gazze’yi bombalayarak yarısından fazlası çocuk olmak üzere binden fazla mazlum Gazzeli’yi katlettiğinde, buna dünyada en büyük tepkiyi Erdoğan ve Türkiye göstermişti.

O katliâmda İsrail savaş uçaklarını kullanan İsrailli pilotlar, havacılık eğitimini nerede yapmışlardı?

– Konya’da.

* * *

Biraz önceki soruya cevap verirken, 2008’deki o katliâma en büyük tepkiyi Erdoğan ve Türkiye’nin verdiğini söylediniz. “Ördek”lik sizde kalsın ama bize “örnek” verir misiniz?

– Van Minüt olayı işte… Laa oğlım, görmedin mi Şimon Peres’i nasıl rezil etti? Adamı mosmor etti. Helâl olsun vallâh; tam Kasımpaşalı…

Peki, Başbakan Erdoğan, Davos’tan döndükten sonra Türk medyasına açıklama yaparken, Davos’taki kabadayılığının sebeb-i hikmetini nasıl izah etti?

– “Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanına hiç kimse el kol hareketi yapamaz. Koluna vurup sözünü kesemez. Bizi hâlâ tanıyamamışlarsa, tarihimize baksınlar. Tarihe bakarlarsa, anlarlar kim olduğumuzu.”

Tebrikler; geleceği pek göremiyorsunuz ama geçmiş hafızânız bayağı kuvvetli… Peki, bu sözleriyle Erdoğan, tepkisinin aslında İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e değil, programın moderatörüne karşı olduğunu farkında olmadan itiraf etmiş olmuyor mu?

– ?????

Ayrıca Erdoğan, niçin “şanlı tarih”e atıfta bulunuyor? İsrail ile Türkiye arasında tarihte yaşanmış hiçbir savaş yok, hatta anlaşmazlık bile yok. Bilakis Endülüs göçünden bu yana Yahudîler, Osmanlı ve Türkiye için 500 yıldır hep dost ve hatta sığınak olmuştur. Erdoğan, hem tepkisinin gerçekte moderatöre karşı olduğunu itiraf etti, hem de “şanlı tarihimiz”e atıfta bulundu. Demek ki “bizim atalarımız” ile “o moderatörün ataları” arasında geçmişte birşeyler yaşanmış. Sayın Ördek, Erdoğan niçin özellikle “şanlı tarih”e atıfta bulundu?

– ?????

O moderatörün aslı astarı neydi?

– Ermenî.

* * *

Beni seviyor musun?

– Çoooook.

Ben de seni.

– Allâh razı olsun.

* * *

1948 yılında kurulan “İsrail Devleti” adlı devleti ilk tanıyan Müslüman devlet hangisidir?

– Türkiye Cumhuriyeti.

1979 yılında kurulan “İran İslam Cumhuriyeti” adlı devleti en son tanıyan Müslüman devlet hangisidir?

– Türkiye Cumhuriyeti.

İslamcı Türk yazarlara göre, Filistin halkını en çok savunup İsrail’e karşı çıkan devlet hangisidir?

– TC.

İslamcı Türk yazarlar, Allâh’ın her günü koro halinde kime küfrediyorlar?

– İran.

* * *

Mavi Marmara gemisinde kaç iklimden kaç insan vardı?

– 36 ülkeden 587 insan vardı. Farklı dîn, dil, ülke, kavim ve topluluktan insanlar.

Mavi Marmara seferini organize eden “Hak ve Hürriyetleri İnsanî Yardım” organizatörleri, neden geminin her tarafını değişik değişik bayraklarla süslemişlerdi?

– Çünkü gemide hangi kavimden yolcular varsa, onların bayrağını asarak bir güzellik yapmıştı. Niye abi, çok güzel olmuştu vallâh; renk renk bayraklarla gemi tıpkı gelin gibi süslenmişti. En çok da Türk bayrağı tabiî.

İngiliz bayrağı da var mıydı?

– Vardı. Çünkü gemide 27 tane İngiliz vatandaşı vardı.

Kuveyt bayrağı da var mıydı?

– Vardı. Çünkü gemide 16 tane Kuveytli vardı.

Fas bayrağı da var mıydı?

– Vardı. Çünkü gemide 5 tane Faslı vardı.

İspanyol bayrağı da var mıydı?

– Vardı. Çünkü gemide 3 tane İspanyol vardı.

İsveç bayrağı da var mıydı?

– Vardı. Çünkü gemide 2 tane İsveçli vardı.

İrlanda bayrağı da var mıydı?

– Vardı. Çünkü gemide 2 tane İrlandalı vardı.

Yunan bayrağı da var mıydı?

– Vardı. Çünkü gemide 1 tane Yunan vardı.

Bosna bayrağı da var mıydı?

– Vardı. Çünkü gemide 1 tane Boşnak vardı.

Kosova bayrağı da var mıydı?

– Vardı. Çünkü gemide 1 tane Kosovalı Arnavut vardı.

Gemide kaç tane Kürt vardı?

– Abi ne diyorsun? Geminin yarısı Kürt’tü. 200’ün üzerinde Kürt rahat vardı. Şehîdlerimizin arasında bile Kürt var.

Peki, Mavi Marmara seferini organize eden “Hak ve Hürriyetleri İnsanî Yardım” organizatörleri, gemiye Kürt bayrağı da asmışlar mıydı?

– Hayır, bir tane bile yoktu.

Peki, yolcular arasında 3 tane İspanyol var diye gemiye İspanyol bayrağı asan, 2 tane İsveçli var diye İsveç bayrağı asan, 1 tane Yunan var diye Yunan bayrağı asan “Hak ve Hürriyetleri İnsanî Yardım” organizatörleri, yolcular arasında 200’ün üzerinde Kürt olduğu halde ve üstelik İsrail saldırısında şehîd de oldukları halde, neden gemiye bir tane Kürt bayrağı asmamışlardı?

– ?????

Mavi Marmara seferini organize eden “Hak ve Hürriyetleri İnsanî Yardım” organizatörleri, Kürt bayrağı görseler ne yaparlar?

– Şeytan görmüş gibi kaçarlar.

* * *

Mavi Marmara gemisine, üzerinde HAÇ işareti bulunan İsveç bayrağı asmak, üzerinde HAÇ işareti bulunan İspanyol bayrağı asmak, üzerinde HAÇ işareti bulunan Yunan bayrağı asmak, bu eylemin “İslamî niteliğine” ve bizim “tevhid eksenli İslamî kimliğimize” halel getirir mi?

– Getirmez. Sonuçta bu bir “erdemliler” hareketi. Hem onlar da Ehl-i Kitab.

Kürt bayrağı?

– Olmaz. Biz Türk ulusçuluğuna da Kürt ulusçuluğuna da karşıyız. Irkımız inancımızdır vatanımız dünya. Ayrıca yeni bir dünya mümkün. Hem abi biz elhamdülillah Müslüman’ız. Bizim tek bir bayrağımız var; La İlâhe İllallâh bayrağı.

Kürt bayrağı ulusçu bir bayrak mıdır?

– Evet.

Neden?

– Üff abi ya; sen de çok zor sorular soruyorsun! Ne bileyim işte, olmaz dedikse olmaz. Hem bizler Osmanlı torunlarıyız. Osmanlı’nın kemiklerini sızlatmayalım.

Peki kardeşim, sızlatmayalım. Başka bir soru: Sayın Ördek, bugünkü Filistin bayrağı ne zaman ve kimler tarafından çizilmiştir? Ve neyi sembolize etmektedir?

– Filistin bayrağı, Pan – Arabizm ulusçuluğunu sembolize etmektedir. İlk olarak Şerif Hüseyin tarafından 1916 yılında Osmanlı’ya karşı başlatılan Arap bağımsızlık hareketinde dalgalandırılmıştır. Araplar’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanmasını temsil etmektedir.

* * *

Beni seviyor musun?

– Seni sevmeyen ölsün.

Sağol, eksik olma.

– Vatan sağolsun.

* * *

Mavi Marmara gemisinde 9 kardeşimiz şehîd oldu. Bu kardeşlerimiz ekseri hangi kavimdendiler?

– Kürt, Arap, Çerkes, Türk.

Gazze’de Mavi Marmara şehîdleri için yaptırılan anıtın ismi nedir?

– “Türk Şehitliği.”

* * *

İslam’da ulusçuluk var mıdır?

– Yoktur. Haramdır.

Neden?

– Abi sen de sanki bilmiyormuş gibi soruyorsun. “Ulus” kelimesi bize Batı’dan gelmiştir. “Nation” yani. Bizim dilimize ait bir sözcük değil, Batı’dan gelmiştir bize.

Peki, “Ulus”sözcüğü Batı’dan bize gelirken, uçakla mı gelmiştir yoksa trene binip mi gelmiştir?

– Lan sen benimle dalga mı geçiyorsun?

* * *

Mavi Marmara seferini organize eden “Hak ve Hürriyetleri İnsanî Yardım” organizatörleri, bu gemiye ne isim vermişlerdi?

– “Nûh’un Gemisi.”

Mavi Marmara seferini organize eden “Hak ve Hürriyetleri İnsanî Yardım” organizatörleri, bu seferden birbuçuk yıl sonra, Türk ordusu Şırnak’ın Uludere ilçesinde katliâm yapıp 34 Kürd’ü vahşîce öldürdüğünde, bu katliâma karşı ne yaptılar?

– Hiçbir şey. Gık’ını bile çıkarmadılar.

“Nûh’un Gemisi” hadisesi nerede yaşanmıştır?

– Şırnak’ta. Tufandan sonra gemi Cudi Dağı’na oturmuştur.

* * *

Şırnak ilimizin eski gerçek ismi nedir?

“Şehr-i Nûh.” Anlamı, “Nûh’un Şehri.”

“Cudi” kelimesi hangi dildedir ve ne anlama geliyor?

– Kürtçe’dir; “kendine sığınacak bir yer buldu” anlamına gelmektedir (cu: yer; di; gördü, buldu) ve bu dağın ismi bile tek başına Nûh’un gemisinin onca tufandan sonra buraya sığınıp kurtuluşunu anlatmaktadır.

Peki, gerçek ismi “Şehr-i Nûh” olan bu ilimize şimdiki “Şırnak” ismini Türkler mi verdi?

– Hayır, 13. yy’da Ermenîler verdi. Ermenîce bir kelimedir.

“Şırnak” ismi Ermenîce’de ne anlama geliyor?

– “Gemi Şehri”.

* * *

Bu bizim “Hak ve Hürriyetleri İnsanî Yardım” kuruluşları, başka ne tür “İslamî faaliyetler” yapıyorlar?

– Bizim insanlarımızdan “insanî yardım” adıyla para toplayıp, bu yardımları dünyanın dört bir yanındaki fakirlere dağıtıyorlar?

Peki, iş bu “Hak ve Hürriyetleri İnsanî Yardım” kuruluşları, buradaki insanlardan yardım toplarken, insanlar arasında Türk, Kürt, Laz, Arap, Çerkes diye ayrımcılık yapıyorlar mı?

– Hayır, hiçbir kavmî ve etnik ayrımcılık yapmazlar. Yardım toplarken, Türk, Kürt, Laz, Arap, Çerkes ayrımı yapmadan herkesten toplarlar.

Peki, topladıkları bu yardımları götürüp dünyanın diğer yerlerindeki insanlara verdiklerinde, ne diyerek veriyorlar?

– “Bu yardımları size Türk halkı gönderdi.”

* * *

İslamcılar ulusal sınırlara karşı mıdırlar?

– Evet, “biz bütün sınırlara karşıyız” diyorlar. Söylediklerine göre, Ümmet’i bölmek harammış?

Peki o zaman neden Kürdistan’ı beş parçaya bölen sınırların kaldırılmasını talep etmiyorlar ve Kürdistan’ın bölünmüşlüğüne son vermek için çaba göstermiyorlar?

– Onu en sona bırakmışlar. Önce diğer sınırları kaldıracaklar, ondan sonra sıra buradaki sınırlara gelecek.

“Biz bütün sınırları ortadan kaldıracağız” diyen Türkiyeli İslamcılar, bu mübarek cihada hangi sınırlardan başlamayı düşünüyorlarmış?

– Malezya – Endonezya arasındaki sınır ile Fas – Cezayir arasındaki sınırdan. Haa bir de Moritanya – Senegal sınırı.

Neden bu işe kendi topraklarındaki sınırlardan başlamıyorlar da, binlerce km ötedeki sınırlardan başlıyorlar?

– Yaşadıkları topraklardaki sınırları kaldırmaya güçleri yetmiyor abi. Binlerce km ötedeki sınırları ortadan kaldırmak daha kolay. Hem rizikosu da yok, başları belaya girmiyor.

* * *

Yeryüzünün bütün coğrafyalarındaki özgürlük mücadelelerine destek veren İslamcılar, neden Kürdistan özgürlük mücadelesine destek vermiyorlar?

– Abi biz ulusal kurtuluş gibi şeylere karşıyız. Yani bence İslamcılar’a haksızlık ediyorsun. Bu tavır Kürtler’e özel bir tavır değil. İslamcılar bütün ulusal mücadelelere karşıdırlar?

Öyle mi? Peki, Filistin, Bosna, Kosova, Çeçenistan, Keşmir, Arakan, Patani, Doğu Türkistan, Moro, Açe Sumatra… Söyle bana şimdi: Dünya üzerindeki hangi İslamî Hareket, aynı zamanda Ulusal Kurtuluş Mücadelesi değildir?

– ?????

* * *

İslamcılar’la konuşurken, “Çin’in Sincan bölgesi” diye bir ifade kullansam, nasıl bir tepki gösterirler?

– Hemen itiraz ederler; “oranın ismi Sincan değil, Doğu Türkistan’dır” derler.

İslamcılar’la konuşurken, “Kürdistan” diye bir ifade kullansam, nasıl bir tepki gösterirler?

– Hemen itiraz ederler; “oranın ismi Kürdistan değil, Doğu Anadolu’dur” derler.

* * *

Beni seviyor musun?

– Seni sevmeyenin ben taaa…

Abartma, yavaş ol.

– Tamam, tamam. Özür.

* * *

Ben, ülkemizin doğusunda, Kürtler’in yaşadığı yere “Kürdistan” desem, bunun ismi ne olur?

– Vatan hainliği.

“Kürdistan” ne demek?

– “Kürtler’in yaşadığı yer.”

Ben, ülkemizin tamamı için “Anadolu” desem, bunun ismi ne olur?

– Vatanseverlik.

“Anadolu” ne demek?

– “Doğu Yunanistan.”

* * *

İftara ne kadar kaldı?

– Daha birbuçuk saat var abi.

Peki, nasıl olur da, ben Diyarbakır, Elâzığ, Malatya, Bingöl, Batman, Siirt, Van, Hakkari gibi illerimiz için “Burası Kürtler’in yaşadığı topraklardır” (KÜRDİSTAN) dediğim zaman “vatan haini” oluyorum da, Ege’nin incisi İzmir’den tut taaaa Van’a kadar, bu cennet vatanımızın tamamı için “Burası Yunanistan’ın doğu topraklarıdır” (ANADOLU)dediğimiz zaman “vatansever” oluyorum?

* * *

Bizim “Kürdistan” dediğimiz coğrafyaya onlar ne diyorlar?

– “Doğu Anadolu.”

Ula Ördek, “Anadolu” zaten “Doğu” demek!

– !!!!!

“Anadolu” Yunanca bir kelimedir ve “Doğu” demektir. Yani senin anlayacağın,“Doğu Anadolu” ifadesi her ne kadar kulağa çok sexy geliyorsa da, yeryüzündeki belki de en saçma coğrafî isimdir. Çünkü ifadedeki her iki kelime de aslında aynı şeydir. “Doğu”Türkçe, “Anadolu” ise Yunanca ama ikisi de aynı şey! Bu durumda ben “Doğu Anadolu”dediğim zaman aynı sözcüğü papağan gibi tekrarlamış oluyorum: “Doğu Doğu”

– Hakkaten laaa. Bak ben bunu hiç düşünmemiştim. Var ya İbo, senden korkulur haaa…

* * *

TC Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan brifing alan İslamcı Türk yazarlara göre, Suriye’deki terör saldırılarına ve işlenen korkunç cinayetlere hangi gözle bakmalıyız?

– “İntifada.”

TC Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan brifing alan İslamcı Türk yazarlara göre, Suriye’deki terör saldırıları ve işlenen korkunç cinayetler amacına ulaşırsa, buna hangi gözle bakmalıyız?

– “Suriye İslam Devrimi.”

TC Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan brifing alan İslamcı Türk yazarlara göre, Başbakan Erdoğan’a hangi gözle bakmalıyız?

– “İslam ümmetinin lideri.”

TC Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan brifing alan İslamcı Türk yazarlara göre, NATO’ya hangi gözle bakmalıyız?

– “Peygamber Ocağı.”

TC Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan brifing alan İslamcı Türk yazarlara göre, dünya güzeli Hillary Clinton’a hangi gözle bakmalıyız?

– “Zamanın Zeynebi.”

TC Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan brifing alan İslamcı Türk yazarlara göre, dünyanın emperyalist gücü kimdir?

– Rusya ve Çin.

ABD?

– “Müslümanlar’ın hamisi”.

SSCB’nin hayatta olduğu Soğuk Savaş döneminde, Türk İslamcılar komünistlere karşı savaşırken, hangi argümanlarla “Amerikancılık” yapıyorlardı?

– Sovyetler Birliği ateist ve dînsizdir. Fakat ABD öyle değil, Ehl-i Kitab’dır.

Şimdi?

– Soğuk Savaş döneminde Ehl-i Kitab olan ABD, şimdi de Ehl-i Sünnet oldu.

* * *

Türk devleti ve İslamcı Türkler, bir buçuk yıldır Suriye’de neyin mücadelesini veriyorlar?

– Suriye devleti yıkılsın mücadelesi.

Türk devleti ve İslamcı Türkler, Suriyeli Kürtler şehirlerinin yönetimine el koyup Kürdistan’ın özerkliğini ve özgürlüğünü ilan ettikten sonra neyin mücadelesini vermeye başladılar?

– Suriye devleti yıkılmasın mücadelesi.

* * *

Başbakan Erdoğan, Suriye Kürdistanı (Kurdistan a Rojava) bölgesinde Kürtler yönetime el koyunca, bir “Van Minüt” de Kürtler’e çekip o topraklara “Kürdistan” denilemeyeceğini söyledi. Erdoğan, hangi mantık ve delillere dayanarak o topraklar için “Kürdistan” ismini kullanmanın yanlış olacağını söyledi?

– Çünkü o topraklarda bütünüyle Kürtler yaşamıyor. Arap ve Türkmen köyleri de var. Başbakan Erdoğan’a göre, bir yere “Kürdistan” denilebilmesi için orada yaşayanların tamamının Kürt olması gerekiyor.

Peki, milyonlarca Kürt, Arap, Ermenî, Laz, Çerkes ve Gürcü’nün yaşadığı, hatta kendisi de Gürcü olan Erdoğan’ın başbakanlık yaptığı ülkenin ismi nedir?

– Türkiye.

* * *

Milyonlarca Kürt, Arap, Ermenî, Laz, Çerkes ve Gürcü’nün yaşadığı bir ülkeye “Türkiye” demek acaba hatalı mıdır?

– Değildir.

Neden?

– Çünkü “Türkiye” ismi sadece Türk etnisitesinden olanlar için söylenmemiş. “Türk vatandaşlığı” da öyle. Anayasamıza göre, “Vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” Dolayısıyla “Türkiye”, vatandaşımız olan Kürt, Arap, Ermenî, Laz, Gürcü herkesi kapsıyor.

Peki, madem ki öyledir, madem ki “Türkiye” ismi sadece Türk ırkından olanları değil herkesi kapsıyor, madem ki anayasal vatandaşlıktaki “Türk” ismi bu ülkedeki Kürt, Arap, Ermenî, Laz, Gürcü herkesi kapsıyor, o halde neden Türk devleti, dünyanın her tarafındaki Türkî topluluklar için “soydaşlarımız” diyor da, daha bugüne kadar bir kez bile olsun Suriye, Irak ve İran’daki Kürtler için “soydaşlarımız” tabirini kullanmamıştır?

– ????

Madem ki anayasadaki “Türk” ismi etnik değildir, bizim Ermenî, Gürcü, Rum ve Arap kökenli vatandaşlarımızı da kapsıyor, o halde neden Orta Asya’daki Türkî devletler için “soydaş cumhuriyetler” ifadesini kullanıyoruz da, aynı ifadeyi Ermenistan, Gürcistan, Yunanistan ve 16 tane Arap devleti için kullanmıyoruz? Ülkemiz topraklarıyla hiç alakaları olmayan Kırgızlar’la, Kazaklar’la, Uygurlar’la “soydaş” oluyoruz da, ülkemiz topraklarının yerlileri olan Araplar’la, Kürtler’le, Ermenîler’le, Yunanlar’la, Gürcüler’le niye “soydaş” olmuyoruz? Üstelik başbakanımız bile Gürcü iken…

– ?????

Madem ki bizim “vatandaşlık” tanımımız “ırk”a değil “toprak”a bağlı bir tanımlamadır, o halde okulda çocuklarımıza niçin 1071’den önce Orta Asya’da kurulan devletleri öğretiyoruz da, Mezopotamya’da kurulan devletleri öğretmiyoruz? “Vatandaşlık” tanımımız “ırk”a değil “toprak”a bağlı bir tanımlama ise, Orta Asya’da ne olmuş ne bitmiş bize ne?

– ?????

* * *

Kürtler’den ve Kafkasyalı Çerkesler’den kurduğu güçlü bir orduyla Qûdüs’e yürüyüp Haçlı ordularına karşı büyük bir zafer kazanan ve kendisi de Kafkasya kökenli bir Kürt olan ünlü komutan Selahaddin Eyyubî, Filistin topraklarını kurtardıktan sonra, Kürt ve Çerkes devletini gidip 1171 tarihinde nerede kurmuştur?

– Mısır’da.

1257 yılında, ikinci Kürt – Çerkes Devleti nerede kurulmuştur?

– Mısır’ın başkenti Kahire’de.

Dünyadaki bir başkentte, ismi “Mescîd’ul- Kurdî” olan tam 2 tane camiî vardır. Bu camiîler, Selahaddin Eyyubî’nin torunu (oğlunun oğlu) olan Okçu Yusuf tarafından kurulmuştur (Okçu Yusuf, benim doğduğum köyün kurucusudur ve mezarı da bizim köyde, doğduğum evin 500 m ilerisindedir. Bu fâkir kardeşiniz, O’nun soyundan gelmektedir.). Bu başkent hangisidir?

– Mısır’ın başkenti Kahire.

Dünyadaki bir başkentin en büyük caddesinin ismi “Selahaddin Eyyubî Caddesi”dir ve orada “Selahaddin Eyyubî Meydanı” da vardır. Bu başkent hangisidir?

– Mısır’ın başkenti Kahire.

Mısır’ın başkenti Kahire’nin en ilginç ve gizemli semti, “City of the Dead” (= Ölü Şehir) isimli semtidir. Bu semtin özelliği, tamamen mezarlıktan oluşması ve evlerin (hepsi gecekondu) mezarlar üzerinde yapılmış olmasıdır. Yani ölüler ve diriler üst üstedirler; toprağın altında ölüler, üstünde de diriler bulunur. Bırakın turistleri, Mısır’ın yerlileri bile o semte uğramaya korkarlar. Kahire’nin en gizemli yeridir. Peki bu semtin en gizemli yeri neresidir?

– “Şeyh’ul- Kurdî” olarak anılan Kürt şeyhinin mezarı.

Kürt şeyhi, 1966 yılında vefât etmiş. Kahire’de kendilerine “Şabî” denilen “City of the Dead” (Ölüm Şehri) sakinlerinin anlattığına göre, Kürt şeyhi, Allâh’ın kelamını ezbere biliyormuş. Nereye giderse gitsin, Qûr’ân-ı Kerîm’i hep yanında taşırmış. Sürekli bir beyaz ata binermiş. Masallardaki gibi bir adammış. Öyle ki halktan bazıları, neredeyse O’nun insan değil melek olduğuna inanmaya başlamış. Peki, Kahire’de bu şethin mezarının bulunduğu sokağın ismi nedir?

– “Kürt Şeyhi Sokağı”.

22 Nisan 1898 tarihinde yayın hayatına başlayan, Mikdad Midhad Bedirhan – Abdurrahmân Bedirhan kardeşler tarafından çıkarılan ve tarihteki ilk Kürtçe gazete olan“Kürdistan”, nerede yayınlanıyordu?

– Mısır’ın başkenti Kahire’de.

Aynı tarihte, aynı isimler tarafından kurulan ve tarihteki ilk Kürt matbaası olan“Kürdistan Gazetesi Matbaası”, nerede kurulmuştur?

– Mısır’ın başkenti Kahire’de.

1911 tarihinde Ferecullâh Zeki el- Kurdî tarafından kurulan “Kürdistan İlmîyye Matbaası”, nerede kurulmuştur?

– Mısır’ın başkenti Kahire’de.

Son yarım asırlık zaman zarfında İslam dünyasında Kürtler hakkında yazılan ve Kürt halkının yanında bir duruş sergileyerek kaleme alınan en ciddî ve vicdanlı kitap, hiç kuşku yok ki Dr. Fehmi Şinnawî’nin yazdığı “El- Ekradu: Yetâma el- Muslîmîne” (= İslam Ümmetinin Yetimleri: Kürtler) adlı kitaptır. “İslam Ümmetinin Yetimleri: Kürtler”kitabı, Kürtler arasında hâlâ konuşulan, unutulmaz bir eserdir. Arap bir doktor ve siyasetçi olan Fehmi Şinnawî nerelidir?

– Mısır’ın başkenti Kahire.

2006 yılında çekimleri yapılan ve sinema çevrelerince “ilk feminist Kürt sineması”olarak adlandırılan “Stêrk di Nav Rojêde Bêrengin” (= Yıldızlar Gündüz Renksizdir) adlı film, 1988 Halepçe Katliâmı esnasında Irak’ta Saddam Hüseyin ve BAAS rejimi tarafından cezaevine konulup işkence yapılan ve daha sonra Irak devleti tarafından Mısırlı insan tacirlerine bir köle gibi, bir cariye gibi satılan 18 Kürt kızının dramını anlatıyor. İran Kürdistanı’nın Mehâbâd şehrinden olan kadın yönetmen Şirin Cihanî tarafından çekilen bu filmde, İranlı ünlü yönetmenler Abbas Kiarustemî, Behmen Qubbedî ve Muhsin Mahmelbaf da İranlı Kürt kadın yönetmen Şirin Cibadî’yle birlikte çalıştılar. Filmin kameramanlığını da yine İran’ın en ünlü kameramanlarından Şehriyar Esedî yaparken, filmin ses kayıt görevini de yine aynı ülkeden Ezher Şahverdî üstlendi. İlk Kürt feminist sinaması kabul edilen“Yıldızlar Gündüz Renksizdir” adlı sinema filmi nerede çekildi?

– Mısır’ın başkenti Kahire’de.

Suriye’de bir buçuk yıldır korkunç bir iç savaş yaşanıyor. Ancak içinde bulunduğumuz bu mübarek Ramazan ayında, başta dört parçadaki Kürtler olmak üzere bütün dünyayı heyecanlandıran sürpriz bir gelişme yaşandı. Suriyeli Kürtler, Suriye Kürdistanı (Kurdistan a Rojava)’ndaki Kobanî, Afrin, Derik, Amude, Qamîşlo kentlerinde yönetime el koyarak özgürlükleri ve özyönetimleri için müthiş bir hamle gerçekleştirdiler ve hatta oradan artık, “bağımsızlık” sesleri bile yükseliyor. Bir buçuk yıldır tüm acımasızlığıyla devam eden Suriye iç savaşında, hiç kimsenin beklemediği ve hesap etmediği bir sürpriz gelişme oldu bu. Suriyeli Kürtler, böyle cesur bir işe teşebbüs etmenin kararını aslında ilk olarak nerede almışlardı?

– Mısır’ın başkenti Kahire’de… 4 Temmuz 2012’de Mısır’ın başkenti Kahire’de Suriye muhalefetini biraraya getiren konferansta Suriye Kürtleri, “Kürtler’in halk olarak tanınması ile haklarının garanti altına alınması”nı içeren ortak bir önerge sundu. Ancak önerge, TÜRKİYE, SUUDÎ ARABİSTAN ve KATAR destekli Suriye Ulusal Konseyi’nin başını çektiği kesimlerin karşı çıkması üzerine konferans tarafından reddedildi. Bunun üzerine Kürtler konferanstan çekildiler ve Suriye muhalefeti ile yollarını ayırdılar. Türkiye, Suudî Arabistan ve Katar destekli Suriye muhalefetinin “Kürt düşmanı” gerçek yüzünün ifşâ olması üzerine, Türk devletinin güdümündeki bu hareketin başarıya ulaşıp da kuracağı devletin, Kürtler açısından şimdiki Suriye devletinden daha kötü olacağını anlayan Kürtler, ilk orada,Mısır’ın başkenti Kahire’de “kendi başlarının çaresine bakma” kararı aldılar. Suriye’ye döner dönmez de Kürdistan’daki şehirlerin yönetimine el koydular ve Kürdistan’ın özgürlük yürüyüşünü başlattılar.

* * *

Mısır toprakları için kullanılan “Mağrîb” ismi, Arapça’da ne anlama geliyor?

– “Batı.”

Suriye Kürdistanı için kullanılan “Rojava” ismi, Kürtçe’de ne anlama geliyor?

– “Batı.”

* * *

Aynı soruyu tekrar soralım: Suriyeli Kürtler, Suriye Kürdistanı (Kurdistan a Rojava)’ndaki Kobanî, Afrin, Derik, Amude, Qamîşlo kentlerinde yönetime el koyarak özgürlükleri ve özyönetimleri için müthiş bir hamle gerçekleştirdiler ve hatta oradan artık, “bağımsızlık” sesleri bile yükseliyor. Bir buçuk yıldır tüm acımasızlığıyla devam eden Suriye iç savaşında, hiç kimsenin beklemediği ve hesap etmediği bir sürpriz gelişme oldu bu. Suriyeli Kürtler, böyle cesur bir işe teşebbüs etmenin kararını aslında ilk olarak nerede almışlardı?

– Mısır’ın başkenti Kahire’de.

Peki, kurulacak olan Kürdistan’ın başkenti neresi olacak?

– Qamîşlo.

Hayatı ilim ve İslam’a hizmetle geçen Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî, Suriye Kürdistanı (Rojava)’nın 20. yy’da yetiştirdiği en büyük İslam âlimlerinden biridir. Babası Şeyh İzzeddîn el- Haznewî, O’nun da babası Şeyh Ahmed el- Haznewî’dir. Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî, Kurdistan a Rojava’nın adetâ “ruhanî lideri”dir. 25 Kasım 1957 tarihinde dünyaya gelen Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî, nerede doğmuştur?

– Kürdistan’ın müstakbel başkenti Qamîşlo’da.

Qamîşlo’da eğitim gören Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî, 1974’te medreseyi, 1977’de de liseyi bitirir. Ancak Şeyh’in mezun olduğu medresenin diploması, Suriye dışındaki hiçbir İslam ülkesi tarafından tanınmıyordu. Yurtdışına açılıp İslamî tedrisatını kemâla erdirmek isteyen Şeyh, başvurduğu onlarca Müslüman ülkenin medreseleri tarafından hep olumsuz cevap aldı. Uzun uğraşlardan sonra, bir ülkedeki bir medrese, O’nun diplomasını kabul etti ve Şeyh bu vesileyle Suriye dışına çıkıp o ülkedeki medreseye adım attı. Qamîşlo kentinin çocuğu olan Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî’nin diplomasını kabul edip O’na kucak açan bu tek medrese, hangisiydi?

– Mısır’ın başkenti Kahire’deki El- Ezher Medresesi.

Bırakın diğer Müslüman kavimleri, öbür parçalardaki Kürtler tarafından bile tamamen unutulmuş, gariban ve kimsesiz bir topluluk olan Suriye Kürtleri, daha kendi ülkelerinde bile çocuklarını iyi okullarda okutamazken, içlerinden böyle cevher gibi bir evlât çıkmış, İslam dünyasının en ünlü medresesi olan El- Ezher’de eğitim hakkı kazanmıştır. Suriye Kürtleri, bu evlâtlarıyla gurur duymaktadır. Ve Kürtler’de bir âdet vardır ki, sevdikleri çocuklarına mutlaka bir lakap takarlar. Suriyeli Kürtler, El- Ezher’de okuduğu için Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî’ye ne lakap takmıştır?

– “Mısır’ın Şeyh Said’i”.

Neden?

– Çünkü dedeleri 1925 Şeyh Said Kıyamı’nda bizzat bulunmuş, bu âzîz kıyâmın bastırılmasından sonra Türk devletinin katliâmlarından kaçmış, Kuzey Kürdistan’dan Batı Kürdistan’a hîcret etmiş bir ailedir.

İlmî eğitimini mükkemel bir şekilde tamamlayıp büyük bir İslam âlimi olan Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî, 1995 yılında tüm İslam dünyasından âlimlerin iştirak ettiği“İslamî İrşâd ve Yardım Konferansı” adlı uluslararası konferansa konuşmacı olarak katılmış, burada ilmî ve siyasî bir tebliğ sunmuştur. 1995 yılındaki bu konferans nerede düzenlenmişti?

– Mısır’ın başkenti Kahire’de.

Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî, Mısır’daki eğitimini tamamlayıp memleketi Suriye Kürdistanı’na döndükten sonra, “İhyâ’ul- Sûnne el- Nebewîye” (= Peygamber Efendimiz’in Sünnetini Yaşatma) isimli bir dernek kurmuş, kurduğu derneğin de bizzat müdürlüğünü yapmıştır. Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî, bu derneği nerede kurmuştu?

– Qamîşlo’da.

İslam âlimi ve Kürdistan önderi Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî, tam üç kuruluşun fiilî olarak üyesiydi. Bu kuruluşlar hangisidir?

– İslamî Araştırmalar Merkezi, Kürt Aydınlar Birliği, Kürt İnsan Hakları Komisyonu.

1 Haziran 2005’te şehîd edilen Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî’nin cenazesi, onbinlerce insanın omuzlarında taşınarak defnedilir. Bu büyük İslam âliminin cenazesinde, Suriye Kürdistanı’nın şâhid olduğu en kalabalık cenaze törenlerinden biri yaşanır. Bu cenaze töreni nerede yapılmıştı?

– Qamîşlo’da.

Sık sık değişik yerlerde konferanslara katılan, televizyon programlarında canlı yayınlara çıkan Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî’nin hayatteyken en son katıldığı televizyon programı, Roj TV’deki bir programdı. Şeyh, o canlı yayında Kürdistan halkına çok önemli bir mesaj vermişti. Şeyh Mûhâmmed Maşuq el- Haznewî, Roj TV’deki o son televizyon konuşmasında ne demişti?

– “Millîyetçi Kürtler diyor ki, ‘Komşularımız İslamiyet’i kullanarak devlet olmuşlar.’ Öyleyse sen de hakkını İslamiyet ile ara! Zaten Kürtler haklarını ve özgürlüklerini ancak İslam ile kazanabilirler. Kürtler’in haklarını almak istiyorsan, sadece ‘yurtsever’ olman yetmez, aynı zamanda ‘Müslüman’ olman da gerekir. İslam ve Kürtlük, bu iki değeri biribirinden ayırırsak, o zaman zayıf olur ve parçalanırız.”

* * *

Beni seviyor musun?

– Evet.

Bana ne kadar değer veriyorsun?

– Dünya kadar.

Dünyaya ne kadar değer veriyorsun?

– Beş para etmez.

* * *

Kürdistan’ın başkenti neresi olacak?

– Qamîşlo.

Kürdistan’ın özgürlük ateşi ilk olarak nerede yakıldı?

– Mısır’ın başkenti Kahire’de.

Kürdistan’ın özgürlük ateşi ne zaman yanmaya başladı?

– Mübarek Ramazan ayında.

“Ramazan” kelimesi Arapça’da ne anlama geliyor?

– “Yanmak.”

Suriye Kürdistanı’nda Rojava’nın özgürlük ateşi yanmaya başlayınca, Türk devletinin başındakiler nasıl bir duygu yaşadılar?

– Öfkeden kahroldular.

Türk İslamcılar nasıl bir duygu yaşadılar?

– Üzüntüden kahroldular.

“Kahire” ismi Arapça’da ne anlama geliyor?

– “Düşmanı Kahreden.”

MİZAH : HAYAT NE GETİRİRSE GETİRSİN ASLA VAZGEÇME :))

İLLUMİNATİ DOSYASI : İlluminati-14 Gnostik Düşünce ve Mani Akımı

Gerçek Masonluk yasasında Mani’ninkinden başka Tanrı yoktur. Kabalacı Masonların,eski Gül-Haç’ların Tanrısıdır o;Martinci Masonların Tanrısı…Öte yandan, Tapınakçılara yöneltilen aşağılayıcı sözler, onlardan önce Maniciler’e yöneltilenlerin tıpkısıdır.

(Abbe” Barruel, M&moires pour servir A I’histoire du jacobinisme, Hamburg, 1798,2, xiii)

Bu Gül-Haç derecesinin, Masonluğun önderlerince ustalıkla başlatıldığını saptamak için kanıtları çoğaltmamıza gerek yok…Kuramının, nefretinin, günahkar uygulamalarının, Kabala’nın, Gnostiklerin, Maniciliğinkilerle özdeş oluşu, yazarların kimliğini açıklıyor bize; Yahudi Kabalacıları.

(MonSenior LeonMeurin, S.J., La Franc Maçonnerie, Synogogue de Satan, Paris, Retaux, 1893, Sayfa 182)

(1890’lı yıllarda Leo Taxil tarafından yazılan Fransız Masonluğu adlı dergi, o dönemde büyük yankı uyandırmıştı. Leo Taxil önceleri Vatikan düşmanı bir yazardı, sonradan Vatikan tarafından para karşılığında Mason aleyhtarı yazıları bu dergide yazdığı öne sürüldü. Dergi mason ayinlerini ve şeytancılıkla ilgisini açıklıyordu. Dergi zirvedeyken Leo Taxil ani bir basın toplantısı yaptı ve tüm yazdıklarının uydurma olduğunu söyledi. Fakat söyledikleri günümüz mason karşıtları tarafından hala anlatılır)

Bu yazıda bir farklılık oldu ve iki farklı ön-alıntı yaptım. Konunun önemini okurun anlaması açısından yapılan bu ön açıklamalar iyi oluyor mu bilmiyorum? Fakat gnostik düşünce ve Mani dini yada akımı gerçekten önemli iki husus, illüminati yazı dizisinin kilit konularından birisi…

Son günlerde blogta yazıp-yazmayacağım hususunda anket devam ederken, gerçekten bir şeyler öğrenmek isteyen okurlara yönelik son bir yazı kaleme alıyım dedim. Aslında anketin açıldığı gün, bir veda yazısı yazarak ayrılmam daha münasip olurdu fakat son konuyu da yazmak istedim.

Arkadaşlar, bir önceki yazımızda kendimi mezhep, tarikat ve hadis tartışması içinde buldum. Aslında bu istediğim bir şey değil, benim bir iddiam yok, tarih yada din konusunda bilgiliyim de demiyorum. Kimseyle dini konuları tartışmakta istemiyorum. Devran’a gönderilen mailler ve mesajlar onu rahatsız ediyor olmalı ki, anketle durumumu size soruyor. Aslında Devran bu blogta değil de başka bir blogta(konuyla ilgili olabilecek başka bir blog, sanırım o da Devran’ındı.) yazmamı istemişti ama ben burada yazmayı tercih ettim. Konu Devran’ın bu blogtaki tarzına pek uygun düşmüyor kabul ediyorum. İllüminati konusunun ilk yazıları, boş vaktimin olmasından dolayı hızlı bir şekilde yayınlandı. Uzun süre bloğu işgal etti, belki bu Devran’ı rahatsız etti ama bana söyleyemediğini tahmin ediyorum. Neyse sonuçta anket devam ediyor ve sonuçları göreceğiz. Ben oyumu “yazmasın” olarak kullandım.

Galile dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ettiğinde toplanan jüri üyeleri oylamaya giderler ve oy çoğunluğu ile Galile’yi suçlu bulurlar ve asılması yönünde karar alırlar. Hakim(aynı zamanda rahip) Galile’ye sorar “Son bir şey söylemek ister misin?”, Galile aynen şöyle der; ”Beni idam edeceksiniz ama bu dünyanın yuvarlak olduğu gerçeğini değiştirmeyecek”…. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi anketten ne sonuç çıkarsa çıksın, benim için çokta bir önemi yok. Bir şeyi halka sormak iyidir fakat ya herkes yanlış biliyorsa? Örneğin Peygamberimize tebliğin ilk yıllarında, bir anket yapılsaydı Mekke halkı ile acaba ne sonuç çıkardı? Neyse bu konu burada uzar gider ben hemen konuya dalıyım.

Günümüz gençliğinin her geçen gün beyni sıvılaşırken ve idrar yoluyla bunu dışarı atarken, “Gnostik nedir?” diye sorduğumuzda muhtemelen “nedir o? S*kilen bir şey mi?” diye cevap alırız. Gnostik terimini açıklamak gerçekten biraz zor, “Gerçeğe ulaşmanın yolunu düşünce ve tefekkür yöntemiyle sağlamak” diyebiliriz. Daha resmi bir tanım yapacak olursak;

“Gnostik terimi “sezgi veya tefekkür yoluyla edinilebilen bilgi” anlamındaki gnosis sözcüğünden türetilmiştir; isim olarak kullanıldığında gnostisizm mensuplarına verilen ad olup, “gnostisizmi benimsemiş kimse” anlamına gelir; sıfat olarak kullanıldığında ise,gnostisizm sözcüğünün sıfatı olup “gnostisizm ile ilgili” anlamına gelir. “ kaynak:vikipedia

Bu akım özellikle M.S. 2. Ve 3. Yüzyılda doğu Akdeniz havzasında yaygınlık bulmuştur. Doğu Akdeniz havzasından kastımız, Bugünkü Mısır, İsrail, Türkiye, Ürdün, Suriye, Irak ve İran olarak söyleyebiliriz. İnsanlar ibadet ederken, meditasyon benzeri şeyler yapmaya başlamışlar, amaç Tanrı’ya ulaşabilmek, onu anlayabilmek. Bu akımın etkisi günümüz modern dünyasında(bu da ne kadar gerçek bilemiyorum) hala etkisini göstermektedir. İslam tasavvufuna da yerleşmiş olan bu eski gelenek Yahudi tasavvufu ve Hristiyanlığın bazı mezheplerinde hala görülmektedir. Budizm ve Hint dinleri ise tamamen gnostiktir diyebiliriz. Özellikle avrupaya yayılan Hristiyanlıkta bu etki net bir biçimde görülür, Uzak yerlere yapılan Hıristiyan manastırlarında ibadet(!) eden, dünyadan el-etek çekmiş rahipler aklınıza gelmiş olmalı.

Bu akımın etkili olduğu yıllarda, M.S 200’lü yıllarda ki, Hıristiyanlığında ortadoğuda hızla yayılmaya başladığı ve büyük bir din kaosunun yüzünden insanların birbirini kesip biçtiği zamanlarda, İran yakınlarında ortaya çıkan Mani adlı kişi insanları dünya nimetlerinden el etek çekmeye davet ediyordu. Gnostik düşüncenin etkisi, ayrıca bölgede yıllardır birbirine kaynaşmış olan Zerdüştlük ve Yahudilik, bölgede yeni gelişen Hıristiyanlık ve diğer eski pagan dinler , Mani akımının temelini oluşturmuştur. Hızla yayılan Mani akımı özellikle Orta Asya da etkili olmuş ve Budizm olarak etkisini uzak asayaya kadar götürmüştür. Eski Hint dinleriyle de kenetlenen Mani akımı Hindistanda da oldukça taraftar bulmuştur.

Maniciliğe göre dünya iyi ve kötü arasında olan bir savaş içerisindedir. İyi(ışık) ve kötü(karanlık) olarak tasvir edilir. Her şey “ikilidir”, buna “dualism” de denmektedir. “Du” Latincede iki demektir, “Dual” ikili demektir. Maniye göre iyilik-kötülük, tanrı-şeytan, kadın-erkek, vb. her şey ikilidir. Genel anlamda iyillik-kötülük, dişil-erkek ya da aydınlık-karanlık olan bu ikilik, Çin düşüncesinde Yin-Yang, Hint düşüncesinde Tamus-Satva, İran düşüncesinde Ahura mazda-Angra mainyu olarak karşımıza çıkar. Dualizme örnekleri yazının sonunda vereceğiz.

Maniye göre tefekkürde(meditasyonda) başarılı olabilmenin en önemli koşulu kişinin kendinden ödün vermesi ve özveri göstermesidir. Cinsel ilişkiden kaçınma, et yememe, sık sık oruç tutma gibi bedensel aktiviteleri ibadet olarak kabul eder. Bu gün ki Asya dinlerinde de bu öğretiler uygulana gelmektedir. Özellikle erken Hıristiyanlık bu öğretilerden etkilenmiştir. Bu gün hala “Hıristiyan rahiplerin evlenmemesinin” köküde Mani etkisidir, diyebiliriz. Ayrıca 12.yy. da Fransa’nın Oksitanya bölgesinde ( Fransa’nın güney batısında ) binlerce yandaş bulan Kathar dini, 3.yy.da İranlı Mani’nin yaydığı Maniheizm öğretisinden esinlenir.Yayıldığı coğrafi bölgelere göre Bogomilizm ve Patarinizm diye de anılan Katharizm’in, “ İyi “ ile “ Kötü “ dengesi üzerine kurulu bir dinler sentezi ( Hrıstiyanlık,Zerdüştilik,Budizm,Sabilik )olduğu söylenebilir.

(Maniye göre tefekkürde(meditasyonda) başarılı olabilmenin en önemli koşulu kişinin kendinden ödün vermesi ve özveri göstermesidir. Cinsel ilişkiden kaçınma, et yememe, sık sık oruç tutma gibi bedensel aktiviteleri ibadet olarak kabul eder)

( Maniciliğe göre dünya iyi ve kötü arasında olan bir savaş içerisindedir. İyi(ışık) ve kötü(karanlık) olarak tasvir edilir. Her şey “ikilidir”, buna “dualism” de denmektedir. “Du” Latincede iki demektir, “Dual” ikili demektir. Maniye göre iyilik-kötülük, tanrı-şeytan, kadın-erkek, vb. her şey ikilidir. Yıkılmadan önce ikiz kuleler, onlarda dualizme iyi örnektiler)

(İyilik ve kötülüğün simgesi Ying Yang, Dualizme iyi bir örnek)

(Tapınakçılarda dualism, tek ata binmiş iki şövalye, Vatikan bunu yargılama esnasında eşcinsellik olarak kabul etmiştir.)

(Şirket logolarına dikkatle bakalım, Dualizmi görebildik mi? o kadar çok logo var ki hangi birini yayınlayım?)

(Petronas kuleleri Malezya, Dualizm)

(Sağlı sollu iki yaprak demeti, güzel bir dualizm, her tarafta 13 yaprak var)

(at ve aslan ikilisi)

(Kraliyet simgesi ingiltere, iki ejderha)

Lord of The Rings , iki kule, dualizm

(Yukarda beyaz hilali, aşağıda siyah hilali gösteren Baphometh, İyilik ve kötülüğü işaret ediyor, Dualizm)

Bir çok medeniyetin simgesi çift başlı kartal, Selçukluların çift başlı kartalını hatırlayınız

Yazan: ARMARIEL

İLLUMİNATİ DOSYASI : İllüminati 11 – Süleyman’dan Sonra Orta Dün ya

Solomon’un ölümü ile birlikte büyücü krallar dönemi kapandı. Bundan sonra insanları Bilge Krallar, Rahip Krallar, Asker Krallar, Katil Krallar ve kıyamete yakın halkların seçtiği krallar hüküm sürmeye başlayacak.

(Retorica Herennium, 1308)

Kral Süleyman’dan sonra Yahudiler tapınağın içindeki değerli eşyaları ve tapınağın altında bulunan büyü kitaplarını bulmak için tapınağı kendi elleri ile talan ettiler. Bu birinci tapınak döneminin sonu oldu. Yahudi devleti Orta doğu üzerindeki gücünü aniden kaybetti. Babil devleti hariç tüm Ortadoğu kaos içine girdi. İsrail oğulları birbirine girdiler ve 10 kabileden oluşan grup Kuzeyde İsrail devletini kurdular, Yehuda ve Benyamin kabileleri de güneyde Yehuda devletini kurdular. Bu durum Yahudiler için sonun başlangıcı oldu.

(Süleyman’dan sonra krallık ikiye ayrılır. Kuzeyde İsrail ve Güneyde Yahuda Krallığı oluşur )

Asur kralı V.Salmanasar(Akadça Selman-ı Asar) M.Ö 720 ‘li yıllarda kuzeydeki İsrail devletini ele geçirdi ülkeyi talan etti. Ortadoğu’da tekrar hakimiyeti sağladı. Salmanasar’dan sonra Yerine 2.Sargon geçti, Sargon güneyde kalan Yahuda devletine bir çok akın yaptı. Ortadoğu’da Asur hakimiyetini genişletti. Sargon ismi incilde bu şekilde geçtiği için bütün tarih kitaplarında adı Sargon olarak geçer. Fakat Akadça orijinal ismi “SARRU – KHAN” yada “SHARRU-KHiN” olarak geçer. Bu isim size bir yerlerden tanıdık geliyor mu bilmem? Bu tarihlerden sonra kuzey devletini kuran on kavim sürgün edilmiştir dolayısıyla bu kavimlere kayıp on kavimde denmektedir.

(Komutan Sargon’un ismi Akadça meşru kral anlamına gelen SarruKhan’dır. J.R.R. Tolkien’in orta dünyanın önemli şehirlerini zorlayan büyücü kralının ismi ise Saruman’dır. Sizce Tolkien ismi seçerken Sarrukhan’dan mı etkilenmişti bu ismi seçerken? Yorum sizin)

Güneyde kalan ve Kudüs’ü de içinde barındıran Yahuda devleti ise MÖ 586′da Babil Kralı Nebukadnezar (Akadça Bahtünnasr) tarafından yok edildi. Süleyman Mabedini ve Kudüs’ü yakan Nebukadnezar, Yahudilerin önde gelenlerini Babil’e sürdü. Buraya sürülen Yahudiler Babil dini ve kültüründen çok etkilendiler. Yaklaşık 3 yüzyıl önce Hz. Süleyman zamanında Babil’e iki melek (Harut ve Marut) gönderilmişti ve bunlar Babil’de insanlara büyü yapmayı öğretiyorlardı. Büyü geleneği toplumda o kadar benimsenmişti ki bazı kara büyüler Babil kralları tarafından yasaklanmıştı. Hz. Süleyman’ın büyücü olduğuna inanan ve Kudüs’teki tapınağı yerle bir eden bir kavim için bu ortam bulunmaz bir fırsattı. Babil’de geçirilen yıllarda Kutsal kitapları olan Tevrat’a eklemeler yaparak yada değiştirerek kitaplarını tahrif ettiler. Aynı dönemde başlayarak Talmud, Mişna kitapları yazılarak ve sözel olarak ta Kabala(Pratik Kabala yada büyü) gelişmeye başladı. Bu dönemde yazılanlar ve bizim Tevrat olarak bildiğimiz kitap adeta bir tarih kitabını andırmaya başladı. Bu kitaplarda sıklıkla Yahudilerin diğer milletlere yaptığı soykırımlar övgüyle anlatılır oldu. Kitaba eklentiler milattan sonra 2. Yüzyıla kadar sürdü ve sürekli olarak değiştirildi ve tahrif edildi.

(Matrix filminde Neo’yu Sion ana bilgisayarına götürmek isteyen Morpheus’un gemisinin adı neydi? Nebuchadnezzar!.. Şaşırdınız mı? Sion, Tapınağın bulunduğu Kudüsteki tepenin adı. Yahudilere göre kıyamet vakti o tepeye saklanan insanlar kurtulacakmış. Neo’ya kim yardım ediyordu? Trinity ablamız, trinity ne demek? Üçleme yani hıristıyanlıktaki teslis inancı, yada üçgeni sembolize eden piramid? Yorum sizin, filmleri mal gibi izlemeyin lütfen)

Yahudileri Babilde’ki sürgünden Zerdüştlüğü resmi din olarak kabul etmiş bir kavim olan Persler kurtardı. Zerdüştlük her ne kadar günümüz Müslümanları arasında ateşe tapınmak gibi algılansa da ve Mecusilik olarak adlandırılsa da aslında tek Tanrı inancına bağlı bir dindir. İki dağ kavmi olan Persler(iranlılar) ve Medler arasında m.ö 2000 li yıllarda yayılmış, daha sonra tahrif edilmiş bir dindir. Zamanın Pers kralı Cyrus(Kiros yada Keyhüsrev) Babil’i yenerek kendi dinine yakın hissettiği Yahudilerin Kudüs’e dönmesine İzin vermiştir. Tarih yaklaşık olarak m.ö. 530’lü yıllar olarak tahmin edilmektedir. Pers kralı Cyrus Yahudilerin devlet kurmasına izin vermiş ve Tapınağın yeniden yapılması için Yahudilere para bile sağlamıştır. Böylece 2. Tapınak dönemi başlamıştır. Yahudiler arasında Kral Cyrus, bir pers olmasına rağmen, çok sevilir ve kutsal kitaplarında adı bile övgüyle anılmaktadır. Tapınağı yeniden yaptıran Cyrus Yahudilerin Pers(İran) devleti içerisinde yayılmalarına da izin vermiştir. Bu nedenle İslamiyet öncesi dönemde İran kültürü Zerdüştlük ve Yahudi kültürü Musevilik arasında oldukça fazla alışveriş yaşanmıştır ve kültürler arasında yakınlaşma meydana gelmiştir. İslamiyet’e giren bazı Mecusiler daha sonra Şia’nın ve Aleviliğin bazı kollarına eski adetlerini yerleştirmeyi başarmışlardır. Bu sayede islamiyette bir çok Batıni (gizli, ezoterik, ruhban, içsel) mezhep ortaya çıkmıştır ve bu mezheplerin kökeninin Şia(iranlılar) olması da yabana atılacak bir durum değildir. Bu gün bile İslam tasavvufunun etkilenme noktası bu Batıni akımlardır. Bugün övülen ve geçmişte yaşamış tarikat ve tasavvuf büyüklerinin soyunu incelerseniz pers veya med kökene dayandıklarını rahatlıkla görebilirsiniz.

(Bu gün Cyrus soyadı bir çok batılı Yahudi veya Yahudi kökenli kişi tarafından kullanılmaktadır. 1992 doğumlu, Kentucky’li bir Yahudi ailesinin kızı olan Miley Cyrus da son zamanlarda müzik endüstrisinde öne çıkan isimlerden. Tahminimce önümüzdeki yıllarda ablaları Rihanna,Beyonce,Gaga’nın yanına monte edecekler onu)

Kral Cyrus Yahudilere çok büyük ayrıcalıklar vermiş, Ortadoğu da büyük bir hakimiyet sağlamıştır. Anadolu’da egeye kadar uzanan topraklar güneyde Arabistan çöllerine kadar ulaşmıştır. Ortaasya’yı da hakimiyetine almak isteyen Cyrus, Bölgede yaşayan İskitler(Sakalar) tarafından korkunç bir biçimde yenilmiştir. Cyrus’un İskitler’in Sultanı (yada Hatun’u veya kraliçesi) Tomris hatun tarafından alaşağı edilmesi de ayrı bir olay örgüsüdür.

(Şia da yaygın olan Fatıma’nın eli günümüz kabalacılarının da önemli bir sembolüdür. Madonna sıklıkla bu kolyeyi kullanır. Bu simgenin Zerdüştlükle beraber, Kral Cyrus’tan sonra etkileşime giren Yahudi ve Persler arasındaki kültür alışverişinden kaynaklandığını söyleyebilirim. Elin ortasındaki göze dikkat ettik mi gençler?)

Kral Xerxes zamanında Yahudiler pers sarayında etkinliklerini artırmışlardır. Esther isimli bir Yahudi kızı üvey babası Mordechai aracılığı ile kralın gözdelerinden olmuş ve pers devletinin yönetiminde etkili olmuştur. Aynı dönemde Mordechai kralın yardımcısı olmuş, diğer yardımcı Haman’ı ve oğullarını katletmiş, Asur kökenli insanlara Esther’in talimatıyla büyük bir katliam uygulanmıştır. Xerxes, Esther’in her dediğini yapar hale gelmiş. O döneme göre oldukça büyük sayılabilecek bir insan kitlesi, yaklaşık 75 bin insan Esther’in emriyle katledilmiştir. Yahudiler bunun bir intikam olduğunu savunurlar, zira Davut’tan önce Yahudi kral Saul ve peygamber Samuel Amelika kavmine büyük bir kıyım yapmışlar, canlı hayvanlarını bile öldürmüşlerdir. Amelika kralı Agag’ı hamile karısının yanında katletmişlerdir. Hamile karısını da çöle aç susuz bırakmışlardır. Daha sonra bu kadından gelen soya Agegite denmiştir. Yahudilere göre Agegite’ler yüzyıllardır Yahudilerden intikam almaya çalışan gizli bir topluluktur. Hatta Agegit’lerin sembolünü swatikaya(Nazilerin sembolü) sarılı yılan olarak iddia etmektedirler. Doğruluk payı nedir bilemiyorum.

(Yahudiler sinema sektörünü kullanarak çok iyi toplum mühendisliği yapmaktadırlar. 2006 yılında çekilen One Night with the King adlı filmde Esther ve Xerxes’in hikayesi konu ediliyor. Mordechai ve Esther çok masum insanlarmış gibi gösterilirken, Kralı uyarmaya çalışan Haman şeytan gibi tasvir edilmiş. Her yıl Nazilerle ilgili bir film çekilir ve mutlaka ödül kazanır.)

Zaman zaman çalkantılar yaşansa da Perslerin himayesinde Yahudiler Kudüs civarı ve orta doğuda yayılmışlardır. Büyük İskender’in m.ö. 3. Yüzyılda tüm ortadoğuyu işgaline kadar rahat bir döenem yaşanmıştır. İskender’den sonra yunanlıların hakimiyetine giren Orta doğu’da tam anlamıyla yaşanan bir tek tanrılı din kalmamıştır. Yahudilik, Zerdüştlük, babil dini ve diğer pagan dinlerden etkilenirken, yunan çok tanrıcılığı bölgede etkisini artırmış, ünlü yunan filozoflarda aynı dönemde yaşamışlardır. Gnostik düşünce(Tanrıya tefekkürle ulaşabilme, ruhban düşünce, Batıni düşünce) toplumları etkisi altına almış ve bu dönemde insanlar manastırlarda düzenlenen özel ayinler ve meditasyon yoluyla Tanrıya ulaşmaya çalışmışlardı. İlerleyen yüzyıllarda Mani dini sahneye çıkacaktır ki bugünkü mason felsefesinin yapıtaşını oluşturacaktır. Mani dini de yine Zerdüştlük, Yahudilik ve Yunan paganizmi(çok tanrıcılık) gibi bir çok akımdan meydana gelmiş melez bir dindir.

Daha sonra Roma’nın bölgeyi işgal etmesiyle Yahudiler tekrar eziyetlere maruz kalmışlardır. Hz. İsa’nın gelmesi de durumu düzeltememiştir. Romalılar tapınağı tekrar yıkmışlar ve bir türlü uslanmayan Yahudileri gemilere bindirerek dünyanın dört bir tarafına göç ettirmişlerdir.

Ek Bilgiler;

Tevrat ve İncil Hakkında ne biliyoruz?

Yahudilerin ve Hıristiyanların kutsal kitaplarını yeterince bilmiyoruz. Yahudilerin kutsal kitabının adı Tevrat değil TANAH’tır. Tevrat dediğimiz kitap Tanah’ın ilk beş bölümünü oluşturan bir kitaptır. Tanah toplamda 39 bölümden oluşur. Zebur olarak adlandırılan kitapta Tanah’ın bölümlerindendir. Tevrat da Zeburda tahrif edilmiştir, Tanah’ın diğer bölümleri ise bir tarih kitabı kıvamındadır ve olayları anlatmaktadır.

Tanah, Musevilikte şu üç ana kısma ayrılır:

1. Tora (Tevrât): Şeriat, Yasa veya Pentateuk olarak da bilinir. Beş kitaptan meydan gelir: Tekvin (Bereşit, Yaratılış), Çıkış (Şemot, Mısır’dan Çıkış), Levililer (Vayikra), Sayılar (Bamidbar), Tesniye (Devarim, Yasa’nın Tekrarı).

2. Neviim (Peygamberler): İlk ve son peygamberler denilir. 21 kitaptan meydana gelir. İlk Peygamberler; Yeşu, Hakimler, 1. Samuel, 2. Samuel, 1. Krallar, 2. Krallar. Son Peygamberler; Yeşaya, Yeremya, Hezekiel, Hoşea, Yoel, Amos, Obadya (Ovadya), Yunus, Mika, Nahum, Habakkuk, Tsefanya (Sefanya), Hagay, Zekeriya, Malaki.

3. Ketuvim (Yazılar): Bilgesel, tarihsel ve şiirsel bölümler. 13 kitaptan meydana gelir. Mezmurlar (Zebur), Süleyman’ın Özdeyişleri , Eyüp, Ezgiler Ezgisi, Rut, Yeremya’nın Mersiyeleri (Ağıtlar), Vaiz, Ester, Daniel, Ezra (Üzeyir), Nehemya, 1. Tarihler, 2. Tarihler.

Hıristiyanlar, Yahudilerin kutsal kitabını da kabul ederler. İncil dediğimiz Kitab-ı Mukaddes iki bölümden oluşur Eski Ahit(Tanah) ve Yeni Ahit(İsaya inen kitap). O yüzden hristiyanlar Yahudileri zaten kabul etmektedirler. Hıristiyanların kızgın olduğu nokta Yahudilerin İsa’yı kabul etmemesi ve onu öldürmeleridir.

Esther gerçekten katliam yaptırmış mı?

Evet, yapmıştır, Kendi kutsal kitapları Tanah’ta Ester diye bir bölüm vardır ve güya ayetlerde olaylar anlatılmaktadır.
(kitabın bu bölümünü buradan okuyabilirsinizà http://kutsalkitap.info/tr-est9.html)
Ester /Bölüm 9 – Yahudilerin zaferi

Kralın buyruğu ve fermanı, on ikinci ay olan Adar ayının on üçüncü günü yerine getirilecekti. Yahudi düşmanları o gün Yahudiler’i alt etmeyi ummuşlardı, ama tam tersi oldu; Yahudiler kendilerinden nefret edenleri alt ettiler.

2 Yahudiler kendilerini yok etmeyi tasarlayanlara saldırmak üzere Kral Ahaşveroş’un bütün illerindeki kentlerde bir araya geldiler. Hiç kimse onlara karşı koyamadı. Çünkü Yahudi korkusu bütün halkları sarmıştı.

3 İl önderleri, satraplar, valiler ve kralın memurları, Mordekay’dan korktukları için Yahudiler’i desteklediler.

4 Mordekay sarayda güçlü biriydi artık; ünü bütün illere ulaşmıştı. Gücü gittikçe artıyordu.

5 Yahudiler bütün düşmanlarını kılıçtan geçirdiler, öldürdüler, yok ettiler. Kendilerinden nefret edenlere dilediklerini yaptılar.

6 Sus Kalesi’nde beş yüz kişiyi öldürüp yok ettiler.

7-10 Yahudi düşmanı Hammedata oğlu Haman’ın on oğlunu – Parşandata, Dalfon, Aspata, Porata, Adalya, Aridata, Parmaşta, Arisay, Ariday ve Vayzata’yı – öldürdüler. Ama yağmaya girişmediler.

11 Sus Kalesi’nde öldürülenlerin sayısı aynı gün krala bildirildi.

12 O da Kraliçe Ester’e, “Yahudiler Sus Kalesi’nde Haman’ın on oğlu dahil beş yüz kişiyi öldürüp yok etmişler” dedi, “Kim bilir, öbür illerimde neler yapmışlardır? İstediğin nedir, sana vereyim; başka dileğin var mı, yerine getirilecektir.”

13 Ester, “Eğer kral uygun görüyorsa, Sus’taki Yahudiler bugünkü fermanını yarın da uygulasınlar” dedi, “Haman’ın on oğlunun cesetleri de darağacına asılsın.”

14 Kral bu isteklerin yerine getirilmesini buyurdu. Sus’ta bir ferman çıkarıldı ve Haman’ın on oğlu asıldı.

15 Sus’taki Yahudiler Adar ayının on dördüncü günü yeniden toplanarak kentte üç yüz kişi daha öldürdüler; ama yağmaya girişmediler.

16 Krallığın illerinde yaşayan öbür Yahudiler de canlarını korumak ve düşmanlarından kurtulmak için bir araya geldiler. Kendilerinden nefret edenlerden yetmiş beş bin kişiyi öldürdüler, ama yağmaya girişmediler.

17 Bütün bunlar Adar ayının on üçüncü günü oldu. Yahudiler on dördüncü gün dinlendiler ve o günü şölen ve eğlence günü ilan ettiler.

Sorularımıza cevap verecek misin?

Evet, arkadaşlar bütün sorularınıza cevap vermeye çalışacağım. Devran’ın (ask.fm/diverseprospettive) soru bölgesindeki sorulara anlık cevap vermeye çalışıyoruz. Devran mail ya da Facebook yoluyla soruları gönderiyor bende bildiğim ölçüde cevaplıyorum.

Mail adresime de oldukça fazla soru birikmiş, bu aralar yoğun olduğum için ilgilenemedim. Fakat tekrar eden sorular mevcut, sorulara aynı cevapları tekrar tekrar vermek yerine maile gelen soruları toparlayıp İllüminati yazı dizisi içinde cevaplamayı düşünüyorum. Çok ilginç soruların yanı sıra kitap tavsiyesi isteyenler de var. Bir de benimle ilgili özel sorularda gelmiş, cinsiyetim, yaşım, mesleğim, evli olup olmadığım vb. birçok özel soru var. Künyem hakkında biraz bilgi veriyim;

29 yaşında, bir mühendislik alanında doktora öğrencisiyim, erkeğim. 2 kitabım var ama bu konularla alakası yok tamamen teknik kitaplar. Başka yerde yazmıyorum fakat zamanında bazı bloglara da başka nicklerle yazılar gönderdim. Ama şu an sadece Devran’ın bloğunda yazıyorum. Herhalde bu bilgiler bazı arkadaşların ısrarlı sorularını önleyecektir. Birde bazı arkadaşlar yüz yüze görüşüp konuşmak istediklerini yazmışlar. Keşke olabilse fakat biraz uzaktayız ama bir gün yolumuz düşerde gelirsek oralara neden olmasın. Saatlerce konuşup beyninizi şişirebilirim.

Sorularınız ve önerileriniz için;

Mail adresim: newarmariel

Bazı arkadaşlar hakaret içeren mailler atmışlar. Lütfen evriminizi tamamlayın artık, insan gibi eleştirin, iki küfür öğrenmişler onu yazıp duruyorlar, küfür edilecekse ben en büyüğünü ederim. İnsan gibi eleştirin, yiyorsa gelin yüz yüze konuşalım.

Yazan: ARMARIEL

İLLUMİNATİ DOSYASI : İllüminati 9 – Kral Davut’un Hikayesi (The Story of the King David)

“Davut’un dev Calut’u yendiği meydanda (ayn-Calut) , Tatarlar(Moğollar) ve Müslümanlar(Memlüklüler) karşı karşıya geldi. Her iki orduda Guzlar(Oğuz Türkleri) vardı ve savaşın kaderini belirleyecek olan onlardı. Tatarların arasındaki Guzlar henüz iman etmemişlerdi, acıktıklarında bindikleri atın boynuna küçük bir çizik atıyorlar ve akan kanı koyun bağırsağına doldurup içiyorlardı. Hiç savaş kaybetmemiş bu orduyu yenmek imkansız gibi görünüyordu. Müslüman Araplar korku içinde dua ederken, Müslüman Guzlar kılıçlarını bileyerek, Hz. Davut’u anıyorlardı, çünkü burada Hz. Davut, Calut’u öldürmüştü.”

(3 Ekim 1260, Memlük komutanı Baybars’ın savaş öncesindeki değerlendirmesi, Al-Maqrizi’nin “Mawaiz wa al-’i’tibar bi dhikr al-khitat wa al-’athar” adlı kitabından)

Hz. Musa, İsrail oğullarını Mısırdan kurtardıktan sonra, onları vaat edilmiş olan Filistin toprakları için savaşa çağırdı. Fakat onlar küstahça “Sen ve Tanrın gidin savaşın” dediler. Allah onları ceza olarak yıllarca Sina çölünde maymun gibi dolaştırdı.

Hz. Musa’dan sonra Joshua(Yuşa) peygamber, onları savaşa ikna etti. İsrail oğulları Filistindeki Amelika kavmini yendi ve oraya yerleştiler. Bir süre orada yaşadılar. Joshua peygamberden sonra İsrail oğulları tekrar sapıttılar ve Allah onların başına Amelika kavmini tekrar musallat etti.

(Joshua(Yuşa) peygamber önderliğinde Filistin’e giriş)

Amelika kavminin Kralı Goliath(Kuranda Calut olarak isimlendirilir) çok iyi bir savaşçı idi. Çok uzun bir boyu vardı ve savaşlarda düşmanı korkutan bir zırhı giyerdi. Goliath, İsrail oğullarını yendi ve onları tekrar Sina çölüne sürdü. Hz. Musa’nın kutsal sandığını da İsrail oğullarından aldı. Bu sandığın adı Kuranda Tabut olarak geçer. Hz. Musa bu sandığı savaşlardan önce ordunun önüne koyarak ordusuna moral verdiği söylenir. Kutsal sandığı da kaybeden İsrail oğulları çaresizce çölde dua etmeye başladılar. Allah’tan kendilerine güçlü bir kral tayin etmesini ve Amelika ile savaşarak, yurtlarını tekrar almak istediklerini bildirdiler.

Bunun üzerine Samuel peygamber, bir çiftçi olan Saul’ü (Kuranda Talut olarak geçer) İsrail oğullarının başına, Allah’ın emriyle, kral tayin eder. İsrail oğulları hemen fitneye başlar ve bir çiftçinin kendilerine kral olamayacağını, ona tabi olmayacaklarını söylerler. Samuel peygamber ne kadar uğraşsa da bir çoğu itiraz eder ve savaşa gitmeyeceklerini Saul’ün krallığını kabul etmediklerini söylerler. Bunun üzerine Allah meleklere emir verir ve onlarda bir gece Musa’nın sandığını, Goliath’ın sarayından alarak, İsrail oğullarına geri getirirler. Bunun üzerine İsrail oğullarının bir kısmı savaşa katılmaya karar verirler ama çoğu gönülden bu savaşa girmek istememektedirler. Goliath’dan öylesine korkmaktadırlar ki bir çoğu savaş meydanına varmadan, yolda uygun buldukları yerde ordudan ayrıldı. Ordunun çok az bir bölümü Filisti’nin güneyine ulaşabildi. Uzun süre aç susuz yolculuk yapan ordu, su kaynağına yaklaştıklarında Samuel peygamber sudan içilmemesini söyler, çünkü Amelika’lılar su kaynağını zehirlemişti ve bu durum vahiyle Samuel’e bildirilmişti. Buna rağmen askerler su kaynağından su içtiler ve orada can verdiler. İsrail oğullarının ordusunun sayısı iyice azalmış, moralleri bozulmuş, yorgun, aç ve susuz savaş meydanına geldiler.

(Saul, Peygamber Samuel tarafından kral ilan edildi)

İki ordu karşılıklı iki tepeye yerleştiler. Amelikalılar zırhları, keskin kılıçları ve coşkuları savaşı bekliyorlardı, öte taraftan karşı tepedeki İsrail oğulları ise bitkin ve korku içinde savaşı ve hezimeti bekliyorlardı. Eskiden savaştan önce son kez anlaşılmaya çalışılır ve iki ordudan seçilen iki asker kendi aralarında savaşıyordu.

Goliath karşı tepeden, İsrail oğullarının ordusunun yanına kadar geldi, İsrailliler korkudan titriyorlardı. Goliath şöyle dedi ; “Bugün buradan çekip giderseniz sizi affedeceğim, bize karşı hiçbir şansınız yok, aranızdan karşıma çıkacak biri var mı? ” , bir süre bekledi fakat İsrail oğullarından kimse onun karşısına çıkamadı. Bunun üzerine Goliath, İsrail oğullarına hakaret etmeye başladı ve şöyle dedi; “Korkaklar, hepinizi öldüreceğim ama size 99 gün veriyorum, her gün buraya gelip karşıma birinin çıkmasını bekleyeceğim ama kimse çıkmazsa karşıma, 100. Gün hepinizi öldüreceğim”.

O günden sonra Goliath 99 gün boyunca İsrail oğullarının önüne gelerek, kendisi ile dövüşmek isteyen biri olup olmadığını söyledi. İsrail oğullarının moralleri bu durum karşısında iyice bozuldu. Savaştan kaçmak için sürekli bahane üretmeye başladılar, bir kısmı gizlice ordudan kaçmaya devam ettiler. Peygamber Samuel onlara sabırla beklemeleri gerektiğini telkin ediyordu, Allah’ın kendilerine elbet yardım edeceğini söylüyordu.

(Goliath 99 gün boyunca İsrail oğullarıyla alay etti)

Bu sırada ordunun içinde çoban Jesse’nin oğlu Davut’da bulunmaktaydı. Davut genç bir çocuktu, içine kapanık, her zaman sessiz ve itaatkar biriydi. Abilerine yardım eder, ağabeylerinin eşlerinin buyruklarını yerine getirir, yakacak toplar, kuyudan su getirir, koyunlara bakar ve benzeri işleri yapardı. Kısa boylu ve zayıf biriydi. Çocuk denecek bir yaşta orduya kapatılıp Allah adına savaşmak istiyordu.

İsrail oğulları korkuyla son günü bekliyordu. En sonunda 99. Gün Goliath karşılarına dikildi; “Bu gün size ölmekten kaçmanız için verdiğim son gün, hala aranızda korkak olmayan biri var mı” dedi. Bunun üzerine Davut’a vahiy geldi, melekler ona öne çıkmasını, Allah’ın kendisini koruyacağını söyledi. Bunun üzerine Davut hiç tereddüt etmeden öne çıktı ve Goliath’a doğru yürüdü. Goliath onu görünce gülmeye başladı, çünkü Golyat 3 metreye yaklaşan boyuyla tam bir dev gibiydi, karşısında ise zayıf çelimsiz bir çocuk duruyordu. Bunun üzerine Goliath, İsrail oğullarına dönerek; “Korkaklar karşıma çıkara, çıkara bir çocuğu mu çıkarttınız” diye alay ediyordu. Sonra Goliath karşısındaki çocuğun kendisiyle gerçekten savaşmak istediğini anlayınca sinirlenerek, hızla Davut’un üstüne koşmaya başladı. Melekler Davut’a yerden iki taş alarak, sapanıyla Goliath’a atmasını söylediler. Davut yerden aldığı iki taşı, sapanıyla savurarak Goliath’a doğru fırlattı. Taşlar Allah’ın izniyle öyle hızlandılar ki Goliath’ın kafasını delip geçtiler. Goliath olduğu yere yıkıldı ve öldü. Bunun gören İsrail oğulları çok büyük bir moral buldular ve karşılarındaki büyük Amelika ordusunu yerle bir ettiler.

(Dev olarak tasvir edilen Galiath Hz. Davut’a karşı)

Bu savaştan sonra İsrail oğulları tekrar Filistine yerleştiler. Saul’den sonra Davut kral tayin edildi. Hz. Davut’a Zebur indirildi. Hz. Davut’un sesi öyle güzeldi ki Zeburu okuduğu vakit çevredeki canlılar onu dinlemeye gelirlerdi. Davut’a madenleri işleme yeteneği de verildi. İlk örgü zırhı kendisi yapmıştır. Daha önceleri insanlar tüm metal zırh kullanıyorlardu, bu tür zırhlar hem ağır oluyor, hem de hareket kabiliyetini sınırlıyordu. Örgü zırh ise elbise gibi giyilerek askere oldukça kolaylık sağlıyordu.

Davut zırhında ve sancaklarında 6 köşeli yıldızı kullanıyordu. Daha sonra bu yıldız Davut yıldızı olarak anılacaktır ve günümüzde İsrail devleti’nin bayrağı olarak kullanılacaktır. Bugünkü İsrail bayrağına hakaret etmek sakıncalıdır aslında, o bayrağı kirleten bugünün Goliath’ı konumundaki Sionist Yahudilerdir. Allah er geç onları tekrar cezalandıracaktır.

Kuran-ı Kerimde Hz. Davut ile olan ayetler şunlardır;
“İsrail oğullarından bir cemaat Musa’dan sonra peygamberlerine: “Bize bir hükümdar gönder ki, Allah yolunda savaşalım” dediler. Peygamber. “Size muharebe farz olunursa korkarım ki, savaşmazsınız” dedi. Onlar: “-Niçin Allah yolunda savaşmayalım? Yurdumuzdan ve evlatlarımızın yanından çıkarıldık” dediler. Onlara farz kılındığında, birazı müstesna olmak üzere, savaştan yüz çevirdiler. ” (el-Bakara, 2/246)

“Peygamberleri onlara: Allah, Teâlâ size hükümdar olarak gönderdi dediğinde, onlar: O, bize nasıl hükümdar olur? Biz hükümdarlığa ondan daha layıkız. Onun malı da çok değildir. dediler. Peygamber. “Allah onu, sizin üzerinize namaz kıldı. Ona ilimde ve cisimde fazlalık (üstünlük) verdi. Allah, mülkü dilediğine verir. ” (el-Bakara, 2/247).
“Peygamberleri onlara şöyle dedi: Onun hükümdarlığına alamet; size, içinde Rabbiniz tarafından sekînet ve Musa ailesi ile Harun ailesinin mirası bulunan Tâbût’u meleklerin yüklenip getirmesidir. Eğer siz iman edenlerdenseniz, bunda sizin için ibret ve mûcize vardır. ” (el-Bakara, 2/248).

“Allahu Teâlâ sizi bir nehir ile imtihan ediyor. O nehirden içen benden değildir. Ondan eli ile ancak bir avuç içen bendendir” dedi. Onların pek azı müstesna, diğerleri içti. Tâlût ile iman edenler nehri geçtiklerinde: Bugün Câlût ve askerlerine karşı duracak takat bizde yoktur dediler. Allah’a kavuşacaklarını bilenler. Nice az bir topluluk vardır ki, Allah’ın izni ile daha çok olana galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir. ‘ dediler. ” (el-Bakara, 2/249)

Amâlika ordularının başında Câlût (Golyat) bulunuyordu. Câlüt’un ordusuyla karşı karşıya gelen mümin kitle söyle dua etti: “Ya Râb, üzerimize sabır ve sebat ihsan eyle, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfir kavme karşı bize yardım et. ” (el-Bakara, 2/250)
“Allah’ın izniyle, onları hemen hezimete uğrattılar. Dâvûd da Câlût’u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğu şeylerden de ona öğretti.” (el-Bakara, 2/251).

Davut a.s. ile ilgili ayetler ve açıklamalar şöyledir;

Câlût’un öldürülmesiyle Amâlikalılar bozguna uğradılar, darmadağın oldular. Bu olaydan sonra halk, Hz. Dâvûd (a.s.)’a daha çok sevgi ve saygı göstermeye başladı.

Tâlût’un ölümünden sonra yerine Dâvûd (a.s.) geçti. Ona hem yönetim, hem peygamberlik verildi; “…Dâvûd’a dağları ve kuşları boyun eğdirdik. Onunla beraber tesbih ediyorlardı. Biz (bunları) yaparız.” “Ona, sizi savaşın şiddetinden korumak için zırh yapmayı öğretmiştik. Ama siz, şükrediyor musunuz ki?” (el-Enbiya, 21/78, 80)

“Andolsun Dâvûd’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. Ey dağlar, onunla beraber tespih edin ve ey kuşlar (siz de). Ve ona demiri yumuşattık.”, “Geniş zırhlar yap, dokumasını ölçülü yap ve (hepiniz) iyi isler yapın. Çünkü ben, yaptıklarınızı görmekteyim. diye vahyettik.” (Sebe, 34/10-11). Hz. Dâvûd (a.s.) hakkında Kur’ân-ı Kerim’den gelen rivâyetler; Dâvûd’un çok güzel bir sesi olduğunu, kendisine verilen Zebur’u okumaya baslayınca, dağların ve kuşların onu dinlemek üzere etrafında toplandıklarını bildirmektedir. Zebur dört büyük semâvî kitaptan birisi olup, yüzelli sûreden ibarettir. Bu kitap, ser’î hükümleri taşımadığı için Hz. Dâvûd, Hz. Musa’nın şerîati ile hükmetmiştir.

Yahudi kaynaklarında Hz. Dâvûd’un, Mizmar denen bir musiki âleti çaldığı kayıtlıdır. Kur’ân’da da: “(Her taraftan) gelen kuşlar da ona icabet ederler, hepsi onun nağmesine katılırlardı “, “Onun mülkünü kuvvetlendirmiştik. Kendisine hikmet ve açık konuşma, güzel konuşma vermiştik. “ (Sad, 38/19-20) buyuran Allah, aynı sûrenin 21. âyetinde, Hz. Dâvûd (a.s.) zamanında olan bir hâdiseyi de, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e söyle haber vermiştir: “Dâvûd’un yanına gelmişlerdi de, onlardan korkmuştu. Korkma dediler, Biz, iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına saldırdı. simdi sen aramızda hak ile hükmet. Zulmetme. Bizi yolun ortasına (adalete) götür. “ (Sad, 38/22)

Kur’ân’da anlatıldığına göre bunlar iki kardeştiler. Birisinin doksandokuz koyunu, ötekinin bir tek koyunu vardı. Böyle iken doksandokuz koyunu olan öteki kardeşinin tek koyununu ister, aralarında tartışma çıkar. Tek koyunu olanı bu tartışmayı kaybeder. Hz. Dâvûd (a.s.)’a müracaat ederler. O, davacı olanlardan birini dinler, ötekini dinlemeden hükmünü verir. Bunu da Allah’u Teâlâ’nın kendisini imtihanı sanır. Ancak bu yaptığı hareket sebebiyle Allah’dan mağfiret dileyip secdeye kapanır, tövbe eder. Allah, onu affettiğini bildirir ve ona su vahyi indirir: “Ey Dâvud, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. insanlar arasında adaletle hükmet, keyfine uyma. Sonra seni Allah yolundan saptırır. Allah’ın yolundan sapanlara, Allahın hesap gününü unuttuklarından dolayı çetin bir azap vardır. “ (Sad, 38/26)

israiloğulları, Hz. Dâvûd zamanında en parlak dönemlerini yaşamışlardır. Dâvûd (a.s.) Kudüs’ü fethetmiş, kendisine başkent yapmıştı.

Hz. Dâvûd, hem hükümdar, hem peygamberdi. Bir nimet olarak bu iki özellik ona verilmişti. O, israiloğullarını kırk yıl yönetti ve Rabbine kavuştu. Hz. Dâvud (a.s.)’in yerine oğlu Hz. Süleyman (a.s.) geçti ve ona da peygamberlik geldi. Hz. Dâvûd, bir gün oruç tutar, bir gün yerdi.

Abdullah b. Amr’dan rivâyetle, Abdullah, her gün gündüzleri oruç tutar, geceleri de (nâfile) namaz kılardı. Onun bu durumu Rasûlullah’a bildirildiğinde Hz. Peygamber onu çagırdı ve şöyle buyurdu: “Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. iste bu Dâvûd (a.s.)’in orucudur.”

Bir başka rivayette ise, Rasûlullah (s.a.s.) söyle buyurmuştur: “Allah’u Teâlâ ya en sevimli oruç, Dâvûd (a.s.)’in orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Allah’a en sevimli namaz da Dâvûd namazı idi. O, her gecenin yarısında uyur. Üçte birinde (nafile) namaz kılardı. Altıda birinde de yine uyurdu.” (Müslim, Siyam, 183; Nesâî, Siyam, 69). (Kaynak: İslamiyet.gen.tr)

Yahudiler ve Hıristiyanların bakış açısı?

Yahudiler ve Hıristiyanlar Hz. Davut ve onun oğlu Hz. Süleyman’ın zamanla Allah’a isyan ederek, günahkar olduğunu kabul ederler. Özellikle Hz. Süleyman’ın bir büyücü olduğuna inanırlar. Bazı Hıristiyanlar Davut ve Süleyman’ın sonradan Allah tarafından affedildiğini savunsa da genel tavır ikisinin dinden çıktığı yönündedir. Onlar bu iki peygamberi, kral olarak tanırlar ve “King David”, “King Solomon” olarak adlandırırlar. Peygamber efendimiz her iki peygamberinde salih kişiler olduğunu bildirdiğinde ilk başta Yahudiler peygamber efendimize itiraz ettiler. Hatta peygamber efendimizin ve İslamiyet’in bu yüzden şeytanın dini olduğunu bile iddia ettiler. Onlara göre Hz. Süleyman büyücüydü ve şeytanın tarafındaydı. Bu konuya bir sonraki yazımızda uzun uzun değineceğiz. Çünkü Hz. Süleyman ve ondan sonra yaşanan olaylar bugüne direkt etki etmektedir.

Yahudi ve Hıristiyanlar ise Davut’un hikayesini şöyle kabul ederler;

Musevi Kutsal Kitabı’nda (Eski Ahit) Davut’un hayat hikâyesi I. Samuel kitabının ikinci yarısı ile II. Samuel kitabının tamamını kapsar.
Birinci Yahudi kralı olan Şaul Allahın takdisini kaybeder. Bunun üzerine Peygamber Şamu’el (Samuel), koyun çobanı olan Yesse’nin (İng: Jesse) soyundan krallar geleceğini bildirir. Yesse’nin oğlu Davud kralın sarayına alınır. Şaul’un Filistinliler’le karşı yaptığı savaşta Davut tek başına dev Calud’a karşı savaşır; sapanıyla attığı taşla onu yener ve kafasını keser. Bunun üzerine Şaul Davud’u kıskanır ve öldürülmesini emreder. Ancak Davut’a derin bir sevgi ile bağlı olan Şaul’un oğlu Yonatan (İng: Jonathan), Davut’u korur ve kaçmasını sağlar. Davut yıllarca çölde yaşar, eşkiyalık yapar. Daha sonra Araplara sığınır.

Filistinlilerle yapılan bir savaşta Şaul ve Yonatan öldürülür. Davut pişmanlıkla onların yasını tutar. Yahudi ileri gelenleri tarafından 30 yaşında kral seçilir. Hebron’da kutsal yağla meshedilir. Kenanlılara ait olan Zion (Kudüs) kalesini ele geçirerek burayı kendine başkent yapar. Tanrı’nın On Emri’ni içeren sandukayı buraya getirerek büyük bir tapınak inşa etmeye karar verir. Ancak Peygamber Natan onu bu kararından vazgeçirir. (Tapınağı, Davut’un oğlu Süleyman inşa edecektir.) Davut, tüm Yahudi aşiretlerine boyun eğdirir, Ürdün ve Suriye’yi fetheder.

Davut evli bir kadın olan Batşeba’yı sever, kadının kocası olan Uriah’ı öldürterek Batşeba’ya sahip olur. Allah bunun üzerine kendisini lanetler; Batşeba’dan doğan oğlu yedi günlükken ölür. Mezmurların bir bölümü, Davut’un bu olay üzerine duyduğu acı ve pişmanlığı anlatır.

Son yıllarında Davut’un sevgili oğlu Abşalom babasına karşı isyan eder. Baba ile oğulun orduları karşı karşıya gelir; Abşalom öldürülür. Davut 36 yıl hüküm sürdükten sonra ölür. Yerine oğlu Şolomon (Süleyman) geçer. (Kaynak: Wikipedia)

Ek bilgiler;

Goliath ismi üzerine;
Savaşın yapıldığı yer günümüzde Araplar tarafından Ayn-Calut olarak adlandırılır. Yani Goliath Meydanı. Bu meydanda hiç yenilmeyen Moğollar’ı Memlüklüler ilk defa mağlup etmişlerdir ve bu savaştan sonra Moğollar orta asyadaki etkisini kaybetmiştir. Aynı vadide Müslümanlar Haçlı birliklerine ilk darbeyi vurmuşlardır.

(Ayn-Calut savaşı)

Çanakkale savaşı sırasında Goliath isimli dev İngiliz savaş gemisi Muavenet-i Milliye isimli küçük bir osmanlı gemisi ile batırılmıştır.
Bu gün oyun karakterlerinde dev yada aşırı güçlü karakterlere Goliath ismi verilmektedir.

Hz. Davut ve simgesi üzerine;

Hz. Davut altı köşeli yıldızı kurduğu devletin simgesi yapmıştır. Her ne kadar şu anki zalim İsrail devletinin bayrağı olarak büyük antipati toplasa da aslında kutsal bir simgedir. Biri yukarı bakan ve diğeri aşağı bakan iki piramit , bir yıldızı oluşturmaktadır. Hz. Süleyman zamanında da devletin bayrağı olarak kabul edilmiştir ve “Süleyman Mührü” adı daha sık kullanılmaktadır. Eski Türk boyları da Davut ve Süleyman a.s ‘ı çok sevdikleri için bu simgeyi çok kullanmışlardır. Cami ve medrese işlemelerinde sıklıkla altı ve sekiz köşeli yıldıza rastlanır.

(kaynak vikipedia)

Selçuklu oyması

Hz. Süleyman’ın mührü (Konya medreselerinden kalma tarihi eser)

(Dünyaca ünlü Türk kılıçlarının (Yatağan kılıcı) üzerine Hz. Davut gibi güçlü olması duasıyla Davut yıldızı (diğer adı Süleyman Mührü’dür) dövülürdü. Çünkü Türkler her zaman kendilerinden sayıca fazla olan düşmanlarla savaşıyorlardı.)

Gelecek yazımızda Hz.Davut’un oğlu Süleyman peygamberin hayatını ve dikkat çeken olayları inceleyeceğiz.

Yazan: ARMARIEL

İLLUMİNATİ DOSYASI : İllüminati 6 – Büyü, Sihir ve Simya’nın Cazibesi

Zavallı budala! Sana gizlerin en büyüğünü, en önemlisini açık açık öğreteceğimize inanacak kadar aptal mısın? Hiç kuşkun olmasın ki, her kim Hermetik Filozofların yazdıklarını, sözcüklerin sıradan, sözel anlamlarıyla açıklamaya kalkışacak olursa, kendini bir labirentin dolambaçları içinde bulacaktır. Dışarı çıkması için elinde Ariadne’nin ona yol gösterecek ipliği de olmayacağından, kaçıp kurtulamayacaktır.

ARTEPHIUS (yazının sonunda Arthepius hakkında bilgi verilmiştir)

(Arthepius’un 1624 yılında, İngilterede basılan kitabı)

Bundan önceki yazılarımızda konunun tarihi ve felsefi kısmından bahsetmeye çalışmıştık. Bazı arkadaşlarımızdan olumsuz tepkiler aldık. En önemli tepki, anlatılan konuların İslam ile örtüşmediği mevzusu idi. Hatta beni kâfirlikle suçlayanlar bile oldu. Dinden çıkmış, sapkın biri olduğumu bile, dile getirenler oldu. Kimin daha dine yakın olduğunu ancak Allah bilir. Körü körüne beş vakit namaz kılmakla Allah’a yakın olamazsın. Araştırmalısın, okumalısın, öğrenmelisin. Burada anlattıklarımız bizim onlara inandığımız anlamına gelmez fakat onlara inanan gizli kardeşliklerin bulunduğunu bilmemiz gerekir. Düşmanı yenmek için onun gibi düşünebilmelisin.

Arkadaşlar şu an dünya üzerine hâkimiyet kurmuş bir gizli kardeşlik örgütünü anlamak istiyorsak, onların beslendiği kaynakları anlamaya çalışmalıyız. İllüminati olarak adlandırdığımız bu gizli kardeşlikler, temelini başta İsrailiyat, Hıristiyanlık, Meditasyon, Hermetizm, Satanizm, Büyü vb. kadim(eski, antik) konulardan oluşturmaktadır. Bu yazı dizisinin devamını getirebilirsem ve siz tümünü okuyup üzerinde kafa yorarsanız, anlatılan konuların bir puzzle gibi yerine oturduğunu göreceksiniz.

Aldığımız ikinci tepki ise anlatılanların üstü kapalı olduğu mevzusu idi. Okuyucular maalesef çok uzun yazıları sevmedikleri için bildiklerimi özetlemeye çalışıyorum. Resimlerle destekleyerek, anlatımı akıcı yapmaya çalışıyorum. Anlatımda her şeyi açıklamaya çalışıyorum. Kesinlikle birilerine kendimi kanıtlamak ya da ukalalık yapmak gibi bir amacım yok. Anlamadığınız konuları istediğiniz gibi sorabilirsiniz. Kendiniz araştırarak öğrenirseniz hem anlatıcının(yani benim) etkimde kalmazsınız hem de konuyu daha iyi özümsersiniz.

Eğer bu yazı dizisinin devam etmesini istemiyorsanız bunu yorumlarda yazabilirsiniz. Kesinlikle bir daha bu konular hakkında yazmam. Bazı bloglarda, internet kahramanlarının çeşitli şehir efsanelerini İlluminati ile harmanlayarak anlattıklarını ve çok popüler olduklarını görmekteyiz. Benden bu şekilde kaynağı belirsiz yazılar yazmamı lütfen beklemeyin.

Gelelim büyü ve sihir mevzusuna, her zaman belirttiğimiz gibi masonik örgütler birçok kanaldan beslenmektedirler. Bu kanallardan en önemlilerinden biri ise büyü ve sihir mevzusudur. Masonluğun ilerleyen derecelerinde kişilere çeşitli büyü yapma yöntemleri de öğretilmektedir. Özellikle kötü amaçlar için kullanılan kara büyü yöntemleri masonlukta revaçtadır.

Sihir, insanlara yönelik olarak tabiatüstü gizli güçlerin yardımı ve aracılığıyla belli bir maksadı gerçekleştirmek ve belli bir gayeye ulaşmak için uygulanan ve etkili olduğu kabul edilen eylem; bir şeyin veya olayın gerçek hüviyetinden uzak olarak başka bir halinin gösterilmesidir. Sihir, İslam’ın kesin olarak yasaklayıp reddettiği bir inanç ve işlem olup tabiat kuvvetleriyle insanlara bir takım etkilerin yapıldığı söylenen ilkel bir anlayış ve olgudur.

(Süleyman tapınağından bir parça)

Peki dinimizde büyü ve sihir var mıdır? Kuranı kerime göz atacak olursak, orada Hz. Süleyman peygamberin dönemine dikkat çekildiğini açıkça görebiliriz;

“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekden, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (Bakara Suresi /102)

Ayetten de açıkça anlaşılacağı gibi büyü ve sihir kesinlikle mevcuttur. Ayrıca Allah Felak süresinde “düğümlere üfleyenlerin şerrinden” Allah’a sığınılmasını söylemektedir. Düğüme üflemekte çok eski bir büyü yöntemidir. Zarar verilmesi istenen kişinin adı anılarak bir ipe düğümler atılır ve çeşitli sözler söylenir. Bu düğümlenmiş ip kimsenin bulamayacağı bir yere gömülür. Bundan sonra kişi kendini iyi hissetmez ve hastalanır. Bazı hadis kitaplarında bir kadının peygamber efendimize böyle bir büyü yaptığı ve bu yüzden Felak ve Nas sürelerinin indirildiği açıklanmaktadır. Nas süresinde ise cinlerden ve insanların şerrinden Allah’a sığınılması gerektiği belirtilmektedir. Bazı sihirlerin oluşabilmesi için, büyücülere cinlerin yardım ettiği söylenmektedir. Her iki süre dua mahiyetinde olup insanları bu tür zararlardan korumak için indirilmiştir.

Büyü, eski kavimlerde mevcuttu. Keldânîler’de, Keldânî büyüsü, her yere dağılmış olan perilerin tabiat hadiselerini vücuda getirdikleri itikadına dayanıyordu. Bazı yaratıklar şeytanî bir kuvvetle mücehhez idiler. Bununla beraber, bu kuvvet erkekten ziyade kadında bulunuyordu. Cadılar ve şeytanlar insanların bedenine girmek gücüne sahip idiler.

Mısır’da: Musa (a.s.)’dan evvel Mısırlılar, kanunen caiz olan bir büyü kabul ediyorlardı. Ancak kanunen yasak olan büyünün her türlü icra usullerini daha az bilmez değillerdi.

Sihirbazların hayata ve ölüme tasarruf ettiklerine, iyi veya kötü cinleri yardım için çağırma gücüne sahip olduklarına ve tabiat kuvvetlerini diledikleri gibi kullanabileceklerine inanıyorlardı.

Uzak Şark’ta: Çinliler büyünün her türlüsüne karşı derin bir alâka besliyorlardı. Konfüçyüs’ten önceki dönemlerde Wu denilen bir tür cadı, devletin sosyal yapısında resmi bir mevki sahibi idi. Büyü usulleri arasında geleceği bilerek geleceğe ait hususları söylemeye, cinleri uzaklaştırmaya alışıyorlardı.

Yunan-Roma’da: Görünmez kuvvetleri beşerin iradesine mahkûm kılmak sanatı, Yunan-Roma medeniyetinde Şark’ta olduğundan daha az rağbet bulmuş değildi. Yunan sihirbazları daha çok kendilerine hizmet edebilecekleri ümidiyle yabancı ilâhlara müracaat ediyorlardı. Tesalya kıtası gizli sanatlara mensup en meşhur adamları yetiştirmekle meşhurdu. Büyü, imparator Ogüstüs zamanında, büyük bir ehemmiyet kazanmıştı.

Yahudilikte: Sihre itikat pek revaçta idi. Perileri davet etmek, şeytanları insanın iradesine mahkûm kılmak, her türlü harikalar, hulâsa medeniyette şöhret bulmuş itikatların bütünü Yahudilikte mevcuttu. Yahudiler büyü formüllerinde, eski zamanlardaki geleneklerden yahut yabancı dinlerden gelen cin ve peri isimlerini almışlardır.

İslâm toplumlarında: Müslümanlardan bazıları büyüde Yahudilerden, Suriyeliler’den, İranlılar’dan, Keldânîler’den ve Yunanlılar’dan ders almışlardır. Tütsü, tılsım, muska, cadılık, fala bakmak vs. hep oralardan gelmiştir. Müslümanlar cinlere inandıkları için bu inanç sihre inanmaya da yol açabiliyordu. Rasûlullah (s.a.s.) “isabet-i ayn”a, yılan sokması ve genellikle hastalıklara karşı rukyayı yani duayı caiz görmüştür. Fakat büyü ile Hz. Peygamber’in (s.a.s.) duası arasında hiçbir ilişki yoktur. Bir takım fal kitapları vardır ki kelime ve harflerin suretiyle geleceği bilmeye çalışırlar.

Batı dünyasında: Bütün milletlerin arşivleri tetkik olununca, büyüye müteallik bu türlü inançlara rastlanır. Keltler, Teutonlar, İskandinavlar, Finler, Doğu milletleriyle bu konuda birçok esaslı benzerlikler göstermektedirler. Bugün akıl ve mantığın ilerlemesiyle büyünün ortadan kalktığına inanmak pek cesur bir davranıştır. (Kaynak: İslam Ansiklopedisi)

Masonlukta ise büyü ve sihrin kökeni eski Mısır ve Babildir. İsrailoğulları henüz Hz. Musa hayatta iken dahi Eski Mısır’da gördükleri putların benzerlerini yapıp onlara tapınmaya başlamışken, Hz. Musa’nın vefatının ardından daha ileri sapmalara kaymaları zor olmamıştır. Kuşkusuz tüm Yahudiler için aynı şey söylenemez, ama aralarından bazıları Mısır’ın putperest kültürünü yaşatmış, dahası bu kültürün temelini oluşturan Mısır rahiplerinin (Firavun büyücülerinin) öğretilerini sürdürmüş, bu öğretileri Yahudiliğin içine sokarak onu tahrif etmişlerdir.

Eski Mısır’dan Yahudiliğe devrolunan öğreti, Kabala’dır. Kabala da, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik (gizemli) bir öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü ile ilgilenmiştir. Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi, “Kabala, Tradition of Hidden Knowledge” (Kabala, Gizli İlmin Geleneği) adlı kitabında Kabala’yı şöyle tanımlamaktadır: “Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur.”

Kabala’yı felsefelerinin temeli edinen masonlar, elbette büyü ile ilgilenmektedirler. Ancak çok üst dereceli masonların bildiği ve katıldığı büyü ayinleri masonlukta büyük önem taşır:

“İnisyatik ve hermetik gelenek içinde yer alan masonluğun geniş manadaki büyücülükle bir yakınlığı vardır.” (Tarihte ve Günümüzde Masonluk, Paul Naudon, sf.186)

Çırak, Kalfa, Usta isimli mason yayınında, masonik yemin töreni şöyle anlatılır:

“Tören üç kısımdan oluşur: Yakarma, söz verme, lanetleme. Yakarma: Masonik ilahlara ve şeytani kuvvetlere, yemin garantisi olarak çağırıda bulunur. Söz verme: şeytana verilen yeminin konusudur. Lanetleme: yeminin tutulmaması halinde uygulanacak ölüm cezasıdır.” (Çırak, Kalfa, Usta, sf.40)

Masonlukta şeytan karanlığı aydınlatan bir güç olarak tasvir edilir:

“Şeytanın feneri ulaşacağın yerdeki karanlığı aydınlatır.” (Mason Dergisi, s.29, sf.23)

Masonluk, Kabala’nın prensipleri doğrultusunda, kara ayin denilen törenleri, felsefesinin en önemli unsurlarından saymaktadır.”Masonluğun bazı kolları evreni etkilemek için büyücülüğün icrasını kendilerine amaç edinmişlerdir.” (Tarihte ve Günümüzde Masonluk, Paul Naudon, sf.186)

Masonik kaynaklarda anlatıldığına göre, masonlukta 33. dereceye gelecek kişide aranılan en önemli özelliklerden biri, medyumluğa olan yatkınlığıdır. 7 yılda bir, 7. ayın 7. gününde 7 büyük locadan 7 medyum üstadın katılımıyla toplantılar yapılır.

Masonluğun bilenen sembollerinin haricinde, sadece büyü törenlerine has tütsü, cam küre gibi malzemeler toplantının dekorunda yer alır. Masanın üzerine bir keçi kafatası konur. 7 kollu şamdanın 7 mumu yakıldıktan sonra seans başlar. Kabala’daki büyülü kelimeler dakikalarca tekrarlanır. Tören sırasında kimse konuşmaz, birbirine bakmaz dikkat dağıtacak en ufak bir hareket yapılmaz. Bu ayinler masonların dış dünyadan en çok gizlemeye çalıştıkları sırlarından birisidir. Düşük dereceli masonlardan hiçbirisinin bu ayinlerden haberi olmaz.

Şeytana tapınma ayinlerinin bir masona açıklanması için, masonların deyimiyle masonik ilkelerle, iyice yoğrulmuş olması gerekir. Ancak yeterli “olgunluğa” geldiğinde kendisine bu sır verilir. Dereceler içinde giderek yükselen mason, Allah inancını, ahlaki değerlerini yitirecektir.Sonuçta ulaşacağı en önemli sırlardan birisi, kara büyü ayinleridir.Masonluğun felsefesinin temelini de bu sır oluşturmaktadır. Bu gücün hak dine olan nefret ve düşmanlığının kökeninde de bu gerçek yatmaktadır. (Kaynak: DinlerTarihi.net)

SİMYA NEDİR?

Simya veya Alşimi; (Arapça’daki “alkheemee” kelimesinden gelir, İngilizce’ye “alchemy” olarak geçmiştir). Hem doğanın ilkel yollarla araştırılmasına hem de erken dönem bir ruhani felsefe disiplinine işaret eden bir terimdir. Simya; kimya, metalurji, fizik, tıp, astroloji, semiotik, mistisizm, spiritüalizm ve sanat’ı bünyesinde barındırır.

Simya ile en az 2500 yıldır uğraşıldığı bilinmektedir. Simya ile ilk olarak Mezopotamya, Eski Mısır, İran, Hindistan ve Çin’de uğraşılmıştır. Klasik Yunan döneminde Yunanistan’da, Roma İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü coğrafyada, önemli İslam başkentlerinde ve daha sonra 19. yüzyıla kadar Avrupa’da simyaya ilgi duyulmuştur.

Batı simyası her zaman, kökleri ünlü simyacı Hermes Trismegistus’a uzanan ve bir felsefi-spiritüel sistem olan Hermetizm’le yakından bağlantılı olmuştur. Bu iki disiplin (simya ve Hermetizm) 17. yüzyılın önemli bir ezoterik ekolü olan Gül-haçlılar ‘ın doğuşunda etkili olmuştur. Erken modern dönemde, simya kimyaya dönüşmeye başlarken simyanın mistik ve hermetik dalları modern spiritüel(ruhsal) simyanın odak noktası olmaya başlamıştır.

Günümüzde simya, mistik, ezoterik ve sanatsal yönleri nedeniyle bilim tarihçileri ile filozofların ilgi alanına girmektedir. Simya, modern bilimin temelini atan disiplinlerden biridir ve günümüz kimya ve metalürji endüstrilerinde kullanılan birçok madde ve işlem eski dönem simyacılarının keşfidir. (Kaynak: Wikipedia Alchemy Maddesi)

İslamiyet’te Simya, Müslümanların eski mısır ve yunan eserlerini Arapçaya çevirmesi ile başlamıştır. Zamanın Müslüman bilginleri bu konuya önem vermişlerdir. Özellikle Abbasiler döneminde yaygınlık kazanmıştır. Müslüman alimler Hz. Musa zamanında yaşayan ve çok zengin olan Karun’un Simya biliminde ileri gittiği ve bakırı altına çevirerek zengin olduğunu söylerler. Bu durum ayette de şöyle geçmektedir.

Karun dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz. (Kasas Suresi, 78)

Burada Karun sahip olduğu bilginin zenginliğine vesile olduğunu söylüyor. Bazı Müslüman âlimler ise bu bilginin simya olduğunu belirtmektedirler.

Türk tasavvufunda da ruhsal simyanın yeri büyüktür. Bu konu ile ilgili Alman yazar Rudolf von Sebottendorf ‘un kitabını tavsiye edebilirim.

Ek bilgiler:

Althepius Kimdir?

Altephius Endülüs Emevileri zamanında dünyaya gelmiş Müslüman bir simyacıdır. Asıl adı tam bilinmemekle berbaer Al-Hafız lakabı batı literatürüne Artephius olarak geçmiştir. Bir çok ilaç geliştirmiştir. Metallerin güçlendirilmesi üzerine çalışmıştır. Süt ürünlerinin mayalarını keşfeden ilk insan olduğu söylenir. Peynir, yoğurt, tereyağı gibi ürünlerin saflığını artırmıştır. Onun gizli kitabı olduğu söylenen metinler 14. Yüzyıldan itibaren Avrupada kitap olarak basılmıştır. Kendisi ayrıca erginlenmiş bir sufiydi. Felsefe ve tarih üzerine de pek çok görüşü mevcuttur.

Rudolf von Sobettondorf kimdir?

Yaşamının yarısı Türkiye’de geçen ve Türk vatandaşı olan Sebottendorf(1875-1945), Birinci Dünya Savaşında bir süre Kızılay’ın başkanlığını yaptı ve Balkan savaşlarında Türklerin yanında çarpışarak yaralandı. Türkiye’de Bektaşiliğe, Gülhaç’a ve Masonluğa giren Baron, 1924 yılında bu ünlü kitabı (Eski Türk Masonlarının Uygulamaları) yazarak sırlarını açıkladı. Bir süre Almanya’da kalıp ünlü Thule örgütünü kurdu ancak 1934 yılında Hitler’in emriyle Gestapo tarafından tutuklanıp toplama kampına gönderildi. Çok geçmeden Türk vatandaşı olması dolayısıyla Türkiye’ye iltica etti ve burada 1945 yılında esrarengiz bir şekilde öldüğü kaydedilir. Ancak ölmediğini iddia edenler vardır.

Büyü çeşitleri nelerdir?

AK BÜYÜ

Ak Büyü ile uğraşan kişi temiz ruhlu, iyi niyetli, hatta dindar biri olarak tanınır. Ak ile Kara Büyü ayrımını antik uygarlıklarda Asur ve Babil’de buluyoruz. MÖ. 1800 yılında Kral Hammurabi Kara Büyüyü yasaklamış, uymayanları ölümle cezalandırmıştır.

Ak Büyünün amacı şifadır, destektir. Yorumlara göre örneğin, aşk büyüsü de bu kategoriye girer ama aslında bu bir çeşit zorlamadır. Ak Büyü ile Kara Büyü arasındaki farklılıklar sadece niyet, amaç ve formüllerle belli olmuyor; kullanılan malzemelerde farklıdır. Ak Büyüde ateş, altın, ayçiçeği, cıva, elma, elmas, fasulye, fildişi, gümüş, horoz, inci, incir, kurşun, kuşkonmaz, portakal, sarımsak, su, süt, sirke, tavuk, tuz, yumurta, zeytinyağı kullanıldığı gibi, Kara Büyüde ceset parçaları, idrar, kan, karga, kedi (kara), kurbağa, kurt kanı, timsah dişleri, toprak (mezarlıktan), tüy (kara tüy) yarasa (gözleri ve kanı) kullanılmaktadır.

KARA BÜYÜ

Ak Büyünün ve ak büyücünün karşıtı olan Kara Büyü, onu uygulayan ise Kara Büyücüdür. Amacı kötülüktür, zarar vermektir ve cinayete, ölüme kadar gidebilir. Ak Büyücünün tersine Kara Büyücü özverici değil, kibirli ve fırsatçıdır, maddiyata bağlıdır.

Allah’tan nefret eder, doğanın kurallarına karşı gelir ve kendisini yüceltebilmek, güçlerini arttırabilmek için her şeyi yapabilir ve yapar.

Kara Büyü ya şeytanla bağlantılıdır ya da ölü ruhlarla (nekromansi), her ne kadar Hz. Musa’dan başlamak üzere bütün dinler bunu bir sapkınlık sayıp yasakladılarsa da, antik çağlardan beri ölülerin ruhlarını çağırıp sayesinde geleceği öğrenmeye çalışmak, yani, ölü falını uygulamak oldukça yaygın bir dönemdi. Özellikle Orta Çağ büyücülüğü bununla sık sık beslenmiştir. Orta Çağ tanrı bilimcilerinden Rabano Mauro şöyle yazmıştır; Ölü falına bakanlar, kötü duaları ile ölüleri diriltenler, geleceği öngörüp sorulara cevap vermelerini temin eden kişilerdir. Ölüleri çağırabilmek için ceset kanı gerekiyor, çünkü bu işlemlere yardımcı olan cinler kandan hoşlanırlar.

KIRMIZI BÜYÜ

Kırmızı Büyü olumsuz amaç ve niyetleri, uygulamaları ile Kara Büyünün bir çeşidi yandaşıdır. Belki de en gerçek ve bu yüzden en tehlikeli büyüdür. Şeytan’ın, kötü ruhların büyüsüdür ve işlemlerinde ayinlerinde kaz kullanır, kurban keser.

Büyüsel işlemler çoğunlukla olumlu (Ak Büyü) veya olumsuz (Kara Büyü, Kırmızı Büyü) bir enerji akışına dayalı olduğu söyleniyor. Bir enerji bedensel bir organa, psiko-somatik (ruhsal-bedensel) bir işleve yöneltilebilir. Tarihte birçok el yazması büyü kitabı hazırlanmıştır. En ünlülerden biri 15. Yüzyıla ait olduğu sanılan, önceki yüzyılda gizem ustası Mc Gregor Mathers tarafından ilk kez İngilizce ye çevrilen sihirbaz Ma Abra-Melin’in Kutsal Sihir Kitabıdır. (The Book of the Sacred Magic of Abra-Melin the Mage). Kitaba göre maddi dünya kötü ruhlar tarafından yaratılmıştır, ancak sihirbaz, koruyucu meleğinin yardımıyla ve büyüsel uygulamalara başvurarak, kötü güçlere karşı koyabilir hatta kötü ruhları yönetebilir.

Kırmızı Büyünün çeşitleri arasında önemlisi, merkezi Haiti olan, oradaki yerliler ve melezler tarafından uygulanan Vudu (Voodoo) dur. Kökenleri, Afrika’nın totemlere dayalı inançlarına bağlıdır. Vudu Büyücülüğünde düzenlenen ayinlerde dansların, müziğini kendinden geçmelerin, kurban edilen hayvanların (kaz, horoz, karakeçi) nedeni ve amacı adları Loas olan bazı ilkel güçleri (ölü ruhları) harekete geçirmektir. Trans haline geçen vudu rahibeleri, birer medyum gibi hareket ederek bu güçlere teslim olurlar. Vudu’ya benzer bir uygulamaya Brezilya yerlilerinin Macumba (Makumba) törenlerinde rastlarız.

Macumba, temelde cinsel büyücülüğe bağlıdır, erotizmi boldur. Vudu ayinleri daha çok mezarlarda yer alırken, Macumba için mekân olarak açık alanlar ya da ormanlar tercih edilir.

Yazan: ARMARIEL