Günlük arşivler: 21 Eylül 2015

SÖZDE SOYKIRIM DOSYASI : Türkleşen (!) Ermenilere “Soykırım Yapıldı” Dediler

1990’ların başıydı. Teftiş maksadıyla gitmiş olduğum Adana’nın Saimbeyli İlçesinde, İlçe Müftüsü İbrahim Demirkoparan’la birlikte cadde boyunca yürüyoruz. Karşıdan orta boylu, oldukça şişman ve göbekli, esmer tenli, başında fötr şapkası da olan 50-55 yaşlarında bir adam geliyordu. Müftü Efendi bana dönerek şöyle dedi; “Ömer Bey, şu karşıdan gelen adam aslında Ermeni’dir. Bunların babaları, tehcirden kurtulmak için din ve isim değiştirmiştir. Bu bölgede böyle çok insan vardır…”

Sonra Müftü Efendi ile Saimbeyli Kalesi’ne çıkıyoruz ve Müftü Efendi, civardaki yarı viran olmuş bağ ve bahçeleri göstererek diyor ki; “Bu bağ ve bahçeler, Ermenilerden kalmadır. Ermeniler, bağ ve bahçe işlerini gayet iyi biliyorlarmış. Gördüğünüz gibi şimdi hepsi virane olmuş durumdadır…”

Saimbeyli’de içmiş olduğum ayranı, Türkiye’nin hiçbir yerinde içmediğimi ve Saimbeyli’de üretilen kirazların, bugün İngiltere kraliyet sarayına (Buckingham) bile gönderildiğini de belirtmiş olalım.

Bunları neden yazdığıma gelince;
Birkaç gün önce Hürriyet Yazarı Rahmi Turan’ın yayınlamış olduğu ve İstanbul’da oturan Sevan İnce isimli Ermeni kökenli bir Türk vatandaşının mektubunu görünce hatırladım tüm bunları.

Sevan Bey mektubunda;

“…Gerçeği benden ve benim gibilerden başkası bilemez. Bizler, hadiseleri birinci ağızdan dinlemiş kişileriz. Bizler Türk Ermenileriyiz. Türk Ermenilerinin harici Ermenilerden çok ciddi bir farkı vardır. Bizler tehcir (zorunlu göç) sırasında ya Türkiye’de kalmışların veya tehcir bitiminde Türkiye’ye geri dönmüşlerin torunlarıyız. Bizler tek tip hikâye dinlemedik.

Diaspora Ermenisi sadece ölüm hikâyesi bilir. Olaylardan sonra geri dönmemiş ve komşularının mahcup yüzlerine tanık olmamıştır. Onlar bu ölümler için bütün Türkleri suçlarlar. Olayları sadece ‘Soykırım’ olarak nitelerler. Türk Ermenisi’nde ise daha bol ve daha değişik hikâyeler vardır…”(1)

Dedikten ve Türklerin Ermenilere yapmış oldukları bazı yardım hikâyelerini naklettikten sonra bizim için üzerinde durulmaya değer asıl konuya geliyor ve şöyle diyor:

“Tebaanın bir kısmı emperyalist güçlerinin gazına gelip ayrılıkçılık yapmıştır. Buna kızan Osmanlı Hükûmeti bölgede ‘tehcir’ kararı almıştır. Günün şartlarına göre tehcir (zorunlu göç) çok zor koşullar altında gerçekleşmiştir. Çoluk çocuk muhtelif şekillerde kırılmış ve kıyıma uğramıştır. Bu kırılma hastalık ve açlık sebebiyledir. Kıyım ise Osmanlı askerleri tarafından organize bir şekilde yapılmamıştı. Hastalık dışındaki bu ölümler, münferit olaylardır ve sürgünlerin yanlarında götürdükleri altın paraları gasp etmeyi amaçlayan bölgenin eşkıyaları tarafından yapılmıştır.”

“Hâl bu iken, o bölgede olaylar cereyan ettiği sırada, ülkenin batı bölgelerinde yaşayan Ermenilerin aynı şekilde bir zulme uğramadığı göz önüne alınırsa, buna soykırım denilemez! Pek çok başka kelime söylenebilir, soykırım hariç! Kaldı ki, söz konusu bir ya da bir buçuk milyon rakamı, ölen Ermeni sayısını değil kayıp sayısını ifade eder. Biz Türk Ermenileri, iyi biliriz ki, Anadolu bu olaylar esnasında veya sonrasında Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Bu kişiler, daha sonra serbest olmalarına rağmen kendi dinlerine dönmemişler ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır. Konuşmak gerekirse biz konuşur, olayların uzun hikâyesini anlatırız. Bu konuda bizlerden daha iyi tarihçi de olamaz.”(2)

Ermeni asıllı Türk vatandaşı Sevan İnce önemli şeyler söylüyor aslında. Özetle diyor ki; emperyalist güçlerin vermiş olduğu gazla isyan eden Ermeniler, zorunlu göçe tabi tutulmuş, ancak bu göç zor şartlarda gerçekleştiği için istenmeyen olaylar ve ölümler olmuştur. Ancak devlet tarafından bilinçli bir öldürme olayı yaşanmamıştır, bu tür öldürmeler göç kervanlarına saldıran çapulcu eşkıya güruhu tarafından gerçekleştirilmiştir.

İtiraf etmek gerekirse; biz de aynı şeyleri söylüyoruz. Öldürme olayları, devletin bilgisi dışında ve göç kervanlarının geçtiği güzergâhlarda yaşayan çapulcuların ve Kürt aşiretlerine bağlı eşkıya gruplarının sebep olduğu olaylardır. Bilindiği gibi; tehcirin yaşandığı yıllar Birinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı ve Osmanlının birçok cephede birden savaştığı yıllardır. Asker cephededir ve devlet tehcire nezaret edecek güvenlik kuvveti bulmakta zorlanmaktadır. Bu durumda devlet, tehcire nezaret etmek üzere ancak bir miktar jandarma kuvveti görevlendirmekle yetinir ve göç kervanlarının emniyetini, büyük ölçüde Kürt aşiretlerinden oluşan silahlı gruplara bırakır. Bu insanlar, muhtemelen II. Abdülhamid’in kurmuş olduğu “Aşiret Alayları” veya “Hamidiye Alayları” denilen birliklerin artıkları olmalıdır. Ermenilere karşı yapılan kısmi kıtal ve katliamların sorumluları işte bu silahlı gruplardır.

PKK itirafçılarının iftiraları ile ortaya atılan ancak bir bir fos çıkan “Asit Kuyuları” ve “Jitem Mezarları” konusuna dikkatinizi çekerim. Adli Tıp Kurumu, asit kuyuları iftirasına konu olan kemiklerin hayvan kemiği olduğunu belirledikten sonra Diyarbakır’ın İçkale semtinde bulunan ve Jitem tarafından öldürülmüş insanlara aittir denilerek devlete saldırı aracı yapılan kemiklerin en az yüz yıllık olduğunu söyleyince (3) bu devlet düşmanlarının hevesleri kursaklarında kalmış gözüküyor. Adli Tıp Kurumu, 100 yıl öncesini, yani Tehcir günlerini işaret ettiğine göre, ister misiniz bu kemikler de Kürt aşiretlerine mensup çapulcu ve eşkıyalarca katledilmiş insanlara ait olsun!?

Sevan İnce’nin şu sözleri galiba hepsinden daha önemlidir:

“Biz Türk Ermenileri, iyi biliriz ki, Anadolu bu olaylar esnasında veya sonrasında Müslüman olmuş Ermenilerle doludur. Bu kişiler, daha sonra serbest olmalarına rağmen kendi dinlerine dönmemişler ve geçmişlerini gizledikleri için kayıp hanesine yazılmışlardır.”

Bu sözler, yukarıda Saimbeyli Müftüsü tarafından canlı tanıklar gösterilerek verilen bilgilerle örtüşmektedir. Yani, başta Tehcir’den kurtulmak olmak üzere, çeşitli sebeplerle isim ve din değiştirerek bir anlamda Türkleşen Ermeniler de Batılılar tarafından kayıp ve sözde soykırım rakamlarına eklenmiş bulunmaktadır.

Aynı zamanda Şeyh Sait’in torunu da olan eski milletvekili Abdülilah Fırat’ın şu sözleri de bu bakımdan anlamlıdır ve aslında Kürtler adına adeta bir itiraf niteliğindedir:

“Dedelerim zamanında binlerce Ermeni Müslüman olup Kürtleşti. Bölge halkı bu insanlarla kirvelik yaptı. Sadece dedemin babası Şeyh Mahmud Feyzi zamanında 500’ün üzerinde Ermeni köyü toptan Müslüman oldu. Bu kişiler 1915’teki olaylar sırasında ortada durdular (tarafsız kaldılar). Ne Ermeni’den ne de bizden yana oldular. Olayları önlemek için çok uğraştılar. Ancak PKK olayı çıktıktan sonra bu köylerin çoğu PKK’dan yana oldu ve bize tavır aldı. Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink, soykırımı asıl Kürtler’in yaptığını iddia ediyor, (oysa) önce onlar (Ermeniler) Müslümanlara saldırdı. Avrupa ülkeleri ve Rusya 18. yüzyıldan itibaren Ermenileri kışkırtmışlardır. Biz sadece canımızı, namusumuzu koruduk…”(4)

Saimbeyli Müftüsü, belki de farkında olmadan nasıl ki bize “Türkleşen Ermeniler”olduğunu söylemişse, Abdulilah Fırat da yukarıdaki sözleriyle “Kürtleşen Ermeniler” olduğunu söylüyor aslında.

Netice olarak, Türk Devleti, tarihin hemen her döneminde, bir takım yıpratma ve karalama kampanyalarının hedefi olmuş, Kürt aşiretlerine mensup çapulcuların ve eşkıya gruplarının 1915 yılında Ermeni tehciri sırasında yaptıkları gibi, devlet dışı bazı grupların ve yapılanmaların sebep oldukları olaylar, daha sonra devletimizin başına bela yapılmıştır. Bu bakımdan, Fransız Anayasa Konseyi’nin gerzek N. Sarkozy’e atmış olduğu Osmanlı tokadını son derece anlamlı buluyor ve yazımızı, Merhum Gazeteci Necdet Sevinç’in “Menemen Hadisesi”ni anlatmış olduğu yazının (5) son cümlesiyle bitiriyoruz:

Devlet bunların elinden kurtarılmalıdır…

1-Rahmi Turan, “Bir Ermeni vatandaşın mektubu”, Hürriyet, 27 Şubat 2012,
2-Aynı makale,
3-http://www.ntvmsnbc.com/id/25326047/
4-http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=443188,
5-http://www.turkcebilgi.com/kose-yazisi/14049/devlet-kurtarilmalidir.

TERÖR DOSYASI : Terörü artıran sebep istihbarat zafiyetidir

Yediği darbelerle 2012 başlarında teslim olmaya hazırlanan örgütün “çözüm süreci”nde güçlenip yeniden eylem cesareti bulduğu bildirildi

Alan hakimiyeti kayboldu her yere mayın döşediler

Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi, 22 Temmuz sonrası başlayan terör olaylarını analiz etti. İncelemede, sözde çözüm sürecinde cezaevlerinden salınan KCK’lıların soluğu dağ kamplarında aldığı vurgulanıp şöyle denildi: “PKK, bu süreçte militan sayısını artırdı, polis, asker pasifize edildi. İstihbarat ve güvenlik gibi önemli yerlere tecrübe ve bilgisi az kişiler atandı. PKK, alana hâkim olarak her yolu mayınladı.”

Kandil’de silah ürettiler güç Suriye’ye kaydırıldı

GÜSAM, teröristlerin bu süreçte Kandil’de “Zağra, Şiar, F300” adıyla silah ürettiğini, birçok ağır silahı da ülkeye soktuğunu kaydetti. İncelemede, “Sözde çözüm sürecinde PKK ‘kuzey cephesi’ni sağlama alıp Suriye’ye odaklandı, kanton adıyla resmi ordusu, polisi olan bir devletçik kurdu. Buradaki varlığını güçlendirdi. Ülke basını tek elde toplanıp halkın gerçeği görmesinin önüne geçildi” denildi.

Terörü artıran sebep istihbarat zafiyetidir

22 Temmuz sonrası başlayan terör olaylarını analiz eden GÜSAM, “Terör örgütü PKK, (sözde) çözüm sürecinde militan sayısını artırdı polis ve asker pasifize edildi” yorumunu yaptı.

Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi (GÜSAM) güvenlik uzmanları, 22 Temmuz sonrası başlayan terör olaylarıyla ilgili analizinde en büyük sorunun istihbarat zafiyeti olduğu tespitinde bulunuldu. Bu zafiyette en önemli etkenin ‘istihbaratın politizasyonu’ olduğu vurgulandı. GÜSAM analizinde, “2011 yılının sonu 2012 yılının ilk ayları, hem kırsalda hem şehirlerde yürütülen operasyonlar sonrası PKK ağır kayıplar vermiş, şehir yapılanması çökertilmişti. Teslim olduğunu ilan edeceği anda can simidi olarak ‘Çözüm Süreci Yaklaşımı’ yardımına yetişmiş, ayrıntısını sadece iktidar içindeki dar yapının-MİT ve PKK’nin bildiği / anlaştığı, askere bilgisi verilmeyen ‘Açılım Süreci’ başlatılmıştır. ‘Açılım Süreci’ adına çok tavizkar bir döneme girildi, dağdan inip, ‘Terör saldırısına bulaşmadım’ diyen herkes şehir hayatına başladı (içlerinde bomba ve suikast eğitimi aldığını ifadesinde belirten isimler dahil)” tespitleri yer aldı.

Kandil mahkemeleri

Analize şöyle devam edildi: “Devlet kurumları öncesi halkın başvurmasının zorunlu kılındığı ’Mahalle Meclisleri’, ’Köy Komünleri’oluşturuldu ve PKK valisi, kaymakamı, müftüsü atanır olmuştur. Adli alanda ’Dağ Kadrosu’nda faaliyet yürüten örgüt mahkemeleri ’Kürdistan Hukukçular Birliği’adı altında yerel mahkeme mantığında adli sisteme dönüştü, Yargıtay görevi olarak ’Kandil Mahkemeleri’oluşturulurken, halkın tüm anlaşmazlıklarını sözde mahkemelere taşıması zorunlu hale getirildi. Örgütle mücadele yürüten tüm operasyonel şubeler, tasfiye edilirken operasyonel tecrübe ve bilgisi olmayan kişiler bu birimlerde istihdam edildi. Önleyici dinleme kapsamındaki istihbari dinlemeler çıkarılan yasalar ile imkânsız hale getirilirken takibi yapılan azılı örgüt mensuplarının takibi sonlandırıldı. Asker kışlaya çekilerek operasyon yeteneği öldürüldü.”

Alan hakimiyeti kaybedildi

GÜSAM güvenlik uzmanlarının hazırladığı raporda, “Alan hâkimiyetini güçlendiren örgüt ‘Serhildan’ (Başkaldırı) ve özerklik konularını dillendirmeye başladı. İlk denemesini Kobani olaylarında gerçekleştiren örgüt, elde ettiği güç ve devletin pasifize edilmiş konumunu da kullanarak muhafazakâr ve devletçi Kürtlere baskısını artırdı. Delik deşik olan sınırdan milyonlarca kaçak mal ülkeye sokuldu. Yeni alanlar oluştururken silah ve mühimmat aktarımına hız verdi. Kandil kamplarında Zağra, Şiar, F300 isimli silah üretimi yapmaya başlayan örgüt sınır dışındaki birçok ağır silahı (ısıya duyarlı füze, omuzdan kullanılabilen füze, tank imha silahları vb.) ülkeye soktu. Süreç sayesinde PKK kuzey cephesini sağlama alıp Suriye’ye odaklandı ve tarihinde ilk defa toprak kazanarak, kanton adı altında, polis gücü olan devletçiklerini kurdu. Ülke basını tek elde toplanarak halkın gerçekleri görmesi ve olayları anlamasının önüne geçilmiştir” denildi.

PKK DOSYASI : PKK çocukların arkasına saklanıyor

Emniyet istihbarat birimleri, terör örgütü PKK’nın şehirlerdeki eylemlere katılması ve silahla ateş etmesi için çocuklara para verdiğini tespit etti.

Şehirlerde gerçekleştirdiği eylemlere katılması için çocuklara para verdiği emniyet tarafından tespit edilen terör örgütü PKK, son iki yılda 18 yaşından küçük 2 bin 52 çocuğu kandırarak dağa kaçırdı.

AA muhabirlerinin emniyet yetkililerinden aldığı bilgiye göre, terör örgütü PKK, ulusal ve uluslararası kamuoyunu yanıltmak, güvenlik güçlerinin sivilleri ve çocukları hedef aldığı algısını oluşturmak amacıyla şehir eylemlerinde 18 yaş altı çocuk ve gençleri ön saflarda kullanmaya devam ediyor.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu kentlerinde son dönemde PKK tarafından tertiplenen eylemlerde ve güvenlik güçlerine yönelik saldırılarda en önde bulunan çocukların kimliklerini belirleyen emniyet istihbarat birimleri, söz konusu çocuklar ve aileleri ile görüştü. Çocukların ifadelerine göre, daha önce hiç tanımadıkları "abi ve ablalar" eylemlerden birkaç gün önce ortaya çıkarak çocuklarla yakınlık kuruyor. Ortalama 100 lira verdikleri çocuklardan eylemlere katılmasını isteyen teröristler, aralarında yaşları daha büyük olanlara ise silah veriyor. Silah verilen çocuklar daha sonra örgüt tarafından kandırılarak dağa kaçırılıyor.

Söz konusu PKK mensubu "abi ve ablalar"ın kimliklerinin güvenlik güçleri tarafından tespit edildiği ve yakalanmasına çalışıldığı öğrenildi.

– Kayıtlara göre son 2 yılda PKK, 2 bin 52 çocuk kaçırdı

Emniyet ve jandarma kayıtlarına göre, 14 Ağustos 2013’ten 31 Aralık 2013’e kadar 13 yaşında 3, 14 yaşında 8, 15 yaşında 23, 16 yaşında 46, 17 yaşında ise 60 çocuk olmak üzere toplam 140 çocuk için PKK tarafından kaçırıldığına dair başvuru yapıldı.

Geçen yıl ise 12 yaşında 10, 13 yaşında 29, 14 yaşında 73, 15 yaşında 155, 16 yaşında 293, 17 yaşında 423 çocuk olmak üzere 983 çocuk için emniyet veya jandarmaya başvuru gerçekleşti.

Bu yıl 14 Ağustos’a kadar da 12 yaşında 5, 13 yaşında 25, 14 yaşında 57, 15 yaşında 166, 16 yaşında 224, 17 yaşında da 452, toplamda 929 çocuk için yakınları tarafından "çocuğumuzu terör örgütü PKK kaçırdı" şeklinde güvenlik güçlerine başvuru yapıldı.

Buna göre, son 2 yılda terör örgütü PKK’nın toplam 18 yaşından küçük 2 bin 52 çocuğu, kandırarak dağa kaçırdığı yönünde emniyet ve jandarma güçlerine başvuru gerçekleşti.

Öte yandan 14 Ağustos 2013 ile 14 Ağustos 2015 arasında 12 yaşında 5, 13 yaşında 18, 14 yaşında 29, 15 yaşında 65, 16 yaşında 122, 17 yaşında 180 olmak üzere 419 çocuk ise PKK’dan kaçarak güvenlik güçlerine teslim oldu.

Terör örgütü PKK’nın çocukları kaçırarak bir süre eğitim verdikten sonra, güvenlik güçlerine yönelik saldırılarda aktif olarak kullandığı uluslararası raporlarda da yer aldı.

Ulusal ve uluslararası raporlar ve makalelerden derlenen bilgiye göre, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu UNICEF, 1 Haziran 2010’da yayımladığı açıklamada, PKK saflarında çocuk savaşçıların yer aldığı yönünde çıkan haberlerden duydukları endişeyi belirtti.

UNICEF, çocukların silahlı örgütler ve terör grupları tarafından kullanılmasının suç olduğunu belirterek, bu duruma bir an önce son verilmesi çağrısında bulundu.

BM Genel Kurulu İnsan Hakları Konseyi’nin, 16 Ağustos 2013 tarihli Bağımsız Uluslararası Suriye Araştırma Komisyonu raporunda, "Suriye’de devam eden iç savaşta, muhalifler ve Kürt silahlı grupları, çatışmalarda silahlı çocuk kullanıyor" ifadesi yer aldı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, 22 Temmuz 2015’te, PKK’nın Suriye’deki silahlı kolu YPG’nin, verdiği sözlere rağmen çocuk asker kullanmaya devam ettiğini duyurdu. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün yaptığı açıklamada, "Kuzey Suriye’yi kontrol eden Kürt silahlı grubu, bazı ilerlemelere rağmen, 18 yaş altı kız ve erkek çocukları çatışmalarda kullanmama ve çocuk militanların salıverilmesine dair verdiği sözleri hala yerine getirmiyor" ifadeleri kullanıldı.

– Ortadoğu ve Afrika’da çocuk savaşçıların kullanımına ilişkin rapor

"Çocuk Asker Kullanımını Durdurun Koalisyonu"nun 2008 küresel raporunda, "PKK’nın 18 yaş altındaki savaşçı sayısı net olarak bilinmiyor. PKK’nın 1994’ten beri çocukları kullandığı, terör örgütü içinde 1998’de 3 bin çocuğun silah altında olduğu, yüzde 10’undan fazlasının kız olduğu ve Türkiye’nin güneydoğusunda faaliyet göstermek için Irak’taki kamplarda bulunduklarına inanılıyor" değerlendirmesi yapılıyor.

Amman Konferansı bağlamında hazırlanan Ortadoğu ve Afrika’da çocuk savaşçıların kullanımına ilişkin raporda, 17 çocuğun PKK’nın Türkiye’nin güneydoğusundaki kamplara katılmadan önce İsveç’teki askeri eğitim yaz kampına davet edildiği ve çocukların çoğunun geri dönmediği kaydediliyor.

PKK içinde 10 bine yakın aktif çocuk savaşçı bulunduğu bildirilen rapora göre, terör örgütü PKK, 1990’da aldığı "çocukları silah altına kabul etmeyeceğine" dair kararını 1994’te değiştirdi ve bünyesine kattığı çocuk sayısını artırarak, bunlardan özel silahlı çocuk birlikleri oluşturdu.

– Çocuk taburu

BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (UNCHR) "Refworld" adlı veri tabanından yararlanılarak hazırlanan "Çocuk Askerler Küresel Raporu 2001"in Türkiye bölümüne göre ise PKK’nın, 18 yaş altı çocukları silah altında kullandığının bilindiği belirtilerek, şu ifadeler kaydedildi:

"PKK saflarında, 1998’de 3 bin çocuk yer alıyordu. PKK, 1994’te sistematik şekilde fazla çocuk kullanmaya başladı. Hatta örgüt, çocuk alayları tertip etti, 3 bölükten oluşan ‘Tabura Zaroken Şehit Agit’ adlı çocuk taburunun, teoride, yaşları 8 ila 12 arasında değişen 5 çocuktan oluşan komite tarafından idare edilmesi kararlaştırıldı. PKK, hem kız hem de erkek çocukları silah altına aldı. Örgüt, 1998’de, yüzde 10’dan fazlası kızlardan oluşan 3 binden fazla çocuğu saflarına kattı. PKK içinde yer alan en küçük çocuğun 7 yaşında olduğu tespit edildi."

– Örgüt Avrupalı Kürtlerin çocuklarını da kaçırıyor

Fransa’da PKK’nın güney Fransa’daki Larzac Kamp’ında ve "Kültür dernekleri" üzerinden çocuklara örgüt propagandası yapıldığı, kamptaki yarı askeri eğitimde başarılı olan gençlerin, İran sınırındaki nihai askeri eğitimin ardından ön saflarda savaşa sürüldüğü belirtiliyor.

PKK’nın Almanya’daki Ostwestfalen-Lippe bölgesinde yürüttüğü faaliyetleri soruşturan Bielefeld kenti polisi, şantaj ve tehditle para toplama, uyuşturucu kaçakçılığının yanı sıra çocuk ve gençlerin, birkaç günlük "siyasi kurslara" katılmaya zorlanarak kandırıldığını belirlediklerini açıkladı.

CIA DOSYASI : 6-7 Eylül vakaları ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA gizli belgelerinde

ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın ( ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA ) gizlilik zamanı dolan belgeleri arasında 6-7 Eylül olaylarının ertesi günü 8 Eylül 1955’te olayın sıcaklığı henüz kaybolmadan yazılan ve "Merkezi İstihbarat Bülteni"nde yayınlanan bir yorum bulunuyor . Belgede şu ifadelere yer veriliyor:

Başkent Ankara hükümeti komünist müdahalesi için kanıt arıyor. İstanbul başkonsolosunun gözlemlerine göre polis boş boş geziyor ya da dükkânları yağmalayan kalabalığı alkışlıyor. Ancak akabinda tanklı birlikler düzeni tekrardan sağladı.
Ayaklanmalar başlangıcından bu yana açıkça iyi bir biçimde planlanmış ve organize edilmiştir. İki olasılık var: Komünistler ve Hükümet. Türkiye’de komünist örgütlenme sayısal manada zayıf olması dolayısıyla ayaklanmayı üretiyor olabilme açısından dışarıda kaldı. Bu Hükümeti bir mantığa uygun olasılık olarak bıraktı.

İstanbul Valisi’ne önceden haber verilmiş ve olduğunda başka yere bakması söylenmiş. Vali gösterilerin denetim edilemez hale gelebileceğine işaret ederek protesto etmiş, fakat hükümsüz kılınarak plan yürürlüğe konuldu.

MK ULTRA PROJECT /// VİDEO : Things they don’t want you to know organized gang stalking

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=EOuLiP6Vkgo&feature=youtu.be

SELAM TEVHİD ÖRGÜTÜ DOSYASI /// NAZLI ILICAK : Avcı, Selâm Tevhid ve muta nikâhı

Gazetemiz yazarlarından Gültekin Avcı gözaltına alındı. Selâm Tevhid dosyası dolayısıyla, terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyor. Selâm Tevhid dosyası, İran ajanlarının Türk yetkililerle ilişkilerini ortaya koyan bir soruşturma. Ajanların, bazı siyasetçilerin en yakınına kadar sızdığı ileri sürülüyor. Çok ciddi iddialar vardı ama dosya kapatıldı. İran ajanları deşifre oldu ve kendi ülkelerine kaçtı.

HSYK 2. Dairesi, sadece müfettiş raporuyla, savunmalarını almadan Selâm Tevhid soruşturmasında dinleme kararlarını veren 49 hâkim ve savcıyı görevden uzaklaştırdı. Bu 49 yargı mensubu “49’lar Platformu” (@49larplatformu) adı altında örgütlendiler. Kurdukları siteden ve Twitter hesabından, yargıya vurulan darbeleri her gün anlatmaya çalışıyorlar.

Hırsızların değil hırsızları takip edenlerin, casusların değil casusları izleyenlerin, silah sevkiyatını yapanların değil bu silahları ele geçirenlerin suçlandığı, bütün değerlerin tepetaklak edildiği bir Türkiye’de yaşıyoruz. Konuları sütununda derinlemesine irdeleyen, Tahşiye’den yargılanan Hidayet Karaca’nın avukatlığını üstlenen, Selâm Tevhid Örgütü soruşturması hakkında defalarca yazı yazan Gültekin Avcı’nın, cadı avından nasiplenmesi bekleniyordu. Zaten tetikçi de haberini vermişti. Beklenen oldu…

Avukatının açıklamasına göre Gültekin Avcı, henüz Selam Tevhid/Kudüs Ordusu soruşturması başlamadan, 2013 yılının Eylül ve Ekim aylarında yazdığı “İstihbarat-muta-Acem” konularıyla ilgili 4 adet ve soruşturma başladıktan sonra, 2014 yılında kaleme aldığı 3 adet köşe yazısı yüzünden gözaltında. Kamuoyunda bir algı çalışması yaptığı, muhtemel bir operasyonda şüphelilere yüklenmesi düşünülen muta suçlamalarıyla ilgili kamuoyunu şekillendirdiği ileri sürülüyor.

Merak ettim, özellikle Selâm Tevhid operasyonundan önce, Eylül ve Ekim (2013) aylarında, Gültekin Avcı’nın BUGÜN’de yayınlanan “suç unsuru!” yazılarına göz attım.

Şunları yazmış:

* “İstihbaratta kadın cazibesine dayalı operasyonlar bal tuzağı (honey trap) olarak bilinir. Bu işin şövalyesi MOSSAD İstihbarat Akademisi’dir… SAVAMA, Türkiye’de asrın istihbarat fırsatlarını yakaladı. Ciddiyetle ve rasyonelce bunu azami derecede değerlendiriyor. İran pasaportu verilen, ticaret veya turizm amaçlı Türkiye’ye gelen Acem hatunları sahada bal tuzağında. Bizim kritik noktadaki bürokratlarımız Acemler’in bal tuzağına karşı direnç gösterebiliyorlar mı?” (26 Eylül 2013)

* “…Biz istihbaratımızdan, devleti, 3 paralık Acem dilberlerine ve SAVAMA casuslarına karşı korumasını istiyoruz. Ülkemizin kalbinden Tahran’a canlı yayın yapmasınlar, istihbaratımızı bu kadar da ayağa düşürmesinler diyorum. Devletin tepesinde konuşulanlar, sanki İran’ın VEVAK (İran İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı) merkez ofisinde konuşulmuşçasına kolay sızmasın istiyorum.” (30 Eylül 2013)

* “Kadın cazibesine dayalı istihbari operasyonların şövalyesi MOSSAD iken, bugünün VEVAK’ı bal tuzakları konusunda MOSSAD’ı büyük ölçüde geride bıraktı. Pasdaran ve SAVAMA tarafından sevk ve idare edilen, özellikle Türkiye’de yoğun faaliyet gösteren Basij kadınları, bal tuzağında MOSSAD kadınlarını unutturdu. Bir ‘İslam ülkesi’ olan İran, istihbarat namına İslam hukukunca zina kabul edilen bir eyleme nasıl göz yumabiliyor? Muta nikâhıyla. Bilineceği üzere muta nikâhı, bir erkeğin rızası olan bir kadınla, bir ücret karşılığında, belirli bir süreliğine evlenmesidir. Şahide bile gerek yoktur. Acem yetkilileri misafirlerine muta namıyla kadın ayarlarken bunları kuşkusuz misafire haz ikramkârlığıyla yapmıyorlar. Acem istihbaratınca kayda alınan tüm muta eylemleri, zamanı geldiğinde kullanılmak üzere Pasdaran arşivlerinde yerini alıyor.” (7 Ekim 2013)

* “Peki, VEVAK/Pasdaran muta arşivlerinde saklanan görüntülerde kimler var? Kendi ülkesinde Acem oltasına takılan ve kayıtları Pasdaran’a intikal eden, angaje olan bürokrat ve siyasiler dışında… İran ve Suriye gezilerinde muta macerasına girenlere bakalım:

– Mutadan istifade eden bazı devlet adamları.

– Siyasiler ve kritik nokta bürokratları.

– İş dünyasının önemli simaları.

Zaman ve zemine göre azami istifadeyle kullanılacağı an geldiğinde arşivden çıkar ve misyonunu ifa eder.” (10 Ekim 2013)

***

Gültekin Avcı, “Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının haklılığı üzerinde durmak, Acem/İran düşmanlığını örgüt tabanına aktarmak, İran tarafından gelecek bir tehlikeyi sürekli pompalamak ve Türkiye çıkarlarından daha çok, üst akılın menfaatine uygun hareket etmek” isnatlarıyla karşı karşıya.

Bu ne biçim iş! Tayyip Erdoğan, sürekli Batı’daki üst akıldan, MOSSAD ve CIA’den söz etmiyor mu? Türkiye’de MOSSAD ve CIA ajanları varsa ve bu konuda uyarılar yapmak meşru sayılıyorsa, niçin İran ajanlarından ve SAVAMA/VEVAK’ın kullandığı yöntemlerden biri olan muta nikâhından bahsetmek suç sayılsın? Bu iddiaları dile getirenler niçin “terör örgütü üyesi” sıfatıyla devlet düşmanı ilân edilsin?
Gültekin Avcı’nın gözaltına alınması, muta nikâhı yazılarından rahatsızlık duyulması, gerçekten bu yöntemle Türkiye’nin kılcal damarlarına sızıldığı iddialarını ciddiye almamıza yol açıyor. Aslında Selâm Tevhid dosyasında muta nikâhıyla ilgili bir suçlamaya rastlamadım. Ama demek, soruşturma devam edebilseydi, bu şekilde kıyılan bazı nikâhlar ortaya çıkabilecekti.

Gültekin Avcı hakkındaki soruşturma, İran’ı bir tehdit olarak görmeyi, bu ülkenin, muta nikâhı vasıtasıyla istihbarat topladığını ileri sürmeyi, terör örgütü üyeliğiyle eşdeğer tutuyor. İyiden iyiye merak etmeye başladım… Acaba hangi bürokratlar ya da siyasetçiler Acemler’in bu bal tuzağına düştüler?

Hasan Cemal haklı

“Akan kanın sorumlusu saraydaki sultan” başlıklı yazısı yüzünden Hasan Cemal hakkında soruşturma başlatıldı. Muhtemelen Cumhurbaşkanı’na hakaretle suçlanacak. Ama malûm Türkiye’de, hakaret suçu birdenbire “hükümete karşı darbe” fiiline, hatta “terör eylemine” dönüşebiliyor. Artık savcıların insafına kalmış.

Hasan Cemal’in yazısında hiçbir hakaret unsuru yok. Bir ülkede terör eylemleri yaygınlaşmış ve önü alınamıyorsa, tabii ki bunun sorumlusu siyasi yetkililerdir. Özellikle, Tayyip Erdoğan gibi ülkenin kaderine hâkim olan biri, sorumlular listesinde en baş sırada yerini alır. Hasan Cemal ne diyor? Hükümeti kurdurmadınız. Meclis çoğunluğunun muhalefetin elinde olması Ak Saray için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Zira o çoğunluk, hesap sorulmasının önünü açabilirdi. Belki AK Parti yeniden tek başına iktidar olabilir hesabıyla seçimleri yenileme kararı verdiniz.

Burada hangi iddia yalan!!! Tayyip Erdoğan hükümet kurulmasın diye uğraşmadı mı? AK Parti azınlıkta olduğuna göre, Meclis çoğunluğu yolsuzluk dosyalarını yeniden gündeme almayacak mıydı? Proje mahkemeleri kaldırmayacak mıydı? Bağımsız hâkimler ya Rıza Sarraf başta olmak üzere eski defterleri açsalardı! Bunların hangisi yalan!!! Ve nerede hakaret!!!

Herkes seçime kimin götürdüğünü biliyor. Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu’nu bile görevlendirmedi. Ve zaten Ahmet Davutoğlu, CHP’ye sadece 3 aylık bir seçim hükümeti önerisinde bulundu.

Hasan Cemal davasından hiçbir şey çıkmaz. Keskin sirke sadece küpüne zarar verir.

HRANT DİNK DOSYASI : ‘İstanbul Emniyeti suikasttan haberdardı’

Hrant Dink davasında Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Yardımcısı ifade verdi. İfadesinde suikastla ilgili belge olduğunu ve İstanbul’a belgenin gönderildiğini belirtti

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katledilmesiyle ilgili davada Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Yardımcısı Ercan Demir de ifade verdi.

Demir ifadesinde, cinayet zanlısı Ogün Samast’ı azmettirdiği gerekçesiyle tutuklu bulunan Erhan Tuncel’in polis memuru Muhittin Zenit’in talebi doğrultusunda haber elemanı yapıldığını belirtti. Kendisinin de bu talebi Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç’e aktardığını, olumlu kanaat oluşmasından dolayı dönemin İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun’un da bu kararı onayladığını söyledi.

Belgelerle suikast

Demir, Dink cinayeti ile ilgili olarak İstanbul’u 17 Şubat 2006 tarih ve 027246 sayılı resmi yazıyla uyardıklarını belirtti. Söz konusu belgede Dink’e yönelik muhtemel bir eylemle ilgili bütün bilgilerin olduğunu söyleyen Demir, Tuncel’i muhbir olarak kullanan polis memuru Muhittin Zenit tarafından hazırlandığını belirtti. Demir ayrıca, resmi yazının ardından Trabzon’da görevli Özkan Mumcu’nun İstanbul İstihbarat Şube’de çalışan Volkan Altunbulak ile temasa geçtiğini söyledi.

Belgede yer alan “Hrant Dink’e yönelik ses getirici bir eylem yapılacağı” ibaresinin ‘yumurta, domates atmak ve boya sıkmak’ olarak değerlendirilmesine de karşı çıkan Demir, istihbarat dilinde ‘ses getirici eylem’ ile ‘ne pahasına olursa olsun öldürülecek’ ibarelerinin aynı manayı taşıdığının altını çizdi. Bu kapsamda İstanbul’a gönderilen yazının bir nevi suikast ihbarı olduğuna vurgu yaptı.

Sendika.Org

ARAŞTIRMA DOSYASI /// KORAY KAMACI : Kripto Gazeteciler Ve Terör Olayları

Koray KAMACI

Günümüzde yaşanan olayları görüp, bunları yazan ve yorumlayan gazeteci müsvettelerine bakınca utanıyorum. Bir insan nasıl olur da bu kadar da Devlet ve Millet düşmanı olur anlamıyorum. Bu Ülkede bazı Kripto gazeteciler var. Menşei farklı olanlardan! ABD’de rotasyona alındıktan sonra birden yıldızları parlatılan ve onun bunun adamı olan gazetecilerden bahsediyorum. Bunlar dönem adamı bile olamaz. Çünkü Kıbleleri Washington’dur onların. Abdestlerini de Tel-Aviv’de alırlar. Bazıları hakkında öyle bilgiler var ki okudukça kahroluyorum. Bu gazeteci kisvelerine inanan insanları da anlamak mümkün değil. Yani ABD’ye gidip de dil veya sözde master yapma bahanesi ile orada CIA ve bazı düşünce kuruluşları ile irtibata geçip rotasyona alınan gazetecileri çok iyi biliyoruz. Bunlar orada birilerinden emir alıp Türkiye’ye gelerek, yeri geldiğinde Ordu düşmanlığı, yeri geldiğinde de Devlet düşmanlığı yaparak ortalığı karıştırmaya çalışan insanlardır. Bu sözde gazeteci tayfası, yalan konusunda da çok maharetlidirler. Bu arada bunların ABD’de aldığı en sağlam eğitim Psikolojik Harp tekniğidir. Bu gazeteciler günümüzde iyice artmış durumdadır. 90’lı yıllarda bunların esamesi bile okunmazken, son zamanlarda birileri tarafından parlatılıp cilalatıldıktan sonra ortaya çıkarılmaya başlanmışlardır. Bu zavallı sözde gazetecilik yapan tetikçi tayfa, Terör olaylarında Pkk ve uzantıları hariç herkesi suçlu görüyorlar. Bunlar yalan haber yapma ve hedef göstermede ve de tetikçi gibi kalem oynatmakta epey maharetlidirler.

Bu Kripto gazeteciler bu aralar o kadar çok aktif hale geçirildi ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarının yıpratılıp pasifize edilmesi için operasyon düğmesine basanlar tarafından iyice kullanılmaya başlandılar. Bu savaşın adı CIA raporlarında da geçen ‘’Karanlık Savaş’’ adlı bir yıpratma savaşıdır. Devlet’in en önemli kurumu olan ve Devlet refleksini üstünde en iyi taşıyan kurum olan Ordu’da bu süreç başlatıldı. Psikolojik Harbi Ordu üzerinde piyon gazeteciler ile sürdürdüler. Şimdiler de ise Pkk’yı aklama paklama derdine düşüp, siyasi uzantısını da sözde barış güvercini gibi göstermeye çalışıyorlar ama yemezler!

Benim güvenlik kuvvetlerim Pkk ile mücadele ederken moral yerine, onları hedef gösterenler benim kardeşim veya Vatanperver olamaz… Bunlar Almanya’dan, ABD’den ve dahi Tel-Aviv’den emir alıp ülkemde milli olan ne varsa düşmanlık yapıyor.

Ayrıca özellikle baktığımız zaman muhalefette de bu konuda akıl tutulması yaşanıyor. Pkk ile mücadele eden askerlerimize ve polislerimize suç duyurusunda bulunacak kadar haysiyetsiz olan Milletvekillerini de Allah’a ve bu milletin vicdanına havale ediyorum. Yine bu da yetmezmiş gibi sosyal medyada emniyet kuvvetlerimizi zalim suçlu gibi gösterenler de kime hizmet ettiklerini belli ediyor. Kim hangi safta ortaya çıkıyor.

Bugünlerde yapılan operasyonlarda askerlerimizin ve emniyet kuvvetlerimizin göstermiş olduğu kahra- manlıkları ve başarıları dolayısı ile hepsini yürekten kutluyorum. Rabbim her daim yar ve yardımcıları olsun. Bölge halkı da artık Pkk’ya karşı net bir tavır alsın. Terör örgütünü Gerilla diye değil Pkk diye tanımlayarak bu tavır konusunda başlangıç yapabilir.

Ayrıca son olarak belirtmem gereken önemli bir husus daha var. Malum operasyonlar artarak devam ederken sosyal medya da asılsız paylaşımlar ve halkı kin ve nefrete yöneltecek kardeşliği zedeleyecek bilinçli eller tarafından bazı paylaşımlar ortaya çıkmaktadır. Bu konuda son derece dikkatli olmakta fayda vardır. Şuan yabancı istihbarat elemanlarının tam istediği bir ortam var. Böyle zamanlarda psikolojik istihbaratın kara propaganda ayağını devreye sokmak için uğraşırlar… Dikkat etmek lazım! Bölgedeki bazı cemaat ve tarikatlarında halkı Terör örgütüne karşı bilinçlendirmesi lazımdır. Doğu ve Güneydoğu illerimiz de çok önemli Tarikatlar bulunmaktadır. Bu tarikat önderleri bu konuda bir nevi sivil toplum örgütü gibi çalışıp Terör konusunda oradaki halkı bilinçlendirmelidir. Pkk konusunda uyarı yapmalıdır. Tam da böyle bir zamanda kendi kabuğuna çekilmemelidirler. Bu hususta umarım yazımız bir nebze de olsa gerekli yerlere gider…

Ve son söz: ”Sadece Terörist ile mücadele değil, Terör ile de mücadele etmeliyiz.”

PKK DOSYASI : Yabancı gazetecileri kim durduracak ? /// ÇÖZÜM SINIRDIŞI EDİLMELİDİRLER

Yabancı istihbarat servisleri artık ajan göndermek yerine dernek, vakıf, şirket ve medyayı kullanarak hem bilgi topluyorlar hem de hedefledikleri ülkelerde karışıklık çıkarıyorlar. Daha önceki yazılarımda STK’lar ve medyanın istihbari faaliyetleri hakkında bilgiler vermiştim. Bu grubun içinde olan yabancı serbest gazetecileri önemine ve tehlikesine binaen tekrar yazmak gerekiyor.

Bir haber sitesi düşünün. Sadece 400 abonesi var ama en az 75 tane serbest (freelance) gazeteci çalıştırıyor. Globalpost.com’dan bahsediyorum. Bu site aynı zamanda IŞİD’in kafasını keserek katlettiği serbest gazeteci James Foley’in de işvereni (Foley, daha önce Amerikan ordusuna ait Stars and Stripes’ın muhabiriydi). Yıllarca Diyarbakır’da yaşayıp PKK’nın silah bırakmaması için yazılar yazan ve Türkiye aleyhinde propaganda yapan Frederike Geerdink de Globalpost.com için yazardı. En son yazısında Türk ordusunun sivilleri vurduğunu yazmıştı.

Vice News de Globalpost gibi bir haber sitesi. Rupert Murdoch ve diğer batılı medya organları şu ana kadar siteye 330 milyon dolar yatırım yaptı. Vice News için haber yaparken tutuklanıp sınır dışı edilen Jake Hanrahan ve Philip Pendlebury için”ajan” denildiğinde ortalığı ayağa kaldırmışlardı. Jakehanrahan.com’a girin ve “The PKK’s Guerrilla Youth” başlıklı videoyu izleyin. Video Cizre’deki YDG-H yapılanmasını konu alıyor. Şubat ayında çekilmesine rağmen bugünün izlerini görebiliyorsunuz. Videoda YDG-H’lilere iç savaşla ilgili sorular sorularak adeta eşeğin aklına karpuz kabuğu getiriliyor. Oysa o günlerde çözüm süreci devam ediyordu ve kimse iç savaştan bahsetmiyordu. Eğer söz konusu videoyu izleyen bir yabancıysanız Türkiye’den nefret edip PKK’yı ve YDG-H’yi özgürlük kahramanları olarak görme ihtimaliniz yüzde 100’dür. Bir de Vice News’e girip Türkiye ile ilgili araştırma yapın. Bir tane olumlu haber bulamazsınız. Son Cizre olaylarında dünyaya PKK propagandası yapan serbest (!) gazeteci ise Matthieu Delmas isminde bir Fransızdı.

Türkiye şu anda dünyada en çok serbest gazetecinin olduğu ülkelerden biri. Paydesk.co sitesi 1500’den fazla serbest gazeteciyle kontak kurulması için kurulmuş bir site. Bu gazetecilerden 28’i Türkiye’de bulunuyor. Bu rakam ABD hariç dünyada 2. sırada olmak demek. Kaldı ki listede şahsen bildiğim sadece bir gazeteci var. Dolayısıyla ülke genelinde birkaç yüz tane serbest gazeteci olmalı.

Devletlerin artık şunu görmesi gerekiyor; (Serbest) gazeteciliğin misyonu ve hareket alanı artık istihbarat örgütlerince kullanılıyor. Nerdeyse hiçbir geliri olmayan haber sitelerinin onlarca gazeteci çalıştırması başka türlü izah edilemez. Haber başına para alarak geçinmek mümkün değildir. Serbest gazeteci olan birisi para kazanamamasına rağmen hâlâ bu işi sürdürüyorsa başkaları tarafından finanse ediliyor demektir. Bu finansmanı da istihbarat örgütleri veya onlarla bağlantılı müesseseler yapıyor.

Hükümet bu gazetecilerle ilgili ne gibi tedbirler alıyor bilmiyorum ama Putin yeni bir kanun çıkarak Rusya aleyhine çalışanları sınırdışı ederek soruna çözüm buldu. Eğer Putin’in yaptığı otoriterlikse o zaman Batının uğruna devrim yaparak Ukrayna’nın başına getirdiği Mihail Poroşenko gibi de yapılabilir. Poroşenko ülkenin güvenliği ve egemenliği için tehdit saydığı 41 gazeteciyi sınırdışı etti. Aralarında 3 BBC çalışanının yanısıra Die Zeit ve El Pais gibi batılı gazetelerden gazeteciler de var.

Türk ve yabancı basını hayvani bir özgürlüğün peşinde. İstediği her suçu işleyip hiçbir hesap vermeyecekleri bir özgürlük bu… Hükümet “basın özgürlüğü” yaygaralarına kapılmadan yabancı (serbest) gazetecileri akreditasyon yoluyla kontrol altında tutmalı. Eğer onların medya özgürlüğü maskeli fitneci gazeteciliklerine bir sınır çizilmezse yakında ülkenin sınırlarını yeniden çizmeyi tartışacağız. Ortadoğu’yu da Arap Lawrence yüzünden kaybetmemiş miydik?

MİT DOSYASI : Almanya’da yargılanan MİT’çiler Türkiye’yi 7. ülke olarak mı ekletecek ?

Almanya’da MİT ajanlığı faaliyetlerinde bulunmak suçlamasıyla yargılanmasına devam edilen Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın eski danışmanı AK Partili Muhammed Taha Gergerlioğlu ve elemanlarının casusluk eylemleri, Alman iç istihbarat teşkilatı Federal Anayasayı Koruma Örgütü’nün 2014 senesinde yürürlüğe koyduğu “360 derece çalışması” sayesinde ortaya çıkarıldı.

Gergerlioğlu yüzünden Türkiye’nin gelecek yılki istihbarat raporunda ajanlık faaliyetleri açıkça zikredilen 6 ülkeyle birlikte kaydedilmesi, dolayısıyla kamuoyuna açıklanan yazılı raporlarda yer alması söz konusu. “MİT’in gezgin yönetici elemanı” sıfatıyla hakkında ağır suçlamalarda bulunulan Gergerlioğlu davasına bu zaviyeden bakmakta fayda var. Mesele birkaç şahısla sınırlı değil, bizzat koskoca Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarı söz konusu.

Neyi kastettiğimi açıklayayım. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’ye bağlı İstihbarat Teşkilatı’nın 2014 yılı raporunda Almanya’da casusluk eylemleri yaptıkları gerekçesiyle isimleri, yöntemleri ve faaliyetleri açıkça zikredilen 6 ülke yer alıyor. İlk kategoride (ve öncelikli takip altında olan) sırasıyla Rusya, Çin ve İran bulunuyor. ‘Diğer devletler’ başlığı altında ise yine takip sırasına göre Kuzey Kore, Pakistan ve Suriye (rejimi) gibi ülkelerin kayda geçirildiği gösteriliyor. Bu ülkelerin arasına Gergerlioğlu yüzünden Türkiye’nin de alındığını düşününüz! Aslında Gergerlioğlu sadece bir figür. “MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Almanya’daki vekili” olarak tanımlanan bu şahsa değil, asıl Erdoğan’ın “sır küpüm” dediği Fidan’a bakmak gerekiyor. Yani Türkiye eğer raporda 7’inci ülke olarak anıldığı takdirde bunun sorumlusu elbette ki Hakan Fidan olacak.

Yukarıda isimleri sıralanan ülkelerle ilgili dikkatinizi çeken nedir? Hiçbirinde demokrasi yok. Otokrasi, totalitarizm, despotizm, diktatörlük gibi yönetimlerle tarif ediliyorlar. Yabancı istihbarat örgütlerinin büyük paralar harcamak suretiyle casusluk faaliyetlerinde bulunduklarını anlatan raporda geçen şu ifade ise Gergerlioğlu’nun eylemleriyle örtüşmesi bakımından dikkat çekiyor: “Bunların diğer bir araştırma alanları da ülkelerindeki sisteme muhalif gruplardır.” (S.140). Gergerlioğlu ve iki elemanının (Göksel Güler, Ahmet Duran Yüksel) yargılandığı davanın üçüncü duruşmasında üçlünün “E-mail yazışmaları, SKYPE, Viber, Tango bağlantıları üzerinden 20 bin 700 görüşme yaptıkları, kayda geçirilen bu içeriklerden ise toplam 3 bin 300 sayfalık doküman oluşturulduğu” açıklandı. Ayrıca, Gergerlioğlu’nun şahsi telefonundan ise bazıları ‘gizli’ ibareli olmak üzere 300 belge çıktığı belirtildi.

İlgili duruşmada şahit olarak ifade veren Eyalet Kriminal Dairesi Komiseri Steffen Blasius, “Gergerlioğlu’nun bir yazışmasında, “Bunları MİT bilmeli”, “YİM’deki her şey MİT’te değerlendiriliyor” diye yazdığını, diğerinde ise “MİT, IŞİD’e sızdı. Yabancı istihbaratlar deşifre etti.”, “PKK silahlanıyor. Endişe etmeyin IŞİD’e karşı kullanacaklar.” şeklinde ifadeler kullandığını, bir WhatsUp görüşmesinde ise, “İsmail El Buti isimli bir şahsa 500 Milyon Dolar verilmesi” ve “İsviçre bankalarına vekâlet verilmesi” dediğini” açıkladı. Gergerlioğlu’nun incelenen elektronik posta adresinde ise ‘Recep Tayyip Erdoğan’a verilmek üzere’ yazılı notlar bulunduğunu aktardı.

Diğer bir tanığın ifadelerine göre ise Gergerlioğlu’nun telefonunda bulunan ‘dosyalarda’ ise şu bilgiler yer aldı: “Türkiye’deki emniyet teşkilatına gönderilen resmi ihbar ve şikâyet yazıları ile ‘çok gizli’ ibareli yazışmalar, İstanbul savcısına ‘tehdit var’ notlu ihbar mektubu ve gazeteci tutuklatma yazısı, görevden alınacak polislerin isimleri, aralarında El Kaide’nin de bulunduğu çeşitli örgütlere mensup olduğu iddia edilen kişilere ait isim listesi, ‘İsrail-İstanbul silah ticareti’, çeşitli gençlik örgütlerinin isim listeleri, Erbil’deki Kürtlerle yazışmalar, valilik, emniyet, jandarma ve TEM’e gönderilen yazılar.” Devam edeceğiz.