Günlük arşivler: 20 Eylül 2015

İLGİNÇ VİDEOLAR /// Üç Dolarlık Hayat

VİDEO LİNK :

https://www.youtube.com/watch?v=MMhAhbj1nd8&feature=em-uploademail

İRAN DOSYASI : Hangi Siyasetçiler İran’ın Muta Tuzağına Düştü de Avcı Gözaltında ?

Tayyip Erdoğan, sürekli Batı’daki üst akıldan, MOSSAD ve CIA’den söz etmiyor mu?.. Niçin İran ajanlarından ve SAVAMA/VEVAK’ın kullandığı yöntemlerden biri olan muta nikâhından bahsetmek suç sayılsın?

Gültekin Avcı’nın gözaltına alınması ve Avcı’ya yöneltilen iddiaları değerlendiren Bugün yazarı Nazlı Ilıcak, "Gültekin Avcı hakkındaki soruşturma, İran’ı bir tehdit olarak görmeyi, bu ülkenin, muta nikâhı vasıtasıyla istihbarat topladığını ileri sürmeyi, terör örgütü üyeliğiyle eşdeğer tutuyor. İyiden iyiye merak etmeye başladım… Acaba hangi bürokratlar ya da siyasetçiler Acemler’in bu bal tuzağına düştüler?" dedi.

Ilıcak’ın yazısının ilgili bölümü:

Avcı, Selâm Tevhid ve Muta Nikâhı

Gazetemiz yazarlarından Gültekin Avcı gözaltına alındı. Selâm Tevhid dosyası dolayısıyla, terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyor. Selâm Tevhid dosyası, İran ajanlarının Türk yetkililerle ilişkilerini ortaya koyan bir soruşturma. Ajanların, bazı siyasetçilerin en yakınına kadar sızdığı ileri sürülüyor. Çok ciddi iddialar vardı ama dosya kapatıldı. İran ajanları deşifre oldu ve kendi ülkelerine kaçtı.

HSYK 2. Dairesi, sadece müfettiş raporuyla, savunmalarını almadan Selâm Tevhid soruşturmasında dinleme kararlarını veren 49 hâkim ve savcıyı görevden uzaklaştırdı. Bu 49 yargı mensubu “49’lar Platformu” (@49larplatformu) adı altında örgütlendiler. Kurdukları siteden ve Twitter hesabından, yargıya vurulan darbeleri her gün anlatmaya çalışıyorlar.

Hırsızların değil hırsızları takip edenlerin, casusların değil casusları izleyenlerin, silah sevkiyatını yapanların değil bu silahları ele geçirenlerin suçlandığı, bütün değerlerin tepetaklak edildiği bir Türkiye’de yaşıyoruz. Konuları sütununda derinlemesine irdeleyen, Tahşiye’den yargılanan Hidayet Karaca’nın avukatlığını üstlenen, Selâm Tevhid Örgütü soruşturması hakkında defalarca yazı yazan Gültekin Avcı’nın, cadı avından nasiplenmesi bekleniyordu. Zaten tetikçi de haberini vermişti. Beklenen oldu…

Avukatının açıklamasına göre Gültekin Avcı, henüz Selam Tevhid/Kudüs Ordusu soruşturması başlamadan, 2013 yılının Eylül ve Ekim aylarında yazdığı “İstihbarat-muta-Acem” konularıyla ilgili 4 adet ve soruşturma başladıktan sonra, 2014 yılında kaleme aldığı 3 adet köşe yazısı yüzünden gözaltında. Kamuoyunda bir algı çalışması yaptığı, muhtemel bir operasyonda şüphelilere yüklenmesi düşünülen muta suçlamalarıyla ilgili kamuoyunu şekillendirdiği ileri sürülüyor.

Merak ettim, özellikle Selâm Tevhid operasyonundan önce, Eylül ve Ekim (2013) aylarında, Gültekin Avcı’nın BUGÜN’de yayınlanan “suç unsuru!” yazılarına göz attım.

Şunları yazmış:

* “İstihbaratta kadın cazibesine dayalı operasyonlar bal tuzağı (honey trap) olarak bilinir. Bu işin şövalyesi MOSSAD İstihbarat Akademisi’dir… SAVAMA, Türkiye‘de asrın istihbarat fırsatlarını yakaladı. Ciddiyetle ve rasyonelce bunu azami derecede değerlendiriyor. İran pasaportu verilen, ticaret veya turizm amaçlı Türkiye‘ye gelen Acem hatunları sahada bal tuzağında. Bizim kritik noktadaki bürokratlarımız Acemler’in bal tuzağına karşı direnç gösterebiliyorlar mı?” (26 Eylül 2013)

* “…Biz istihbaratımızdan, devleti, 3 paralık Acem dilberlerine ve SAVAMA casuslarına karşı korumasını istiyoruz. Ülkemizin kalbinden Tahran’a canlı yayın yapmasınlar, istihbaratımızı bu kadar da ayağa düşürmesinler diyorum. Devletin tepesinde konuşulanlar, sanki İran’ın VEVAK (İran İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı) merkez ofisinde konuşulmuşçasına kolay sızmasın istiyorum.” (30 Eylül 2013)

* “Kadın cazibesine dayalı istihbari operasyonların şövalyesi MOSSAD iken, bugünün VEVAK’ı bal tuzakları konusunda MOSSAD’ı büyük ölçüde geride bıraktı. Pasdaran ve SAVAMA tarafından sevk ve idare edilen, özellikle Türkiye‘de yoğun faaliyet gösteren Basij kadınları, bal tuzağında MOSSAD kadınlarını unutturdu. Bir ‘İslam ülkesi’ olan İran, istihbarat namına İslam hukukunca zina kabul edilen bir eyleme nasıl göz yumabiliyor? Muta nikâhıyla. Bilineceği üzere muta nikâhı, bir erkeğin rızası olan bir kadınla, bir ücret karşılığında, belirli bir süreliğine evlenmesidir. Şahide bile gerek yoktur. Acem yetkilileri misafirlerine muta namıyla kadın ayarlarken bunları kuşkusuz misafire haz ikramkârlığıyla yapmıyorlar. Acem istihbaratınca kayda alınan tüm muta eylemleri, zamanı geldiğinde kullanılmak üzere Pasdaran arşivlerinde yerini alıyor.” (7 Ekim 2013)

* “Peki, VEVAK/Pasdaran muta arşivlerinde saklanan görüntülerde kimler var? Kendi ülkesinde Acem oltasına takılan ve kayıtları Pasdaran’a intikal eden, angaje olan bürokrat ve siyasiler dışında… İran ve Suriye gezilerinde muta macerasına girenlere bakalım:

– Mutadan istifade eden bazı devlet adamları.

– Siyasiler ve kritik nokta bürokratları.

– İş dünyasının önemli simaları.

Zaman ve zemine göre azami istifadeyle kullanılacağı an geldiğinde arşivden çıkar ve misyonunu ifa eder.” (10 Ekim 2013)

***

Gültekin Avcı, “Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturmasının haklılığı üzerinde durmak, Acem/İran düşmanlığını örgüt tabanına aktarmak, İran tarafından gelecek bir tehlikeyi sürekli pompalamak ve Türkiye çıkarlarından daha çok, üst akılın menfaatine uygun hareket etmek” isnatlarıyla karşı karşıya.

Bu ne biçim iş! Tayyip Erdoğan, sürekli Batı’daki üst akıldan, MOSSAD ve CIA’den söz etmiyor mu? Türkiye’de MOSSAD ve CIA ajanları varsa ve bu konuda uyarılar yapmak meşru sayılıyorsa, niçin İran ajanlarından ve SAVAMA/VEVAK’ın kullandığı yöntemlerden biri olan muta nikâhından bahsetmek suç sayılsın? Bu iddiaları dile getirenler niçin “terör örgütü üyesi” sıfatıyla devlet düşmanı ilân edilsin?

Gültekin Avcı’nın gözaltına alınması, muta nikâhı yazılarından rahatsızlık duyulması, gerçekten bu yöntemle Türkiye’nin kılcal damarlarına sızıldığı iddialarını ciddiye almamıza yol açıyor. Aslında Selâm Tevhid dosyasında muta nikâhıyla ilgili bir suçlamaya rastlamadım. Ama demek, soruşturma devam edebilseydi, bu şekilde kıyılan bazı nikâhlar ortaya çıkabilecekti.

Gültekin Avcı hakkındaki soruşturma, İran’ı bir tehdit olarak görmeyi, bu ülkenin, muta nikâhı vasıtasıyla istihbarat topladığını ileri sürmeyi, terör örgütü üyeliğiyle eşdeğer tutuyor. İyiden iyiye merak etmeye başladım… Acaba hangi bürokratlar ya da siyasetçiler Acemler’in bu bal tuzağına düştüler?

EMNİYET DOSYASI : Özel harekat polisliği için 5 bin öğrenci alınacak

Polis Akademisi Başkanlığı, lisans mezunu 2014-2015 yılı KPSS P3 puan türünden en az 50 ve üzeri puan alanlardan, yalnızca özel harekat branşında polis memuru olarak yetiştirilmek üzere 5 bin erkek öğrenci alımı yapılacağını açıkladı.

Polis Akademisi Başkanlığının açıklamasına göre, kuruma bağlı Polis Meslek Eğitim Merkezlerine (POMEM), lisans mezunu 2014-2015 yılı KPSS’lerin birinden P3 puan türünden en az 50 ve üzeri puan alanlardan, POMEM Giriş Yönetmeliği’nde belirtilen diğer şartları taşımak kaydıyla, sadece Özel Harekat branşında polis memuru olarak yetiştirilmek üzere 5 bin erkek polis memuru öğrenci alımı yapılacak.

Sınavlarda başarı göstererek Polis Meslek Eğitim Merkezlerinde eğitim gören ve eğitim sonunda başarılı olan adayların, özel harekat branşında, özel harekat polis memuru olarak atamaları yapılacak.

Polis okulunda diğer polisler gibi eğitim göreceği belirtilen adayların, eğitime başvurmak için gerekli koşullar ise şöyle:

-"T.C. vatandaşı olmak, lisans mezunu veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmak,

-Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından lisans mezunları için yapılan 2014 ve 2015 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavlarının birinden P3 puan türünden en az 50 puan almış olmak,

-Emniyet Teşkilatı şehit ve vazife malullerinin eş ve çocukları için ise Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından lisans mezunları için yapılan 2014 ve 2015 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavlarının birinden P3 puan türünden en az 40 puan almış olmak, (Emniyet Teşkilatında çalışan veya Emniyet Teşkilatından emekli olanların eş ve çocukları bu kapsamda yer almamaktadır)

-18 yaşını tamamladıktan sonra yaptırılan yaş düzeltmelerinde, düzeltmeden önceki yaş dikkate alınmak şartıyla, sınavın yapıldığı yılın 31 Aralık tarihi itibariyle 30 yaşından gün almamış olmak (31 Aralık 1986 ve daha sonraki tarihlerde doğmuş olmak),

-Erkekler için 167 cm’den kısa boylu olmamak, beden kitle endeksi, 18 dahil ile 27 dahil arasında olmak, silah taşımaya veya silahlı görev yapmaya hukuki bir engeli bulunmamak, sağlık durumu yönünden, Sağlık Şartları Yönetmeliğinde belirlenen koşulları taşımak,

-Adayın kendisinin ve evli ise eşinin; kasten işlenen bir suçtan dolayı hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa dahi bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına mahkum olmamak,

-Affa uğramış veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, kaçakçılık veya cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan dolayı mahkum olmamak veya bu suçlardan dolayı devam etmekte olan bir soruşturma veya kovuşturma bulunmamak veya kovuşturması uzlaşma ile neticelenmemiş olmak,

-Adayın kendisinin ve evli ise eşinin; genelev, birleşme yeri, randevuevi, tek başına fuhuş yapılan konut ve benzeri yerlerde çalışmış veya aracılık ve bekleyicilik fiillerinde bulunmamış olmak, genel ahlak ve edebe aykırı mahiyette her türlü yazılı, sesli ve görüntülü eserleri, kaydedildiği materyale bakılmaksızın üretmek ve satmaktan veya kumar, uyuşturucu veya uyarıcı madde nedeniyle, hakkında herhangi bir adli veya idari soruşturma veya kovuşturma devam ediyor olmamak, bunlardan dolayı idari yaptırım uygulanmamak veya bu işler nedeniyle hüküm giymemiş olmak,

-Başvuru tarihinde herhangi bir siyasi partiye veya siyasi partilerin yan kuruluşlarına üye bulunmadığına dair yazılı beyan sunmak,

-Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanımı nedeniyle tedavi görmüş veya görüyor olmamak,

-Kamu haklarını kullanmaktan yoksun bırakılmış olmamak, Sağlık Yönetmeliği hükümleri hariç, polis eğitim kurumlarından çıkarılmamış olmak,

-Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması olumlu olmak."

Bu uygulamayla alınacak 5 bin kişinin, hem polislik eğitimini hem de özel harekatçı eğitimini birlikte alacağı, alıma ilişkin sınav takviminin Polis Akademisi Başkanlığının resmi internet sitesinden (www.pa.edu.tr) ilan edileceği belirtilerek, diğer kaynaklardan yapılan açıklamalara itibar edilmemesi istendi.

İSTİHBARAT DOSYASI /// E.DNZ. KUR.KD.ALB. HÜSEYİN VURAL : İSTİHBARAT FAALİYETLERİ

D U Y U R U – 2 7 & U Y U M A Y A L I M – U Y U T M A Y A L I M – U N U T M A Y A L I M

Daha evvel birkaç defa İstihbarat-Yıkıcı Faaliyetlerinden “HEDEF ANALİZİ” ile ilgili bilgilerden bahsetmiştim. Burada en önemli husus MEDYA ve İşbirlikçilerin Tespit edilmesi ve faaliyete geçirilip icabında Ülkelerine İHANET etmelerinin sağlanmasıydı.

Genç TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ nin kuruluş Felsefesine bakarsak ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ esas olmak üzere, İlke ve Devrimlerin korunması teşkil eder. Ve her fırsatta bu konuda yemin edilir. Dolayısile, gözbebeğimiz TSK mensupları her önemli görevlerde ve TBMM mensuplarıda seçildiklerinde Yemin ederler ve önemli KURUM’ lar bu yönde faaliyetlerini sürdürürler. Evvela 2. Cumhuriyetçiler adı altında bir takım Asker – Sivil kişiler ortaya çıkmış zamanla bu, Fethullahçı – Tarikatçı denilen kişilerin, İmamların Yönetime gelmesi ile devam etmiştir. TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ nin sosyal yapısı Labratuvar gibi incelenerek ABD – AB ve Sempatizanlarınca , ( CIA – MOSSAD ) ETNİK – DİNSEL bölünmelere uğramıştır. Bunun farkına varan kişilerde ustaca bir ERGENEKON safsatası yaratılarak gözaltına alınıp susturulmak istenmektedirler. Bu usta senaryo, EKONOMİK durumun kötüye gitmesile, yabancı uyruklu kişilerin Bakan yapılması ve Devletin en üst kademesinin işgali ve KADROLAŞMA ile devam etmektedir. Bu devletin Kurtarıcısı ve Kurucusu ULUÖNDER GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRKÜN “En büyük Eserim dediği 29 EKİM CUMHURİYETİN ilanı Kutlamasında, Çankaya’da verilen davette, Devrimlerine uymayan görüntüler olmuş, TSK mensupları davete icabet etmemiş, sıkma başlı biri ev sahibesi rolünü oynamış , velhasıl ABD – AB nin bir yerleri ile kıs güldükleri duruma gelinmiştir.

Daha da kötüsü, ATATÜRK’ ün kendisi ve TSK bütün hızıyla bu güruhun hedefinde olmakta ve türlü karalayıcı Propaganda – Provokasyon yapılmakta. Bütün millet TERÖR umacısıyla korkutulup, Bölünme bütün hızıyla desteklenmektedir. TÜRK MİLLETİ bu değildir.

Bu arada, MEDYA ne durumdadır ona bakalım. Yönetimdeki Din Bezirgânlarının, en son yaptıkları uygulama ile gazetelerin çoğu yandaş yapılmış, Cumhuriyet – Sözcü – Yeni Çağ – Vatan hariç, İmamların emrine girilmiştir. ( Mahalli gazeteler hariç – bilmiyorum ) ,

27 Ekim sabahı TV’ lerini açanlar, bütün Frekansların değiştiğini ve ve ilk sırada ABD – FOX olmak üzere Ne Te Ve – 24 – SES – S – 7 – 8 – Ü – A – STAR – TRT’ ler – CNN / TÜRK – SKY / TÜRK – HABER TÜRK – KANAL / TÜRK – KANAL / 1 ve yabancı – yerli – boş 57 kanalla karşılaşmışlardır. Bunların içinde seyredilecek “KANAL – B” kalmıştır.

KANAL BİZ – ULUSAL KANAL – AVRASYA – HALK TV, DİGİ TÜRK veya ÇANAK Sistemlerinde vardır. Bazılarının sahipleri gözaltındadır. Muhalefet kalmamıştır. TV’ leri her açtığınızda Kasımpaşalı Simit satıcısı ile karşılaşıyorsunuz. Terör – Ekonomi ( Varmış gibi ) Atıyor – Tutuyor. En iyisi TELEVİZYONLARI izlememek.

Bu arada bazı kanallarda yapılan Programlardan örnek vermek uygun olacak.

1- Bütün kanallarda güzel makyajlı hanımlar doldurulmuş, evlendiriyor, her konuda ahkam kesiyorlar. Hiç biri incir çekirdeğini doldurmuyor.

2- Bütün kanallar AKP nin borazanı hale gelmiştir.

3- Evvelden beri ABD ci ve Fethullahçı yayın Haber Türk te bir programda Gülay GÖKTÜRK – Cengiz ÇANDAR – Mehmet METİNET – Mümtaz TÜRKÖNE gibi karşıt görüşlülerin konuşmaları.

4- Kanal – 24 / Ortak AKIL adlı programda; Ali BAYRAMOĞLU – Oral ÇALIŞLAR – Etyen MAHÇUPYAN – Beri DEDEOĞLU’ nun Demokratik !!!!!!!!!!!!!!! Konuşmaları,

5- 29 Ekim CUMHURİYET BAYRAMI kutlamaları esnasında Haber TÜRK’ te Arap kirli Zaferin programına davet edilmiş olan TARAF gazetesi yazarlarından Kara Kuru suratlı bir kadının ATATÜRK’ ve yaptıklarına dil uzatarak, Osmanlı zamanını övmesi, böyle bir günde ne için çağrıldığını program sunucusu da herhalde anlamadı.

6- Gene Haber TÜRK’ te SÖZ SENDE Programında Alper GÖRMÜŞ adlı ince sesli Taraf gazetesi yazarının TSY’ ı hedef alan konuşmaları, Hep demokrasi ve Doğruları konuştuğunu ?????????????? Çok büyük hizmet yaptığını makyajlı hanıma anlatıyor.

Nedense Haber Türk, Taraf denilen gazetenin mensuplarına çok düşkün????????

7- STAR’ da çok eski Duayen ????? Yeşil kravatlı birinin, DÜNDAR soyadından paragöz olsa gerek, Mehmet EYMÜR adlı, hakiki vatan hainini överek, bizleri kandırmaya çalışması. Bu adam MİT’ te Kontr Espiyonaj ( İstihbarata Karşı Koyma ) Dairesi Başkanı iken TÜRKİYE; CIA – MOSSAD ajanları ile dolmuştur. CIA ve MOSSAD’ la yakın ilişki içinde olduğu ABD’ ye kaçarak orada 5 – 6 sene kalıp, kurduğu siteden TÜRKİYE’ ye ve çıktığı Kuruma KİN kusmasından bellidir. Kişilik olarak eski MİT mensubu Mason Mazhar EYMÜR’ ün oğlu olup, bu kişi TSK – CHP düşmanı, herkesi Komünist gören bir ABD yanlısıdır. Uğur DÜNDAR bunu kime pazarlamak istiyor acaba.

Kanımca Dünyada hiçbir Gizli Teşkilat bu tür adamları ÜLKEYE sokmaz.

8- Seyredilen Programlardan olan Komedi Dükkânı, birdenbire TRT – 1 re transfer oldu. Çünkü artık TRT’ ler seyredilmiyor. Bu kıymetli sanatçı durumunu bilmeli.

9- Mehmet Ali ERBİL evvelce Satılık TGRT olan şimdiki ABD – FOX Tv’ sine transfer oldu. Bol bol Allahın adını anarak, Arap şarkıları ile Milleti uyutuyor. Asenada, her gün uzun etekli Tuvaletle görevini yapıyor. M.A. Erbil, Bir de fakirlere yardım edip DUA alıyor.

10- Kanallarda çocuk filmleri revaçta, ilgililerin bunları dikkatle izleyip, altında ne gibi mesajlar veriliyor, tespit etmeleri gerekli.

11- NTV’ de Can DÜNDAR’ ın NEDEN Programında , Mustafa KARALİOĞLU – İsmet BERKAN – Sedat ERGİN – ve karşılarında Ali SİRMEN konuşuyor.

12- Can DÜNDAR denilen kişi Herkesin aynı fikirde olduğu, sinsice ATAMIZI küçük düşüren bir filmin yapıcısı oluyor. Tabii bu iyi oldu. Herkes onun ne olduğunu iyice anlamış oldu.

NETİCEDE ; Medya hemen hemen tümüyle ele geçirilmiş olup, Muhalif kimse kalmamıştır. İstedikleri PROPAGANDA VE PROVAKASYONU yapılabilirler.

Bütün kanallarda her türlü ESİP – GÜRLEYEBİLİRLER

H. Vural VURAL
( E ) Dz. Kur. Kd. Alb.

Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha Elîm ve daha Vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, İKTİDARA SAHİP OLANLAR GAFLET ve DALALET ve hatta HİYANET içinde bulunabilirler.


Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi,

VAZİFEN; TÜRK İSTİKLAL ve CUMHURİYETİNİ KURTARMAKTIR.
MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET, DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA, MEVCUTTUR…..


GAZİ M.K. ATATÜRK – 20 Ekim 1927.

EK -13 – HEDEF ANALZ.ppt

27 – DUYURU – 27.docx

ASRIN SİYASİ VE ASKERİ DEHASI MUSTAFA KEMAL ATATÜRK : HAYATI VE ŞAHSİYETİ

Cumhuriyet-067

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK: HAYATI VE ŞAHSİYETİ

Yirminci yüzyılın ilk yarısının sonuna gelindiğinde Mustafa Kemal Atatürk adı, bu yüzyıla şekil veren kişilerden biri olarak büyük önem kazanmıştı. O, can çekişmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nu, I. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğramış Merkezi Güçlerin bir unsuru olma statüsünden alarak, Türkiye Cumhuriyeti adı altında yeni ortaya çıkan demokratik bir devlet olarak dünya çapında tanınan bir varlık haline getirmeyi başarmıştı. Bundan elli yıl sonra, yirminci yüzyılın sonunda, halkının kendisinden bahsederken kullandığı Kemal Atatürk adı, bu yüzyıla şekil veren kişilerden biri olarak dünya sahnesinde hâlâ dikkatleri üzerine çekmekteydi. 9/11 Eylül’de Amerika’da meydana gelen olaylardan sonra dünya, Atatürk’ün politikalarını modernleşme, laikleşme ve globalleşme meseleleriyle boğuşan diğer devletler için de başvurulabilecek bir model olarak görmeye başladı. Bu çalışmada, Mustafa Kemal Atatürk’ün, derinden yaralanmış, şoke olmuş ve morali bozulmuş kendi halkını, nasıl yenilgiyi kabullenme bataklığından kurtardığını ve nasıl onlara I. Dünya Savaşı sonrasında kim olacakları ve ne olacakları konusunda karar vermeyi Paris Barış Konferansı’na ya da Milletler Meclisi’ne bırakmayarak, kendi kaderlerini kendileri belirleyen birkaç halktan biri olarak muhteşem bir geleceği kucaklama yönünde liderlik yaptığını inceleyeceğiz. Gerçekten o dönemde Türkler, Müttefik Devletlerin, Osmanlı Devleti’nin Anadolu topraklarını içeren ana karasını doğrudan işgal ya da manda paylaşımı yoluyla bölme ve o bir zamanların kudretli varlığını tarihin hurda yığınına atma yönünde ortaya koydukları bütün girişimleri başarısızlığa uğratmışlardır.

Bu çalışmaya ayrılan alan içinde Kemal Atatürk’ü tam hakkını vererek anlatmak mümkün değildir. Dar kapsamlı bir biyografi ortaya koyma yerine, ben onun kişiliğinin bazı yönleri üzerinde duracağım ve onun Türk halkını ve Türk yurdunu, hâlâ emperyalist amaçlar gütmekte olan, savaştan galip çıkmış Müttefik devletler arasında bir şekilde paylaşılmaktan kurtarmak için ortaya koyduğu mücadelede belirleyici nitelikte olan bazı olayları ele almaya çalışacağım. Atatürk’ün daha ayrıntılı bir biyografisiyle ilgilenenlerin atıfta bulunabilecekleri son zamanlarda yapılmış bazı tarihsel çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalar arasında Vamik Volkan ile Norman Itzkowitz’in kaleme aldığı The Immortal Ataturk: A Psychobiography (Chicago University Press, Chicago, Il. 1984) adını taşıyan eser ile Andrew Mango’nun Ataturk, (Woodstock Press, Woodstock, NY, 2000) kitabı önemliler arasında sayılabilir.

Mustafa Kemal, tarihin her şeyin bilindiği bir döneminde dünyaya gelmiş olsa da onun hayatının ilk yıllarıyla ilgili çoğu bilgi hâlâ bir sır olmaya devam etmektedir. Biz onun tam olarak ne zaman doğduğunu bilmiyoruz. Mustafa Kemal Selanik’te doğdu, fakat onun doğduğu gün, ay ve yıl hâlâ belirlenmiş değildir. 1880/81 kışında o zamanlar önemli bir Osmanlı eyalet merkezi olan yerde doğmuştur. Babası Ali Rıza Bey, ilk önceleri dinî vakıfların yönetiminde görev alan düşük düzeyli bir Osmanlı bürokratıydı; 1877 yılındaki Rusya’yla yaşanan savaş sırasında askerlik hizmetini yerine getirdikten sonra da gümrük kurumlarında düşük düzeyli bir bürokrat olarak görevini devam ettirdi. Onun görev yeri, Yunanistan sınırına yakın olan ve Selanik’in doğusunda bulunan ormanlık bölgenin sınırları içindeydi. Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım, muhtemelen Anadolu’dan Balkanlara yeni getirilmiş ve Yunanistan’la sınır oluşturan bölgeleri korumak için oralara yerleştirilmiş olan halkın içinden çıkma yeni yetme bir genç kızdı. Zübeyde Hanımın kısa aralıklarla ikisi kız, biri oğlan olmak üzere üç çocuğu oldu, fakat üçü de daha çocukken öldüler. Mustafa Kemal bir matem evi olarak isimlendirebileceğimiz bu aile içinde dünyaya geldi. O diğer çocukların yerine geçmek üzere doğmuş bir çocuktu, bu durumun onun daha sonraki hayatı üzerinde önemli etkisi olacaktı. En baştan itibaren o, annesinin gözünde çok özel bir çocuktu. Bu özel olma durumu, Türk halkının aşina olduğu ve hâlâ sımsıkı sarıldığı bir özelliktir.

Atatürk doğduğunda, babası ya da başka bir yaşlı akrabası geleneksel tarzda onun kulağına Mustafa ismini fısıldadı; bu isim daha sonra onun gerçek verilmiş ismi olacaktır. Ali Rıza Bey, çocuğunun ileride askeri bir kariyer yapabilmesi için ilahî yardım istemek üzere beşiğinin baş ucuna kendisinin asker kılıcını astı. Mustafa 7 yaşına geldiğinde, babası bir hastalık sonucunda vefat etti. Kemal Atatürk, babasıyla uzun dönemli bir temas imkanına sahip olmadı; kısa dönemli babasıyla temasından ondan bazı şeyleri aldığı sonucunu çıkarabiliriz. Aldığı şeylerden bir tanesi, askerliğe duyduğu ebedi ilgiydi. Başka bir tanesi de birçok durumda mevcut sınırlamaları kavrayabilmesiydi; babası, hükümet görevlisi olarak bulunduğu Yunan sınırı yakınındaki ormanlık bölgede Yunan haydutlarıyla uğraşmak zorunda kaldığında mevcut kısıtlamaların çok iyi farkına varmıştı. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla zirve noktasına ulaşacak olan askeri ve siyasi mücadelesine girişirken, bu iki faktör onun kariyerinde önemli bir yere sahip olmuştur. Bu psikolojik makyajla ilgili olarak bu bölümde ele alınacak olan başka yönler de bulunmaktadır.

20’li yaşlarının sonuna doğru dul kalmış olan Zübeyde Hanım, kendisinden önce ölmüş olan üç kardeşinin yerine geçecek çocuk olma özelliğiyle zaten özel olma hususiyeti kazanmış olan çocuğunun hayatına yoğun bir şekilde karışmaktaydı. Bunun bir uzantısı olarak da onun asker olmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Onun arzusu, oğlunun dinî bir okulda öğretmen olması ya da Kur’an’ı ezberine alan bir hafız olarak yetişmesiydi. Fakat Zübeyde Hanım oğullarının alacağı eğitimin türü konusunda kocasıyla aralarında çıkan fikir ayrılığında kaybeden taraf oldu. Oğlunun Batılı çizgide eğitim almasını ve böylece askerî bir kariyer için daha hazırlıklı olmasını isteyen Ali Rıza Bey, başlangıçta karısının arzusuna uyarak Mustafa Kemal’i mahallede bulunan dinî okula kaydettirdi, fakat birkaç gün sonra onu o okuldan alarak Şemsi Efendi tarafından yönetilmekte olan ve Batılı tarzda eğitim veren yeni açılmış bir okula yerleştirdi. Bu şekilde Mustafa Kemal, babasının hem askerî geçmişinden hem de onun üstün konuma geçmek için herhangi bir durumun sınırlamaları içinde nasıl hareket edilmesi gerektiği yönünde sahip olduğu bilgiden faydalanmış oldu.

Mustafa Kemal, daha sonra babasının kendisine miras olarak bıraktığı şeyleri ne kadar iyi öğrendiğini gösterecekti. Babasının ölümünden sonra annesinin arzusu doğrultusunda kendisini bürokraside kariyer edinmesi için hazırlayacak olan bir okula kaydoldu. Fakat Selanik caddelerinde gördüğü askeri üniformalarıyla dolaşan gençleri kıskanan Mustafa Kemal’in kafasında eğitimiyle ilgili başka fikirler bulunmaktaydı. O, zaten her şeye gücü yeten düş gücüyle desteklenen, erken gelişmiş ve etkiye açık bir özerklik hissi ortaya koymaya başlamıştı. Annesine haber vermeksizin özerklik ve muktedirlik hissinin geliştiğini ortaya koyan bir adım attı; askerî okula giriş sınavına girdi ve bu sınavda başarılı oldu. Sınavda başarılı olması, hem onun vefat etmiş olan babasıyla kendisini özdeşleştirmesini güçlendirdi, hem de annesinin kendisini özel biri olarak görmesi hususunu da kendisinin de bilinç altında verdiği destekle daha da kuvvetlendirdi. Zübeyde Hanım, Mustafa Kemal’in özel olduğu duygusunu daha da geliştirirken, bu durum, kendi kendini gerçek haline dönüştüren bir kehanet haline dönüşecekti. İleride Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere büyüyüp olgunlaşacak olan küçük Mustafa gerçekten özel biriydi.

Başka belirleyici nitelikte olan, bir olay onun askeri okuldaki eğitimi sırasında ortaya çıktı. Mustafa Kemal, yine Mustafa adını taşıyan öğretmeninin rehberliğinde matematik dersinden çok hoşlanmaktaydı. Anlaşıldığı kadarıyla kendisiyle öğrencisi arasında bir ayırım yapmak amacıyla öğretmeni ona Kemal, yani mükemmel biri lakabını verdi. Bu isim Mustafa Kemal’in kendisinin özel biri olduğunun farkında olmasına da uygun düşmekteydi ve bundan sonra hep onunla birlikte anılacaktı. Bundan sonra o artık Mustafa Kemal olarak bilinecekti.

Mustafa Kemal askerî okul sisteminde ilerlemesini sürdürdü ve 1899 yılında Manastır’da (şu anda Bitola) askeri okulun orta kısmını bitirdi. Manastır, o zamanlar hâlâ Osmanlı’nın Balkanlar’daki önemli eyalet merkezlerinden biriydi, Yunanistan ve Arnavutluk’la mevcut sınırları koruyucu bir konumda bir bulunmaktaydı ve Sırbistan ya da Bulgaristan’da bir karışıklık olması durumunda karışıklığı bastırmak için kullanılacak önemli bir merkez görevi görmekteydi. O zaman henüz yirmi yaşına girmemiş olan, çevredeki eyaletlerden gelen bu genç adam, doğu Avrupa’nın tümünde olmasa bile Osmanlı İmparatorluğu içinde en gelişmiş şehir olan İstanbul’da bulunan Harp Okuluna girmeyi başardı.

Başlangıçta Mustafa Kemal eyaletten gelen biri olarak İstanbul’da ne yapacağını bilmez bir durumdaydı.

Kendi kendine saygı hissi saldırıya büyük darbe almıştı ve sık sık depresyona girmekteydi. Kişilik bütünlüğünü yeniden oluşturmaya ihtiyaç duymaktaydı. Bu ihtiyacını zayıf kadınları yöneterek bir dereceye kadar giderdi. Fakat bu tür davranış, onun akademik çalışmasına olumsuz yansıdı ve neredeyse eğitiminin ilk yılında başarısız olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu durumdan onu bir paşanın (generalin) oğlu olan Ali Fuat (Cebesoy) ile kurduğu arkadaşlık kurtardı. Mustafa Kemal, paşanın evinde saygıyla karşılanmaktaydı; Ali Fuat, onun İstanbul’un renkli hayatına katılmasına rehberlik eden ve büyük ihtimalle de onu rakı içmekle tanıştıran kişi oldu. Paşa, Mustafa Kemal için idealize edilmiş bir baba vazifesi görmekteydi, bu çerçevede Mustafa Kemal askeri okuldaki çalışmalarına daha yoğun şekilde eğildi.

Politika, Mustafa Kemal’in Harp Okulu’ndaki sınıf arkadaşlarının bazısının hayatında önemli bir rol oynamaktaydı. Onlar Sultan II. Abdülhamid’in baskı yönetiminden hiç hoşlanmıyorlardı ve siyasi durumun ciddiyeti konusunda sınıf arkadaşlarını uyarabilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kendinden üst ya da alt sınıflarda olanlarla birlikte kendi sınıfında öğrenci olan Harp Okulundaki arkadaşlarının bir çoğu -bunlar arasında Ali Fuat (Cebesoy), Kazım Karabekir, Nuri (Conker) ve Mehmet Arif de bulunmaktaydı- daha sonraki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında Mustafa Kemal’le birlikte önemli roller oynayacaklardı. Mustafa Kemal açısından Osmanlı Sultanı kötü bir babayı temsil etmekteydi; o da öğrenci arkadaşlarıyla birlikte gizli şekilde bir gazetenin çıkarılmasında rol aldı. Gazetenin başyazılarını birçok kere kendisi yazdı. Gazetenin yayına hazırlanması oldukça tehlikeli bir faaliyetti. Bir keresinde okul görevlileri gazetenin hazırlanmakta olduğu odaya girdiler, fakat anlaşıldığı kadarıyla bu gizli faaliyeti görmezlikten gelmeyi tercih ettiler. Kendisine güvenini yeniden kazandıktan sonra Mustafa Kemal, eğitiminin ikinci yılının sonunda 460 kişilik sınıfta yirminci oldu, üçüncü sınıfta da 459 kişi arasında sekizinci olmayı başardı. Okuldan mezun olurken tamamen askeri üniforma giymiş olarak resmini çektirdi ve bu resmin bir kopyasını kendisiyle gurur duyması için annesine gönderdi.

Piyade sınıfında teğmen olarak görevlendirilen Mustafa Kemal’in Kurmay Okulu’na gitmesine izin verildi. Kurmay Okulu’ndayken kendisine duyduğu güvende yeniden zayıflama ortaya çıktı. Orada en iyiler arasında bulunmaktaydı, fakat henüz en iyi değildi. İçinde taşıdığı büyüklük hislerini koruyabilmek için büyük mücadele verdi. Kendisini yıldızı parlayan bir şahsiyet, bir kahraman ve ülkesinin bir kurtarıcısı olarak görmekteydi. Arada bir büyüklük duygusu dışarı da taşmaktaydı. Bir keresinde kendisi ve arkadaşları hükümetin geleceği konusunda görüş alış verişinde bulunuyorlardı. Mustafa Kemal gelecekte kurulacak bir kabinede arkadaşlarının hangi bakanlıklara ve diğer hangi liderlik pozisyonlarına atanacağını gösteren bir liste hazırladı. Arkadaşları onun hangi makamı işgal edeceğini sordular. Onun cevabı, "bu makamları size verecek olan benim” şeklinde oldu.

Sık sık yeterli uyuma güçlüğü yaşamış olsa da Mustafa Kemal 1905 yılında 57 kişilik sınıfında beşinci olarak kurmay yüzbaşı rütbesiyle okuldan mezun oldu. O zaman yirmi dört yaşındaydı. Göreve atanmak için beklerken Mustafa Kemal ve bazı arkadaşları Beyazıt semtinde bir apartman dairesi kiraladılar. Orada hükümetin yasak listesinde bulunan kitapları okumak ve tartışmak için bir araya geliyorlar ve kendilerinin idealleri ile gelecek konusunda tartışıyorlardı. Onların faaliyetleri hükümetin dikkatinden kaçmadı. Bir hükümet ajanı onlarının grubunun bir üyesi oldu ve onları ele verdi. Mustafa Kemal, Ali Fuat (Cebesoy) ve başka bazı arkadaşları tutuklandılar ve hapse atıldılar. Askeri kariyerleri tehlikeye girmişti, fakat işten atılma yerine kendilerine imparatorluğun uzak bölgelerinde görev verildi. Mustafa Kemal ile Ali Fuat (Cebesoy) o zamanlar hâlâ Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Suriye’de bulunan Beşinci Ordu’ya atandı.

Şam’a atanma Mustafa Kemal açısından kendisine vurulmuş büyük bir darbeydi. Annesine yakın olabileceği Selanik’e gönderileceğini ümit etmişti. Ali Fuat ve sürgüne gönderilen başka bir sınıf arkadaşıyla birlikte Mustafa Kemal ilk görev yerine gitmek için önce gemiyle Beyrut’a, oradan da trenle Şam’a gitti. Ali Fuat’ın babası İsmail Fâzıl tanınmış bir Paşa olduğu için Şam’daki komutan onları sıcak bir şekilde karşıladı. Ancak birkaç gün sonra Ali Fuat, eyalet valisinin koruması olarak görev yapan seçkin bir süvari birliğiyle birlikte özel bir görevle Beyrut’a geri gönderildi. Mustafa Kemal hiç kimse olmama durumuna geri dönmüştü; gözden düşmüş bir şekilde cezasını çeken bir subay olarak görülmekteydi. En son teknoloji ürünü askeri malzeme ve taktiklerle eğitilmiş olsalar da Beşinci Ordu’da görevli olanlardan hiç kimse onun açığa vurmak zorunda olduğu şeyleri öğrenmekle ilgilenir görünmüyordu. Ona ve başlangıçta birlikte sürgüne gönderildikleri üçüncü kişiye hiçbir görev verilmiyordu.

Askeri reform yapılması gerektiğinin farkına varan Mustafa Kemal ve diğer arkadaşı Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adını verdikleri gizli bir cemiyet kurdular. Bu topluluğu genişletme yolunda çabalar gerçekleştirilse de ciddi bir ilerleme sağlanamadı. Karamsarlığa kapılan Mustafa Kemal, tamamen Arap ve tamamen Müslüman olarak gördüğü Şam’ı ‘tamamen kötü’ olarak algılamaya başladı. Küçük bir çocukken Mustafa, annesi tarafından dinî bir eğitim almaya ve dinî bir kariyer yapmaya yönlendirilmiş, fakat onu laik, modern bir okula yerleştiren babası tarafından kurtarılmıştı. Mustafa Kemal kendisini kurtaracak yeni bir babaya ihtiyaç duymaktaydı. Bu doğrultuda Selanik’te bulunan bir paşa üzerinde karar kıldı. Ona Makedonya’ya transfer edilmesi konusunda kendisine yardım etmesi isteğinde bulunan mektuplar yazdı. Paşa kendisi Selanik’e geldikten sonra ona yardım edebileceğini söyleyerek baştan savma bir cevapla ona karşılık verdi. Gözü yılmayan Mustafa Kemal Selanik’e gitme planlarından vazgeçmedi.

Bütün yol boyunca değişik yerlerde görev yapmakta olan arkadaşlarının yardımıyla Mısır ve Pire yoluyla Selanik’e ulaşmayı başardı. Oraya vardığında yaptığı ilk şey, gidip annesini görmekti. Oradan da kendisinin kurtarıcısı olacağına inandığı Paşa’yı görmeye gitti. İdealindeki babası olacağı yönünde hayaller kurduğu kişinin onu görmeyi reddetmesi üzerine Mustafa Kemal’in nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığı kolayca tahmin edilebilir. Yine de Mustafa Kemâl, Paşa’nın yardımcısını kendini Paşa’yla görüştürmesi konusunda ikna etti. Ancak Paşa kendisine onun için yapabileceği hiçbir şey olmadığını ve bir daha kendisini rahatsız etmemesini söylediğinde Mustafa Kemal’in hayal kırıklığı bir kat daha arttı.

Arkadaşları yeniden Mustafa Kemal’in yardımına koştular. Dört aylık bir hastalık izni almasında kendisine yardım ettiler. O, bu süreyi Vatan ve Hürriyet Cemiyeti için yeni bir sayfa açmak için kullandı. Bu arada Suriye’deki üstlerinin kendisinin yokluğundan haberlerinin olmamasını sağladı, fakat İstanbul’daki yetkililer onun Şam’daki görevinin başında bulunmadığı gerçeğinin farkına vardılar. Konuyla ilgili araştırma yapmaya başladılar. Bu gelişmelerden haberdar olan Mustafa Kemal de Suriye’ye doğru yola çıktı. Bir kere oraya vardığında hemen Osmanlıların Akabe limanı konusunda İngiliz-Mısır hükümetiyle anlaşmazlık içinde oldukları Beerşeba’ya hareket etti. Arkadaşları onu bütün geçen zaman boyunca Beerşeba’daymış gibi göstererek Şam’daki görevinin başında bulunmadığı gerçeğini gizlediler. Bundan kısa bir süre sonra sadık bir subay olduğuna karar verildi ve 1907 yılının Eylül ayında üç yıllık sürgünden sonra Selanik’teki Karargâha transfer edildi.

Selanik’e döndükten sonra Mustafa Kemal’in önünde açılan, onun Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve siyasi yaşamına daha kapsamlı olarak katıldığı döneme geçmeden önce, bu önemli dönemeçte onun psikolojik durumuyla ilgili bazı özet niteliğinde düşünceler ortaya koymak faydalı olacaktır. Şimdiye kadar, Mustafa Kemal’in daha önce ölen çocukların yerine geçecek bir çocuk olarak bir matem evinde dünyaya geldiğini ve annesi tarafından özel biri olarak görüldüğünü belirttik.

Annesi, ona bu doğrultuda muamele etti ve onu mümkün olduğunca kendi kontrolü altında tutacak şekilde ve yine onu mümkün olduğunca güvende ve kendisine yakın tutacak biçimde onun hayatını kontrol etmek ve yönlendirmek için büyük mücadele verdi. Bu davranışın tam zıddına, babası da ona Batılı, modern eğitime dayalı alternatif bir askeri kariyer yapma vizyonu sundu. Mustafa daha küçük bir çocukken babası vefat etti.

Bu gelişme Mustafa Kemal’in yalnız kalmasına neden oldu; ayrıca onun içselleştirdiği ve idealize ettiği baba imajı, onun annesinin isteklerinden daha fazla babasının istekleri doğrultusunda bir hayat şekli benimsemesini sağlayacak şekilde daha da güç kazandı. O, annesine haber vermeden askeri kariyer yapmayı seçti ve sonunda kendisini İstanbul’da Harp Okulu’nda buldu.

Orada Mustafa Kemal sık sık karamsarlığa kapıldı ve bir numara olma arzusu engellerle karşılaştı. Büyük olasılıkla yeni bulduğu arkadaşı Ali Fuat’la arkadaşlığı sırasında içki içmeye başladı. Kendi kendisine hayran olmasının ilk belirtileri, Harp Okulu’ndan mezun olduğu zaman üzerinde sadece askeri üniforma varken çektirip annesine gönderdiği fotoğrafta görülmektedir. Bu, aynı zamanda çocukluğunda Selanik’te geçirdiği günlerde komşu çocuklarının üzerinde gördüğü askeri üniformayı giyme konusunda duyduğu ilginin devamı niteliğinde olan bir gelişmeydi. Karamsarlık, düzenli uyuma zorluğu çektiği Kurmay Okulu günlerinde de onu rahatsız etmeye devam etti. Bu okulda oldukça başarılı oldu, fakat henüz bir numara değildi. Mustafa Kemal, hem Harp Okulu’nda, hem de Kurmay Okulu’nda hükümet karşıtı gizli faaliyetlere katılarak siyasete ilgi duyduğunu ortaya koydu.

Mezun olduktan sonra o ve arkadaşlarından bazısı II. Abdülhamid’in despotluğu konusunda okumaya ve konuşmaya devam ettiler. Onların faaliyetleri ortaya çıkarıldı ve Mustafa Kemal de dahil olmak üzere onlara verilen ceza, Şam’ın ücra köşelerine görevlendirilmeleriyle bir tür askeri sürgüne gönderilmelerine neden oldu. Karamsarlığa kapılan Mustafa Kemal, bu defa kendini Selanik’te bulunan bir Paşanın kişiliğinde idealize ettiği bir baba figürüne bağlayarak kendisini güvende hissetmenin yollarını aradı. Bu girişim de başarısız oldu ve Mustafa Kemal bir kere daha karamsarlığa gark oldu ve kendisine olan güvenini büyük oranda yitirdi. Bu noktada sadakatiyle ilgili olarak temize çıkarıldıktan sonra statüsünde meydana gelen değişiklik ve sürgünden Selanik’e geri dönüş onun imdadına yetişti.

1907 yılının sonunda döndüğü Selanik, artık çocukluğunda bildiği Selanik değildi. Bunun böyle olmasının en büyük nedeni, halk arasında Jön Türkler olarak bilinen İttihat ve Terakki Komitesi’nin gerçekleştirdiği gizli faaliyetlerdi. II. Abdülhamid, tahta çıkarılmasının bir bedeli olarak Aralık 1876’da anayasa oluşturulmasını kabul etmişti. O dönemde ayrıca an az düzeyde bağımsız olan bir parlamento toplandı ve bu parlamento 19 Mart 1877 tarihinde ilk toplantısını yaptı, 14 Şubat 1878 tarihinde de padişah tarafından dağıtıldı. Bundan sonraki otuz yıl boyunca Meclis bir daha toplanmayacaktı; bu arada Sultan’ın hükümeti tarafından muhaliflere karşı alınan baskıcı önlemlere rağmen, padişaha karşı ortaya çıkan muhalefet gücünü daha da artırmaktaydı. Sonunda Sultan’a karşı ortaya çıkan muhalefet askeri kanat içinde yoğunlaştı. Mustafa Kemal’in Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, ordu içinde ortaya çıkan bu tür faaliyetlerin ilk örneklerinden biriydi. Bu arada Selanik’te bulunan İttifak ve Terakki Cemiyeti hukuk ve diğer meslek okullarında hızla yayıldı ve komuta düzeylerine ulaşacak derecede Üçüncü Ordu’ya sızmayı başardı. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti ise pek kullanışlı bir teşkilât değildi, bu durum Mustafa Kemal’in devam etmekte olan faaliyetlerde ancak düşük düzeyde rol oynamayı kabul etmesine neden oldu.

İkinci derecede bir rol kabul etmek, Mustafa Kemal’in kendisiyle ilgili sahip olduğu şişirilmiş büyüklük imajı açısından oldukça zor bir durumdu, fakat onun başka seçeneği yoktu. Kendisine verilen yeni askeri görevi, Selanik ile Üsküp arasındaki demiryollarını denetlemekti. Üçüncü Ordu’nun kendisi temelde üç görevi yerine getirmekle meşguldü: 1) Makedonya’da azınlıkların gerçekleştirdiği terörist faaliyetleri önlemek, 2) Avrupalı güçlere, onların ısrarla üzerinde durdukları Balkanlarda azınlıklar lehine reform gerçekleştirilmesinin sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına neden olacağını göstermek ve 3) Sultan’a 1876 Anayasası’nı yeniden uygulamaya koymak zorunda olduğunu bildirmek.

Haziran 1908 tarihinde olaylar patlama noktasına geldi. Padişah Üçüncü Ordu’daki sadık olmayan subayları ortaya çıkarmak için Makedonya’ya ajanlar göndermişti. Ahmed Niyazi adında orta düzey bir ordu subayı, ordu imamı tarafından alenen suçlandı; ardından imam 28 Haziran’da suikasta maruz kaldı. Bunun üzerine Ahmed Niyazi ile birkaç yüzü bulan takipçileri açık bir isyana kalkışarak dağlara çıktılar. Onların aralarında bulunanlardan bir tanesi, daha sonra Paşalığa yükselecek, İttihat ve Terakki’nin lideri olacak ve tarihe Enver Paşa olarak geçecek olan Enver adında genç bir kurmay binbaşıydı.

Enver de, o zamanın kahramanı haline geldi. Mustafa Kemal gibi o da kendi kendine hayran olan bir kişiliğe sahipti, fakat onunki saplantı haline gelmişti. Bu özellik, onu dinlenme bilmeksizin uzun saatler boyunca çalışmaya muktedir olan ve göze çarpıcı derecede ayrıntılara önem veren bir kişi haline getirmişti. Aşırı derecede gururlu olan Enver, askeri elbisenin aşırı intizamına önem verenlerdendi. Mükemmel bir at binicisi olarak genellikle süvari pantolonu ve çizmeleri giymiş olarak dolaşırdı. Kadınlar açısından çekici olsa da istisnai derecede ahlaki değerlere bağlı ve dindardı. Ne bir sigara içicisi, ne de içki içen bir kişi olduğu için de Mustafa Kemal’le hemen hemen her konuda zıt kutupları temsil etmekteydiler. Enver, padişah ailesinden biriyle evlendi ve böylece sarayın damadı oldu. Bu statü, onu Osmanlı toplumunun en yüksek seviyelerine çıkaran bir statüydü. Daha ilk başlarda Mustafa Kemal’i tehlikeli bir rakip olarak gördü ve onun İttihat ve Terakki ve ordu içerisinde fazla önemli olmayan görevlere getirilmesini sağladı. Birbirini hiç sevmeyen bu iki şahsiyetin ileride birbiriyle çatışacağı kaçınılmaz bir sonuç olacaktı.

Padişah’ı 1876 Anayasası’nı yeniden uygulamaya zorlama hususunda elde edilen başarı, Genç Türklere Osmanlı İmparatorluğu içinde ve dışında büyük takdir getirdi. Enver kısa sürede ön plana geçti; bu, Mustafa Kemal’in arkada kalması anlamına gelmekteydi. Mustafa Kemal’in kendine ait bir güç tabanı bulunmamaktaydı ve Enver’in imparatorluk için kötü sonuçlar getireceği yolunda sahip olduğu görüşleri açıklama konumunda değildi. Duygularını yatıştırmak için başvurabileceği tek yol, arkadaşlarıyla beraber olmak ve büyük çaplı planlarını onlara anlatmaya devametmekti. Örneğin arkadaşları Mustafa Kemal’e kendilerini de içine alacak olan ileride oluşturacağı bir hükümette kendisine padişahlık makamını ayırıp ayırmayacağını sorduklarında, o padişahtan daha büyük olacağını söyleyerek cevap vermişti. Bu tür toplantılar ve yorumlar Mustafa Kemal’i İttihat ve Terakki liderleri nezdinde istenmeyen adam konumuna getirmekteydi. Cemiyetin liderleri Mustafa Kemal’i, hâlâ bir Osmanlı toprağı olan Libya’ya, bu Osmanlı ileri karakolunda İttihat ve Terakki’nin otoritesini yerleştirmek üzere cemiyetin temsilcisi olarak gönderdiler. Padişah’ın kendisi bile Mustafa Kemal’i sürgün etmek üzere daha iyi bir yer seçemezdi.

İstanbul’dan gelen bu karar kendisine bildirildiğinde Mustafa Kemal bu komplonun arkasında Enver’in elinin bulunduğunu anladı. Ancak bu görev teklifi, onun itibar ve kendine güven hissini iyice kaybetmeksizin geri çevirmeyi göze alabileceği bir teklif değildi. Kendisini devlet için gizli faaliyetler gerçekleştirmekle görevli güçlü bir kişi olarak görerek, bu maceraya mümkün olabilecek en iyi şekilde farklı bir boyut kazandırdı. Görev yerine vardığında Mustafa Kemal’i karşılamak üzere bir düzenleme bile yapılmış değildi. Kendisini getiren gemi tarafından sahile bırakıldı ve kendisiyle birlikte eşyaları kumsalın üzerine adeta atıldı. Bu uygulamadan gözü yılmayan Mustafa Kemal, bölgedeki Türk askerlerinin İttihat ve Terakki’nin otoritesini tanımasını sağladı ve Sanusi ailesinin liderlik ettiği ayrılıkçı hareketi dizginlemesini bildi. Bir sürgün görevini böylece kişisel bir zafere dönüştürdükten sonra Selanik’e geri döndü, fakat Libya’da gösterdiği azmin ve gayretin burada kendisine herhangi bir övgü kazandırmadığını gördü. Sultan Abdülhamid tahttan uzaklaştırıldıktan sonra Selanik’te İttihat ve Terakki’nin ikinci yıllık kongresinde aleyhte yaptığı konuşmayla Mustafa Kemal cemiyet liderlerini kendisinden daha da uzaklaştırdı. Bu konuşmasında ordunun siyasetten uzak durması ve siyasi kariyerle ilgilenen subayların ordudan istifa etmesi gerektiği görüşünü ortaya koymuştu.

Bunu söylemekle Mustafa Kemal kendisini tamamen askeri konulara hasretmiş olduğunu da ortaya koymuş oluyordu. Bazı askeri broşürleri Almancadan Osmanlı Türkçesine çevirdi. Onun askeri alandaki kavrayış üstünlüğü kendisine biraz başarı getirdi, fakat bu başarı Enver’inkinin çok gerisinde kalıyordu. 1911 yılının sonbaharında Libya’nın İtalyanlar tarafından işgali, Mustafa Kemal’e yıldızını parlatma konusunda yeni bir fırsat sundu, fakat orada sıtma hastalığına yakalandı ve göz problemleri yaşamaya başladı. Oradan alındı ve tıbbi tedavi için Viyana’ya gönderildi. Hastalıkları yüzünden Yunanlıların 8 Kasım 1912’de Selanik’i aldıkları Balkan Savaşlarına katılma imkanı da bulamadı. Mustafa Kemal hâlâ İstanbul’da bulunurken Enver başarılı bir askeri darbe (23 Ocak 1913) gerçekleştirdi ve sonunda bu darbeyle Enver, Cemal ve Talat üçlüsü bir İttihat ve Terakki hükümetinin başında iktidarı ele geçirmeyi başardı. Mustafa Kemal, bu üçlünün iktidara gelmesi sırasında gerçekleştirilen siyasi suikastlara karşı açık sözle eleştiri getirmekten çekinmedi. Enver, İkinci Balkan Savaşı sırasında Birinci Balkan Savaşı’nda kaybedilmiş olan Edirne’nin geri alınmasını sağlayan Osmanlı ordusuna komuta etmekle şanına şan kattı. Enver kabinede harbiye nazırı oldu, saray ailesinin fertlerinden biriyle evlendi ve kendisini Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ne getirdi. Mustafa Kemal’den bir yaş büyük olan Enver, bütün bunların hepsini 33 yaşındayken yaşamıştı. Mustafa Kemal’in İstanbul’dan uzaklaştırılması için de kendisine Sofya askeri ataşeliği görevi verildi. Mustafa Kemal bir kere daha sürgüne gönderiliyordu.

Sofya’daki hayat, Mustafa Kemal açısından genel olarak hoşa giden ve tecrübe kazandıran cinstendi. Yakışıklı bir şahsiyet tablosu çiziyordu; örneğin bir maskeli baloda giymek üzere kendisine gerçek bir Yeniçeri kostümü gönderilmesi yolunda İstanbul’dan istekte bulunmuştu. Sofya’nın Batılılaşmış önde gelen ev sahibeleri onu yanlarında görmek istedikleri biri olarak tercih ederlerken, Mustafa Kemal’in kendine duyduğu güven hissi de gittikçe güçlenmekteydi. Bulgaristan Savunma Bakanı’nın kızı olan Miti adlı genç bir kadınla romantik bir ilişkiye de girdi. Sık sık Batı tarzında elbiseler giyiyordu, örneğin Avrupa sitilinde bir şapka bunlar arasındaydı. Sofya’dayken operaya da gitti. Bu gerçekler çerçevesinde onun Sofya’da hoşlanarak gerçekleştirdiği şeylerin birçoğunun daha sonra onun Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığını yaptığı dönemde Türk halkının yaşamına girmiş olması şaşırtıcı görünmemektedir. Miti’nin ailesinin, kızlarının bir Türk’le muhtemel evliliğine karşı çıkmaları sonucunda, onun kendi kendisine hayranlık duygusunun yara almış olması da bu durumu değiştirmeyecekti. Miti’yi kaybetmiş olmaktan dolayı içine düşmüş olabileceği üzüntülü durumu, uluslararası olaylar kısa kesti. Dünya Savaşı’nın çıkması yaklaşırken Mustafa Kemal de İstanbul’a dönmek için hazırlık yapmaya başladı.

Bu arada Enver, yüce zirvelere tırmanmıştı. Mustafa Kemal’in, kaymakam olarak rütbesi doğrultusunda yapmaya hakkı olduğu, bir tümeni komuta etme yönünde ortaya koyduğu isteği Enver tarafından yerine getirebilirdi, fakat Enver, bunun yerine Mustafa Kemal’in Sofya’da bekletilmesi yoluna gitti. Sonunda Enver, Mustafa Kemal’in 19. Tümen’in komutanlığına getirilmesi yönünde emrini verdi; bu tümen, hakkında hiç kimsenin bilgisinin olmadığı bir tümendi. İstanbul’a geri dönen Mustafa Kemal, teşkilâtlanma aşamasında olan tümenini Trakya’daki Tekirdağ’a konuşlandırdı. Daha sonra Şubat 1915’te tümenin merkezi Gelibolu yarımadasında bulunan Maydos’a (Eceabat) nakledildi. General Liman von Sanders Enver tarafından bölgedeki tüm askeri kuvvetlerin komutanlığını üslenmek üzere Gelibolu’ya gönderildi; söz konusu birlikler arasında Mustafa Kemal’in komuta ettiği 19. Tümen de bulunmaktaydı. 19. Tümene, nerede ihtiyaç duyulursa oraya gitmek üzere hareketli takviye kuvveti olma görevi verildi. Mustafa Kemal ile von Sanders Gelibolu’ya karşı beklenmekte olan müttefik saldırısının nerede gerçekleşeceği konusunda farklı fikirler taşımaktaydılar.

Müttefik kuvvetleri 25 Nisan tarihinde Mustafa Kemal’in tam çıkarma yapacaklarını söylediği yerde çıkarma yapmaya başlayınca Mustafa Kemal’in tahmini doğru çıkmış oldu. Mustafa Kemal, yeni emirlerin gelmesini beklemeksizin ve kendi muhteşem kişiliğinin otoritesine dayanarak, müttefiklerin ilerleme yolu üzerinde onların karşısına durmak için askerlerini Conkbayırı’na yürüttü. Ardından gerçekleşen çatışmalar sırasında Mustafa Kemal’e bir şarapnel parçası isabet etti. Bu olayda onu ölümden kurtaran, göğüs cebinde taşıdığı saat oldu. Maruz kaldığı fiziki yaralanma önemsenecek cinsten değildi, fakat olayın psikolojik etkisi çok büyüktü. Olay, Mustafa Kemal’in kendisinin ölümsüz olduğu yolundaki inancını kuvvetlendirmeye yardımcı oldu. O, daha sonra bu saati bir hatıra olmak üzere General Liman von Sanders’e verdi. Sanders de ona kırılmış saatinin yerine geçmek üzere kendi saatini verdi.

Mustafa Kemal ve askerleri, müttefikleri Gelibolu’yu alma ve ardından İstanbul’a yürüme girişimlerinden vazgeçmek zorunda bıraktı. Mustafa Kemal artık o zamanın kahramanıydı, Demir Salip Nişanı da dahil olmak üzere değişik madalyalarla ödüllendirildi. Miralaylığa terfi ettirildi ve bu terfisiyle ilgili olarak Enver’den bir kutlama mektubu aldı. Mustafa Kemal’in kendi kendine duyduğu güven önemli oranda güçlenmişti ve onun iç benliği için yüceltilmiş baba vazifesi gören liderler onu tanıma yoluna gitmişlerdi. Bundan daha önemlisi ise Mustafa Kemal’in iç hayalleri ile dış dünyanın gerçekliği bir araya gelmişti. Gelibolu’daki başarısı, gerçekliğe dayanan yüceltme ile onun kendi içinde taşıdığı büyüklük fikirlerinin birbirine uygun düşmesi imkanını tanımıştı.

Mustafa Kemal’in, Gelibolu’da elde ettiği zafer yoluyla bileğinin gücüyle büyük bir askeri şahsiyet olarak ün kazanmış olmasına rağmen, Enver Paşa ile İttihat ve Terakki ona gereken önemi vermedi ve hatta onu halkın gözünden uzak tutmayı başardılar. Kendisini İstanbul’un kurtarıcısı olarak görmesine karşın maruz kaldığı küçümsenme onda yeniden karamsarlık hisleri doğurdu. Enver Paşa onu 16. Kolordu’nun komutanı olarak Rus sınırına gönderdi. Mustafa Kemal doğu bölgesine doğru giderken yolda 1 Nisan 1916’da mirlivalığa terfi ettirildiği haberini aldı. Doğu cephesinde Mustafa Kemal askeri kariyerinde hızlı bir yükselme yaşadı. Mart 1917’de İkinci Ordu’nun komutanlığını üslendi. Bu görevi sırasında kendisinin kurmay başkanı olan Miralay İsmet (İnönü) ile arkadaşlığını tazeledi. İnönü daha sonra onun en yakın arkadaşı olacak ve onun ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığını yapacaktır.

Rusya’nın siyasi olarak çökmesi, doğu cephesiyle ilgili duyulan kaygının sona ermesi anlamına gelmekteydi, bunun üzerine Mustafa Kemal ile Miralay İsmet, Mustafa Kemal’in askeri mesleğine başlamış olduğu Münbit Hilal bölgesine gönderildiler. Bu bölgeyi Mısır’ın elinden almış olan İngilizler Osmanlı kuvvetlerini önlerine katmış sürmekteydiler. Mart 1917’de Bağdat İngilizlere teslim oldu. Mustafa Kemal Paşa bölgenin savunulmasıyla ilgili olarak ortaya koyduğu bütün planların Enver Paşa tarafından reddedilmesi üzerine kendi inisiyatifiyle cepheden ayrıldı ve İstanbul’a geri döndü.

Onu başından atma konusunda oldukça istekli olan Enver Paşa, Mustafa Kemal’i, Almanya’ya gerçekleştireceği ziyarette veliaht Vahideddin’e eşlik etmekle görevlendirdi. Bu ziyareti sırasında Mustafa Kemal, başlangıçta tahmin etmiş olduğundan daha ileri derecede Almanya’nın savaşı kaybedeceğine kani oldu. Askeri durumun çaresizliğine rağmen Mustafa Kemal Paşa hiçbir şey yapamıyordu.

Çok uzun zamandır onu rahatsız etmekte olan böbrek problemleri yeniden nüksetti, bunun üzerine önce tıbbi tedavi için Viyana’ya, arkasından da sağlığına kavuşması için Karlsbad’a gönderildi. Karlsbad’ta bulunduğu sırada padişah öldü ve yerine Vahideddin, VI. Mehmet ismiyle tahta geçti. Şimdi Mustafa Kemal’in yücelttiği baba çehresi haline getirmeye çalıştığı kişi padişahtı. İstanbul’da bulunmasının istendiğini bildiren bir telgraf ile tekrar İstanbul’a çağrıldı. Fakat bu çağrının arkasından hiçbir şey çıkmadı. Onun, VI. Mehmed’e duygusal yatırımda bulunması yanlış gerçekleştirilmiş bir hareketti; bu gerçek onu gerçekten karamsarlığa itti.

Padişahın kendisini Suriye’deki ordunun komutanı olarak atadığı haberini alınca perde arkasında bulunan kişinin hâlâ Enver Paşa olduğunu anladı. Suriye’deki Osmanlı ordusu darmadağınık durumdaydı ve bu atamanın Enver Paşa’nın işi olduğu çok açıktı. Sadece Enver Paşanın kendisini en son potansiyel olarak kariyer sona erdirici bir göreve göndermiş olmasına rağmen bu görevden Gelibolu’da elde ettiği zaferle başarılı olarak çıkmış olduğu bilgisi onu rahatlatabilirdi.

Suriye’deki durum askeri açıdan Mustafa Kemal Paşa’nın tahmin ettiğinden de kötüydü. Onun tek ümidi, mümkün olduğunca fazla sayıda Türk askerini kurtarabilmekti. Mustafa Kemal savaş planlarını hazırlarken Osmanlı ve İngiliz hükümetlerinin 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak anlaştıkları haberi geldi. Osmanlıyı yöneten Enver, Cemal ve Talât üçlüsü bir Alman gemisiyle Osmanlı İmparatorluğu’nu terk ettiler. Yeni kurulan kabine Mustafa Kemal’in arkadaşlarından ve onu takdir eden kişilerden oluşmaktaydı, ancak İstanbul’a çağrılmış olmasına rağmen istemiş olduğu Harbiye Nâzırlığı görevi kendisine verilmedi. Alman subaylarının ayrılışı için düzenlenen partide bir Alman subayı Türkler için savaşın sona ermiş olduğu yönünde bir konuşma yapınca, Mustafa Kemal, savaşın sona ermiş olmasının Almanlar açısından doğru olabileceğini, fakat Türkler açısından Türk bağımsızlık savaşının yeni başladığını söyledi.

Eğer durum böyle idiyse, İstiklâl Harbi kendisini hissettirme bakımından oldukça yavaş ilerliyordu. Olayların gelişimi karşısında umutsuzluğa kapılmış olan Mustafa Kemal, diğer taraftan hâlâ kendisinin muhteşem bir şahsiyete sahip olduğu fikrine sıkı sıkıya bağlı kalıyordu. Örneğin padişahın Mustafa Kemal’in hanedanlık ailesinden biriyle evlenmesini arzu ettiği kendisine haber verilince, saraydaki kadınlar tarafından "sarı gül” olarak bilinen Mustafa Kemal Paşa, bir aracının kendisine ilettiği saraya davet edilmesi teklifini, prensesle ancak kendi evinde görüşebileceğini söyleyerek geri çevirdi. Bu davranış, hem Mustafa Kemal’in büyüklüğünün bir ifadesiydi, hem de padişahın kendisine reva gördüğü muamele karşısında adeta onu azarlama niyeti taşıyan bir hareketti. Bu konu bir daha açılmadı.

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da beklemeye devam ederken Türkiye’nin geleceğini, savaşı kazanmış olan İtilaf devletlerinin kendi aralarında kararlaştıracağını kesin olarak anladı. Eğer Türkiye kurtarılacaksa bu hareket Anadolu’da başlamak zorundaydı. Anadolu’da, kendilerini Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri olarak isimlendiren mahalli Türk grupları, Müslüman olmayan yerli halkın ortaya koyduğu yeni saldırganlıkla baş etmek için bir araya gelmekteydiler. Bir Karadeniz limanı olan Samsun’un iç bölgelerinde ortaya çıkan huzursuzluklar, Mustafa Kemal’e, Anadolu’da bir göreve atanmak için aramakta olduğu fırsatı sundu. Müttefikler Osmanlı hükümetini Anadolu’da düzeni sağlaması için sıkıştırıyor ve bunun yapılmaması durumunda bu işi kendilerinin yapacağı tehdidinde bulunuyorlardı. Dahiliye Nazırı bölgede düzeni sağlayabilecek kişi olarak sadrazama Mustafa Kemal’i önerdi. Enver Paşa’nın eskiden beri rakibi olması gerçeği, şimdi Mustafa Kemal’in yardımına koşmaktaydı. Padişah, sadrazamın, Samsun ve çevresindeki durumu incelemek üzere, Üçüncü Ordu genel müfettişliğine Mustafa Kemal Paşa’nın atanması yönünde yaptığı tavsiyeyi kabul etti.

Mustafa Kemal, Anadolu’yu kurtarmak için oluşturmakta olduğu planlarını uygulamaya koyabilmek için daha geniş yetkilere ihtiyaç duyduğunu fark etti. Bu noktada iyi talih sonunda yüzüne güldü. Harbiye Nazırı Mustafa Kemal’i atanmasına resmiyet kazandırmak için Erkân-ı Harbiye’ye gönderdi. Orada Mustafa Kemal yetkilerini genişletmek için arkadaşlarından biri olan Erkân-ı Harbiye Reisi’yle birlikte bir çalışma yaptı. İkisi, ona bütün Anadolu çapında emirler yayınlama yetkisi veren ve eyalet valilerinin onun emirlerine itaat etmesini zorunlu kılan bir belge hazırladılar. Erkân-ı Harbiye Reisi belgeyi imzalatmak üzere Harbiye Nazırı’na götürdüğünde, nazır ona belgeyi okuttu. Nazır belgenin Mustafa Kemal Paşa’ya olağan üstü yetkiler verdiğinin farkındaydı. Resmi mührünü Erkân-ı Harbiye Reisi’ne atarak ona belgeyi mühürlemesini söyledi, böylece Mustafa Kemal Paşa’ya geniş kapsamlı yetkiler verilmesi sorumluluğunu kendi üstüne almaktan kaçınmış oluyordu. Dahiliye Nazırı, kabine tarafından kabul edileceği yönünde güvence vererek, sadrazamın belgeyi imzalamasını sağlayınca Mustafa Kemal’in projesinin önündeki son engeller de ortadan kaldırılmış oldu.

Bundan sonra padişah Mustafa Kemal Paşa’nın Umumî Müfettiş olarak atanmasını 30 Nisan 1919 tarihinde onayladı. Kendisinin dışarıdaki dünyanın gerçekliğini kendi iç gerçekliğinin büyüklüğüyle uygun hale getirmeye ihtiyaç duyması; arkadaşlarının ona destek vermede istekli olmaları ve tamamen iyi şansın ondan yana olması faktörlerinin bir araya gelmesiyle Mustafa Kemal Paşa şimdi büyük olmanın eşiğinde durmaktaydı.

Mustafa Kemal kendi çalışma ekibini oluşturmaya başladı. Yunan askerlerinin 15 Mayıs günü İzmir’e çıkmaları onun görevinin ne kadar acil olduğunu ortaya koymaktaydı. O günün akşamında Mustafa Kemal Paşa annesiyle vedalaştı. Annesini ve kız kardeşini Şişli’de geleneksel bir akşam yemeğinde ağırladı. Yemek sırasında bacaklarını altlarına alarak yastıklar üzerine oturdular. Annesi, Balkan Savaşları sırasında, düşmanların eline geçmeden önce Selanik’ten ayrılmıştı.

Annesine o kadar yakın olmayı istemesinin yanında, ondan ayrılmak için can atması gibi karışık duygular içinde olması yüzünden o akşam Paşa için çok zor geçti. Diğer taraftan o, çocuklarını kaybetmiş olmaktan dolayı matem tutan annesinin duygularını tamir etmeyle yine yas tutan ulusu kurtarma ve duygularını tamir etme konularını bilinç altında bir araya getirmeye başlıyordu. Bu, hayatının geri kalan kısmında onun hiç peşini bırakmayacak olan değişmez bir tema olacaktı.

Ayın 16’sında Mustafa Kemal padişah tarafından kabul edildi. Görüşmelerinin sonunda padişah kendisine üzerinde imparatorluk nişanının bulunduğu altın bir cep saati verdi. O akşamın daha geç saatlerinde Mustafa Kemal Paşa ve maiyeti, İstanbul’dan ayrılmak üzere İngiliz yetkililerden izin aldıktan sonra Bandırma adını taşıyan eski bir buharlı yük gemisine bindiler ve Samsun’a doğru yola çıktılar.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayak bastılar. Bu olay, onun hem gerçek dünyasında hem de iç dünyasında o kadar önemli bir olaydı ki, daha sonra bir ansiklopedi için onun hayatıyla ilgili bir madde hazırlanırken kendisine doğum günü sorulduğunda Samsun’a çıktığı günü doğum günü olarak verecekti. Neredeyse bir hafta önce gerçekleştirilmiş olan Yunanlıların İzmir’e çıkması olayı, Yunanlıların kendilerinin olarak gördükleri Küçük Asya’daki (Anadolu’daki) toprakları yeniden ele geçirme yolunda atılan ilk adım olarak düşünülmüştü. Samsun’a çıkış da İstikbâl Harbi’nin ilk adımı olacaktı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na katıldığı andan itibaren aşırı derecede zayıflamış olduğu, o zamanlar birçok gözlemci açısından çok açık olan bir gerçekti. İmparatorluk içinde gıda maddeleri, silah ve mühimmat yetersiz düzeydeydi. Merkezi hükümetin Anadolu’da işgalci kuvvet konumundaki Yunanlılara karşı direnişi teşkilâtlandırabilmek için elinde çok az şey bulunmaktaydı. Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri çok dağınık durumdaydı ve bütüncül bir liderliğe sahip değillerdi. Ancak Anadolu’da hâlâ iyi şekilde işleyen tek şey, Sultan II. Abdülhamid tarafından kurulmuş olan telgraf sistemiydi. Mustafa Kemal Paşa harp sırasında bu sistemi en mükemmel şekilde kullanacaktı.

Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan toprakların parçalanması konusunda kararlı olan işgalci güçlere ve müttefik kuvvetlerine karşı gerçekleştirilecek mücadelenin, kendi komutası altında ulusal bir hareket olması gerektiği kanısına varmıştı. Fakat kendi planlarını kamuoyuna duyurmanın zamanı henüz gelmemişti. Kendisini hâlâ, padişahın İstanbul’u işgal etmiş olan Müttefik kuvvetlerin kontrolü altında bulunduğu bir dönemde, halkını kurtarmak için mücadele eden biri olarak sunmaktaydı. Bu örtü altında sahip olduğu asıl fikir, dili Türkçe ve dini İslam olan bütün halklar için, milliyetçilik temeline dayandırılmış egemen ve bağımsız bir Türk devleti kurmaktı. Bu önemli kavşak noktasında Mustafa Kemal, hâlâ ulemanın desteğine ihtiyaç duymaktaydı; günümüze kadar gelen bir fotoğrafta o alimlerle birlikte ibadet ederken görülmektedir. Daha sonra laiklik onun politikasının temel noktalarından biri haline gelecekti.

Samsun’dan sonra Mustafa Kemal Paşa ile maiyetindekiler içerilere doğru hareket ettiler. Ona başkente geri dönme emri veren padişahın hükümetinden gelen mektuplar da onların peşlerinden geldi. O sadece gelen bu telgrafları görmezlikten geldi. Eyalet valilerine gönderilen emirler, onlara Mustafa Kemal’in görevden alındığını, bu yüzden kendisinin verdiği emirlere uymak zorunda olmadıklarını bildiriyordu. Onu tutuklamak üzere bir ajan da gönderildi. Padişah geri dönmesi ya da istifa etmesi konusunda kendisine baskıda bulunuyordu. İstifa etmek, Mustafa Kemal Paşa açısından oldukça rahatsızlık verici bir meseleydi. İlk gençlik yıllarından beri muhteşem olarak algıladığı kendi imajını cisimleştiren askeri üniformalar giymekteydi. İstifa etmek, onu düşmanlarından koruyacak resmi bir görevinin kalmaması anlamına gelecek ve kendine duyduğu saygı ciddi oranda azalacaktı. Aynı zamanda herhangi bir resmi statüsü kalmaması durumunda ona kim itaat edecekti? Onun talihinin en dibe vurduğu noktada, Mustafa Kemal’in ve modern Türkiye Devleti’nin tarihinde belirleyici nitelikte olacak çok önemli bir olay meydana geldi.

Padişah tarafından görevden alınma ya da kendisinin istifa etmesi seçenekleriyle karşı karşıya kaldığı noktada, doğu Anadolu bölgesinde yer alan Erzurum’da bulunduğu bir sırada 8 Eylül 1919 tarihinin akşamında saat 10: 50’de Mustafa Kemal Paşa ordudaki görevinden istifa etti. Böylece yetişkinlik çağı boyunca ilk defa sivil bir kişi durumuna düşmüş oldu. Bütün ümitleri, artık bölgede 15,000 Osmanlı askerine komuta etmekte olan Kazım Karabekir’e bağlanmıştı. Kazım Paşa’nın bir süvari müfrezesiyle birlikte Erzurum’a yaklaştığı haberi kendisine ulaştı.

Mustafa Kemal’in bulunduğu binaya ulaştıktan sonra süvari müfrezesi dikkat konumuna geçti ve Kazım Paşa’yı selamladı. Paşa da selama karşılık verdi ve Mustafa Kemal Paşaya şunları söyledi: "Paşam, ben sizin emrinizdeyim. Kendim, askerlerim ve askeri heyetim. Hepimiz senin emrindeyiz.” Sivil bir kişi olsa da artık Mustafa Kemal’in emrinde askerler bulunmaktaydı. 19 Mayıs 1919 tarihi ile 29 Ekim 1923 tarihi arasında cereyan eden birçok önemli olay arasında bu olay en belirleyici olanıydı.

İstifa etmesi, Mustafa Kemal’i padişaha karşı görev duygusundan kurtarmış ve böylece onu isyan hareketi gerçekleştirme tehlikesinin dışında tutmuştu. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Erzurum şubesinin yürütme kurulunun başkanı olarak Mustafa Kemal, 23 Temmuz tarihinde Erzurum’da toplanan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kongresine katıldı ve kongrenin başkanlığına seçildi. Hâlâ kendisini padişahı müttefik yetkililerinin etkisinden kurtarmak için çaba gösteren biri olarak sunmaktaydı. Erzurum Kongresi’nde yapılan çalışma sonunda Erzurum Deklarasyonu yayınlandı. Bu belge, Mustafa Kemal’in başkanlığında Eylül ayının 4’ü ile 11’i arasında Sivas’ta toplanacak olan Sivas Kongresi tarafından Misak-ı Milli’nin (28 Ocak 1920) yayınlanmasını önceden haber veren bir belgeydi. Bu belgeler, Osmanlı ‘sınırlarının’ korunması ve ihlal edilmemesi (yani 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesinin imzalandığı tarihte Türklerin yaşamakta olduğu Osmanlı toprakları Türklerin elinde kalmalıydı), Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan azınlıkların sahip olduğu ve kapitülasyonlar olarak bilinen özel hakların ortadan kaldırılması ve Türkler için self-determinasyon ilkesinin uygulanması çağrısında bulunmaktaydı.

Başlangıçta Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilecek Genel Müfettiş olarak seçilmesini destekleyen ve daha sonra Mustafa Kemal Paşayı görevinden alma teşebbüsünde bulunan Damat Ferid Paşa 2 Ekim 1919 tarihinde sadrazamlık görevinden alındı. Yeni sadrazam Mustafa Kemal’in Osmanlı Millet Meclisi için yeni seçimler yapılması çağrısına rıza gösterdi. 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan Mecliste Kemalist milliyetçiler en büyük siyasi grubu oluşturmaktaydı. 28 Ocak günü Meclis, tam bağımsızlık ve topyekun egemenlik çağrısında bulunarak Misak-ı Milli’yi kabul etti.

Sonunda Mustafa Kemâl, dikkatini, Fransız askerlerinin Güneydoğu Anadolu’da bulunması gibi askeri meselelere çevirme fırsatı buldu. Onun askeri kuvvetleri Fransızları Maraş’ta durdurdular. Bunun arkasından Müttefik kuvvetleri 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u işgal ettiler. İngilizlerin yardımıyla Damat Ferit Paşa sadrazam olarak geri döndü. Paşa, Meclisi dağıttı ve dindar insanlara Mustafa Kemal’i ve işbirlikçilerini görüldükleri yerde vatan hainleri olarak öldürme emri veren bir ferman yayınladı. Mustafa Kemal 27 Aralık 1919’da Ankara’ya hareket ettikten sonra zaten faaliyetlerini bu şehre kaydırmış durumdaydı. Ankara değişik nedenlerden dolayı seçilmişti; bu nedenler arasında tren yollarının ulaştığı bir nokta olması ve Türkleri müttefik donanmalarının topa tutmasından koruyacak derecede iç bölgelerde yer alması da bulunmaktaydı. Mustafa Kemal’i destekleyenler kısa sürede Ankara’ya akmaya başladı; gelenler arasında İsmet (İnönü) de bulunmaktaydı. Mustafa Kemal, kendisini padişahtan ayırarak kendi hareketinin bayrağını açma yoluna gitti. Ankara’da bir Millet Meclisi’nin toplanması için çağrıda bulundu ve bu Meclis Büyük Millet Meclisi adı altında 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplandı. Bir sonraki gün Mustafa Kemal Meclis başkanlığına seçildi. Sadece Büyük Millet Meclisi’nin Türkiye adına hareket etme yetkisine sahip olduğu ilan edilerek yabancı güçlere bu yeni siyasi gerçek bildirildi. Ardından 24 Mayıs 1920 tarihinde padişahın hükümeti Mustafa Kemal’i ve arkadaşlarını gıyaplarında mahkum etti ve onları ölüm cezasına çaptırdı. Ölüm cezası imparatorluğun en üst din görevlisi olan şeyhülislam tarafından yayınlanan bir fetvayla desteklendi. Bâb-ı Fetva ile Mustafa Kemal karşı karşıya gelmişlerdi.

Bu dönemde Ankara’daki milliyetçilerin aldıkları haberlerin çoğu kötüydü. 11 Mayıs tarihinde Müttefikler, Sultanın hükümetine, Osmanlı Devleti’ni elinde bulunan çoğu toprak parçasından mahrum bırakan bir anlaşma taslağı ilettiler. Türk hâkimiyetine büyük bir darbe indiren bu anlaşma Mustafa Kemal’in işine yaradı. Bu küçük düşmeyi ortadan kaldırabilecek tek kişi olarak o görülmekteydi. Müttefikler İzmir’deki Yunan kuvvetlerine ellerinde tuttukları toprakları genişletme izni verdiklerinde ve onlar da bu yöndeki hareketlerine 22 Haziran tarihinde başladıklarında Mustafa Kemal’in konumu daha da güçlendi. 8 Temmuz’da Yunanlılar Bursa’yı aldılar ve Türkleri Ankara’ya doğru çekilmek zorunda bıraktılar. Mustafa Kemal Ali Fuat’ı (Cebesoy) kendisinin askeri komutanlığından aldı ve onu Büyük Millet Meclisi hükümetinin büyükelçisi olarak Moskova’ya gönderdi. Sovyetlerden mali ve askeri destek elde etmek için çaba gösteren milliyetçiler, topraklarında Ermenilerin kendi devletlerini kurma çabalarına karşı gösterdikleri direnişi daha da sertleştirdiler. Ermenilerle Türk milliyetçileri 3 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Antlaşması’nı imzalarken Sovyetler uzaktan seyretti. Ardından Sovyetler Ermenistan’ı bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak ilan ettiler. Böylece Türkiye’nin doğu sınırı bu şekilde geleneksel Arpaçay ve Aras nehirlerinin çizdiği sınır olarak belirlendi. Bundan sonra da 16 Mart 1921 tarihinde Sovyetler ile Türk milliyetçileri, Batum’u Sovyetlerin eline bırakan Moskova Antlaşması’nı imzaladılar.

Mustafa Kemal, aynı zamanda ülkenin batısındaki durumla da ilgilenmek zorundaydı. Yunanistan’ın içindeki siyasi meseleler ciddi şekilde kötüleşmişti.

Kral Alexander’ın ölümünden kısa süre sonra Venizelos hükümeti görevden uzaklaştırıldı. 6 Aralık tarihinde gerçekleştirilen halk oylaması 1917 yılında tahttan indirilmiş olan Alexander’ın babası Constantine’i kral olarak tekrar iş başına getirdi. Constantine, 1917 ile 1920 yılları arasında tasfiye edilmiş olan subayların birçoğunu tekrar iş başına getirdi. Bu kişiler arasında Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin genel komutanlığına getirilecek olan General Papoulas da vardı.

General Papoulas, 1921 yılının Haziran ayının başında Ankara yönünde Bursa’nın batısında yer alan Eskişehir vilayetindeki Miralay İsmet’in (İnönü) kuvvetlerine karşı bir saldırı gerçekleştirilmesi emrini verdi. İsmet Bey Eskişehir’den çekilmeye hazırlandığı bir sırada bazı nedenlerden dolayı Yunan kuvvetleri avantajlı konumlarından yararlanarak İnönü’deki tren istasyonuna karşı harekete geçmediler. Yunan kuvvetlerinin geri çekilmesi Türklerin bir zaferi olarak karşılandı, bugün bu savaş Birinci İnönü Savaşı olarak bilinmektedir. 1 Mart 1921 tarihinde İsmet Bey kendisine Paşa unvanının verilmesiyle generallik rütbesine terfi ettirildi. 1934 yılında Türklerin soyadı almasını zorunlu kılan kanun çıkarıldığında İsmet Paşa, İnönü soyadını alarak bundan sonra İsmet İnönü olarak bilinmeye başladı.

Bu arada İngiliz Başbakanı ve Yunanlıların destekçisi olan Lloyd George ile Müttefik yetkilileri, Türkleri ve Yunanlıları, aralarındaki silahlı mücadeleyi sona erdirmek üzere Sevr Antlaşması’nda gerçekleştirilecek bazı değişikliklere razı etmeye çalıştılar. 1921 yılının Şubat ayında bir toplantı gerçekleştirildi, fakat Müttefiklerin Anadolu’daki mevcut durumun Türk milliyetçilerinin lehine değiştiğini anlamamalarından dolayı bu girişim başarısız oldu. Anadolu’daki bu değişikliği ortaya çıkaran faktörlerden bir tanesi, Mustafa Kemal’in Sovyetlerle kurduğu, Türk tarafının işine yarayan ilişkiydi. Sovyetler Ankara’ya askeri ikmal malzemesi ve danışman sağlamasaydı, Türk milliyetçileri çok daha tehlikeli bir durum içinde olabileceklerdi.

Yukarıda bahsedilen Londra toplantısının başarısızlıkla dağılmasından sonra Kral Constantine Türklere karşı yeni bir saldırı başlatılması emrini verdi. 27 Mart tarihinde İkinci İnönü Savaşı başladı ve üç günlük yoğun bir çatışmanın ardından zafer yine Türklerin oldu. Yenilgilerden yılmayan Yunanlılar, Haçlı Savaşlarından beri Anadolu’ya ayak basan ilk Hıristiyan yöneticisi olarak Kral Constantine’in de aralarında bulunmasıyla 10 Haziran’da saldırılarını yeniden başlattılar. Başlangıçta başarılı olarak ilerleyen şiddetli bir Yunan saldırısıyla karşı karşıya kalan Mustafa Kemal, Ankara yönünde sistematik bir geri çekilme emri verdi. Büyük Millet Meclisi’nde ona muhalefet eden sesler duyuldu. Mustafa Kemal, tam otoriteye sahip olması şartıyla üç aylık dönem boyunca ordunun başkomutanı olmayı kabul edeceğini söyleyerek muhalifleri bastırmaya çalıştı. 5 Ağustos 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisi bu yetkiyi kendisine verdi. Mustafa Kemal Meclis üyelerine başarılı olacağı yönünde söz verdi. Onun karizması bütün ulusu bir araya getirdi; kadın-erkek, genç-yaşlı herkes ulusu savunma adına birlikte çalıştı.

Mustafa Kemal, padişahın hükümetinin Erkân-ı Harbiye reisliğini bırakarak Ankara’ya gelmiş olan çok güvendiği arkadaşı Fevzi (Çakmak) ile birlikte Ankara’nın 100 kilometre batısında yer alan (İskender’in Gordiyon’un düğümünü kestiği yer olan) Polatlı’ya gitti. Burada Türkler 23 Ağustos günü başlamış olan Yunan saldırısına karşı Sakarya Savaşı’nı verdiler. Savaş 13 Eylül’e kadar sürdü, sonuçta Yunanlıların Ankara’yı ele geçirmeleri engellendi. Büyük Millet Meclisi, yaptığı oylamayla Mustafa Kemal’e, savaş alanında Müslüman olmayanlara karşı savaşan kişi anlamına gelen Gazi unvanını verdi. Osmanlılar açısından bu unvan ilk padişahlara kadar uzanan bir silsile oluşturmaktaydı. Mustafa Kemal açısından bu unvanın özel bir çekiciliği vardı; bu olaydan bir süre sonra bu unvanı imzasının bir parçası olarak kullanacaktı. Bu, içselleştirdiği ‘küçük Mustafa’nın’ Gazi Mustafa Kemal, yani mükemmel bir kişi haline geldiği anlamını taşımaktaydı. Uzun bir aradan sonra, yas tutan annesini derdinden başarılı bir şekilde kurtardığını ve aynı zamanda ulusunun da kurtarıcısı haline geldiğini hissedebilirdi. Küçükken yaşadıklarına ve eksikliklerine karşı kendisini savunmada ona yardımcı olan içindeki muhteşem benlik ile gerçek dünyada kendisinin mükemmel bir Gazi olarak sivrilmesi, çok uzun zamandır içinde yaşamakta olan ‘küçük Mustafa’nın’ artık huzura kavuşmasını sağlamıştı.

Şimdi Mustafa Kemal’in muhteşem benliğiyle kendi gerçek dünyasında elde ettiği üstünlük arasında ortaya çıkan uyum, annesinin kendisine katılmak üzere İstanbul’dan Ankara’ya gelmesini istemesini mümkün kılmıştı. Bundan sonra her sabah Türklerin geleneksel olarak gerçekleştirdiği gibi annesinin elini öpecek, yani anneye hürmetini gösterecek, ondan sonra babasının yaptığı gibi günlük işlerine gidecekti. Bu şekilde onun uzun süredir koruduğu, önce mahalledeki dini okula gidip ardından da Batılı tarzdaki bir okulda eğitim alış hatırasının yeniden canlanması; onun, bilinç altında kendisini ‘kötü ana’ imajından uzaklaştırarak, idealize ettiği anne-Türk ulusu-imajını tamir ettiği kanaatine ulaşmasını sağladı.

İşte onun bu kendi kendine hayran olmasının tamir edici (tazmin edici) yönü, en şiddetli düşmanlarını bile onun olağanüstülüğünü tanımaya sevk etmiştir. Bu, aynı zamanda onun Türk ulusunu modern dünyaya taşımasını sağlayan özellikti.

Yunanlıları Sakarya’da yenilgiye uğrattıktan sonra, Türklerin Yunanlıları Anadolu’dan söküp atabilmesi için aradan bir yıl daha geçmesi gerekecekti. Yunanlılara karşı nihai saldırı 26 Ağustos 1922 tarihinde başlatıldı. Eskişehir’e karşı düzenlenen aldatıcı bir saldırıdan sonra Mustafa Kemal asıl saldırıyı Afyon’da bulunan en güçlü Yunan mevzilerine karşı gerçekleştirdi. Yunan kuvvetleri dağılıp kaçarken Türk kuvvetleri de arkadan onları takip etti. 30 Ağustos günü Mustafa Kemal’in bizzat kendisi daha sonra Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak isimlendirilecek olan muharebede Türk askerlerine komuta etti.

Mustafa Kemal’in büyüklüğü, başkalarının cesaret kırıcı gerçekler olarak görecekleri şeyleri onun imkanlar olarak algılamasını sağlamıştı. O, kendisini, etrafından anavatan tarafından sarmalanmış, koruyucu bir örtüyle örtülmüş, yenilmez biri olarak görmekteydi. Bu şekilde kendi askerlerine de ümit duyguları aşılayabiliyordu. 31 Ağustos’ta yayınladığı günlük savaş emrinde askerlerine şu emri vermişti: "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz, ileri!” Yunan ordusu telaşla İzmir’e doğru geri çekilirken Yunanlıların önde gelen komutanları esir edildi. Mustafa Kemal’in Yunanlıları İzmir’den atmak için 14 günün yeteceği tahminini bir gün aşacak şekilde 9 Eylül günü Türk ordusu İzmir’e girdi, bir gün sonra da Mustafa Kemal İzmir’deki Türk kuvvetlerine katıldı.

Türkiye’nin geleceği sorunuyla karşı karşıya kalan Mustafa Kemal, İsmet Paşayı (İnönü) Müttefikler tarafından Mudanya olarak isimlendirilen konferansa gönderdi. Konferans 3 Ekim 1922 tarihinde başladı ve ayın 11’ine kadar sürdü. Doğu Trakya’daki Meriç nehrine kadar olan toprakları Türklere veren bir ateşkes anlaşmazı imzalandı. Böylece savaşın bitmesiyle birlikte Atina’da gerçekleştirilen bir ayaklanma Kral Constantintine’in yeniden sürgüne gönderilmesini sağladı. Ardından da İngiltere’de Lloyd George iktidardan düştü, yerine Bonar Law İngiliz başbakanı oldu. Bu arada Mustafa Kemal de Ankara’ya döndü ve orada sonuçları uzun dönemli olacak bir kararın alınmasını sağladı. Mustafa Kemal’in, halifeliğin saltanattan ayrılması ve ardından saltanatın kaldırılması kararının alınmaması durumunda "bazı kafaların uçurulacağı” tehdidi karşısında, Büyük Millet Meclisi saltanatı lağveden kararını aldı. Herhangi bir hanedanın yaşayabileceği en muhteşem dönemleri de yaşayan Osmanlı İmparatorluğu, böylece altı yüzyıl ayakta kaldıktan sonra tarihin sayfalarına tevdi edilmiş oldu.

VI. Mehmed Halife olarak görevini devam ettirmekteydi, fakat onun İstanbul’daki varlığı milliyetçiler açısından problem oluşturmaktaydı. Eskinin padişahı ve o günün halifesi olan VI. Mehmed, İngilizlerden kendisini İstanbul dışına çıkarmalarını isteyerek söz konusu problemi kendisi çözmüş oldu. İngilizler onu bir İngiliz gemisiyle uzaklaştırarak ona lütufta bulunmuş oluyorlardı. Sonunda padişah San Remo’ya yerleşecek ve orada 1926 yılında vefat edecekti. Yeğeni Abdülmecit 1 Kasım 1922 tarihinde Büyük Millet Meclisi tarafından yeni halife olarak seçildi.

Mustafa Kemal açısından hem siyasi hem de kişisel olaylar hızla gelişmişti. 14 Ocak 1923’te annesi vefat etti. Hem kendisine yakın hem de kendisinden uzak olmak istediği görkemli şahsiyetten sonunda bu şekilde kurtulan Mustafa Kemal, Batıda eğitim görmüş bir Türk kadını olan ve İzmir’in en zengin ve güçlü ailelerinden birisine mensup bulunan Latife Hanımla 29 Ocak günü evlendi. Mustafa Kemal’in yabancı ya da Türk birçok kadınla ilişkisi olmuştu, fakat bunlardan hiçbiri onun ortaya çıkmakta olan modern Türk kadını için aradığı bir örnek oluşturmuyordu. Latife Hanım, bu beklentileri karşılamaya çalışan bir kadındı, fakat aynı zamanda Mustafa Kemal’in hayat tarzını değiştirmek ve onu kontrol etmek istediği için onda hoşnutsuzluk da yaratacaktı. Evlilikleri 5 Ağustos 1925 tarihinde (dini çerçevede gerçekleştirilmiş bir talâkla) sona erecekti.

Düğünden sonra Mustafa Kemal’in Ankara’da yapması gereken başka şeyler de bulunmaktaydı. Uzun süreden beri toplanacağı vaat edilen, Türkiye’nin geleceği konusunu ele alacak olan konferans, 21 Kasım 1922 tarihinde Lozan’da toplandı. Konferansa 4 Şubat 1923’te ara verildi, ardından 23 Nisan’da yeniden toplandı. İsmet İnönü’nün becerikli bir şekilde yürüttüğü epeyce söz mücadelesinden sonra bir anlaşma tasarısı hazırlandı ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalandı. Bu anlaşma 23 Ağustos günü yeni seçilmiş Büyük Millet Meclisi tarafından onaylandı. Türkiye’nin şimdi tam egemen bir ulus olarak tanınması ve Müttefik askerlerinin 2 Ekim’de İstanbul’dan çekilmesiyle birlikte Mustafa Kemal, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması için harekete geçti. Cumhuriyet 29 Ekim 1923 günü ilan edildi, ilk cumhurreisi olarak da Mustafa Kemal seçildi.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, ardından yeni cumhuriyetin laikleştirilmesi için yoğun bir çabaya girişti. 3 Mart 1924 tarihinde halifelik kaldırıldı, Osmanlı hanedanının geri kalan üyeleri sürgüne gönderildi, dinî okullar kapatıldı ve dini teşkilât devletin kontrolü altına alındı.

Alınan bu önlemlerde Mustafa Kemal’in temel kaygılarını görmekteyiz. İlgilendiği bu temel konular laiklik ve eğitimdi. Onun ümidi ve beklentisi, laikliği de içeren modernleşme sürecinin önce eğitim görmüş şehir seçkinleri arasında gerçekleşmesi ve ardından diğer şehirli gruplar arasında ve en sonunda kırsal kesimde yaygınlık kazanmasıydı.

Aynı sürecin eğitim alanında da gerçekleşmesi ümit ediliyordu, fakat bu alanda olumsuz etki doğuran başka faktörler de bulunmaktaydı.

Bu faktörlerden bir tanesi, cumhuriyetin elinde, sürekli artmakta olan eğitim ihtiyacını karşılayabilmek için, ülke çapında yeterli olacak düzeyde okul ve sınıf inşa etmeye yetecek ekonomik kaynağının bulunmamasıydı. Ayrıca kırlık kesimde görev almayı kabul edecek öğretmen, özellikle de kadın öğretmen sıkıntısı çekilmekteydi.

Sonunda ikili modernleşme ve eğitim sürecinin bütün halka yayılması yerine, kırlık kesim büyük kitleler halinde şehirlere göç etti; bu da kıyafet ve davranış da dahil olmak üzere özellikle dini eğitim ve görenekler alanında daha fazla dini serbestlik tanınması talebinin ortaya çıkmasına neden oldu. Nutuk’unda Atatürk, milletin geleceğini gençliğe emanet ettiğini belirtmiştir. Modernleşmenin, eğitimin ve devletin geleceği konusunda dinin sahip olacağı rolün ortaya çıkardığı çok önemli ivedi meselelere Türkiye gençliğinin nasıl tepki vereceği, cevabı merakla beklenen bir konu olma özelliğini korumaktadır.

Prof. Dr. Norman ITZKOWLTZ

Princeton Üniversitesi /A.B.D.

Alıntı Kaynağı: Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 16 Sayfa: 411-422

Kaynaklar :

♦ Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam: Mustafa Kemal’in Hayatı, 3 cilt, (Remzi Kitabevi, İstanbul, 1969).

♦ Kinross, Lord, Ataturk: The Rebirth of a Nation, (Weidenfeld and Nicolson, Londra, 1964).

♦ Mango, Andrew, Ataturk, (Overlook Press, Woodstock, NY, 2000).

♦ Volkan, Vamik D. and Itzkowitz, Norman, The Immortal Ataturk: A sychobiography.

♦ Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, (AKDTYK, Ankara, 1989).

♦ Sonyel, Salahi, Ataturk-The Founder of Modern Turkey, (Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989).

♦ S. Anderson, The Eastern Question, (Macmillan, London, 1972). 8) Georges-Gaulis, Berte, La Nouvelle Turquie, (Armand Colin, Paris, 1924).

♦ Edip, Halide, The Turkish Ordeal, (John Murrary, London, 1926).

♦ Heper, Metin, İsmet İnönü: The Making of a Turkish Statesman, (Brill, Leiden, 1998).

TÜRKÇE DOSYASI : TÜRK DÜNYASINDA ATASÖZLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR DENEME

Turk_Dunyasi-067

TÜRK DÜNYASINDA ATASÖZLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI ÜZERİNE BİR DENEME

Bilindiği gibi atasözleri, bir konu hakkında birçok cümle ile ifade edilecek duygu ve düşünceleri birkaç kelime ile ortaya koyan özel ifadelerdir. Asırların süzgecinden süzülüp gelen ve günümüzde en güzel şeklini alan bu sözler bazen kitaplar dolusu açıklamaların yerini alıverir. Bu davranış biçimi bütün toplumlarda kendilerine has bir tarzda ortaya çıkar ve millet diyebileceğimiz toplumlarda zamanın da etkisiyle bazıları kaybolur, bazıları da değişikliklere uğrar. Bazıları ise hiç değişmeden yüzyıllar boyu yeni nesillere aktarılmak suretiyle yaşar.

Bu atasözlerinde o topluma ait pek çok ip ucu vardır. Dikkatli bir inceleme ile atasözleri sayesinde o toplum ile ilgili pek çok bilgiye ulaşmamız mümkündür. Genel bir ifade ile "bir milletin yaşama biçimi, hayat tarzı”nı bulabiliriz.

Karaçay Türkleri atasözlerindeki ifadelerin Türkiye Türklerindeki benzerliğini incelediğimizde her iki Türk boyunda da "bir milletin yaşama biçimi, hayat tarzı”nı bulduk. Sayın Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun yönlendirmesi ile diğer Türk boylarındaki ifade biçimlerine göz attığımızda pek çok atasözünün aynı biçimde kullanıldığını gördük.

Sakaoğlu, Anadolu’daki atasözlerini

1. Bütünüyle benzer olanlar

2. Bazı yönleriyle benzer olanlar

3. Bütünüyle farklı olanlar

olmak üzere üç grupta değerlendirmektedir.[1] Biz de aynı dağılımı Türk dünyasında gözledik. Bu da tabii bir durumdur. Geniş bir coğrafyaya dağılan Türk milletini oluşturan boyların atasözleri arasında dikkati çeken farkların bir çoğunun hayat şartları, bölge, zaman, ayrı iklim ve başka milletlerle olan münasebetten doğduğu muhakkaktır.[2] Ama bu ayırıcı faktörlere rağmen gördük ki, ta Adriyatik’den Çin Seddi’ne kadar olan geniş bir coğrafyada aynı kelimelerle, aynı manâlarla aynı atasözleri söylenmektedir.

Sınırlı imkanlarla ulaşabildiğimiz kaynaklardaki Türk atasözlerini diğer Türk boylarındaki şekliyle karşılaştırmaya çalıştık ve yine gördük ki Türklük dünyasının damarlarında tertemiz bir kan dolaşmaktadır. Aynı olaylar karşısında hemen hemen aynı kelimelerle aynı duygu ve düşünceler ifade edilmektedir. Türk Milleti’nin Kuzey Kafkasya’daki küçük bir topluluğu olan Nogay Türklerindeki hayat tarzı ile en kalabalık nüfusa sahip olan Türkiye’deki hayat tarzı arasında çok büyük bir fark bulunmamaktadır. Küçük farklar ise; bir Karslı ile bir Kütahyalı arasındaki fark kadardır.

Atalarımız, ana yurtlarından ayrılıp yeryüzünün değişik bölgelerine dağılırken, kültür ürünlerini de beraberlerinde taşımışlardır. Böylece, aynı kökten beslenen bir ağacın bütün dallarında aynı meyvenin yetişmesi gibi, yeni vatanlarında hep benzer duyguları dile getirmişlerdir. Bir ağacın bir veya birkaç dalının kabul edebileceği diğer bazı benzer meyvelerin aşılanması gerçeğinde olduğu gibi, atalarımız da yadırgamıyacakları kültürlerden tesirler almış, ancak onları milli benliklerinin içinde eritmesini bilmişlerdir. Aynı kültürün küçük farklılıklarla karşımıza çıkmasını tabii karşılıyoruz. Büyük bir meyve ağacı düşünün. Daha çiçek açarken bile bütün dallarda tam bir birlik göremeyiz. Çiçekler hızla gelişerek meyveye dönüşür, toplanıp yenecek hale gelir. Bu meyvelerin büyüklükleri, tatları, renkleri hasılı birçok özellikleri küçük farklılıklar gösterir. Ama hiç kimse o meyvelerin aynı ağaca ait olmadığını söyleyemez.

Yukarıda göstermeye çalıştığımız gibi, kültür ağacımızın meyvelerinin de kökünden uzaklaştıkça bazı değişikliklere uğraması normaldir. Elbette bizim kadar geniş bir coğrafyaya yayılan bir soyun kültürü bu tür değişmelere uğrayacaktır. Ancak, başka ülkelerin topraklarında yaşasa bile onlar, aynı kökten geldiklerini unutmamışlar, o ağacın tadını, kokusunu, rengini aynı güneşin ısıttığı dünyamızda başka bir topraktan beslenerek yaşatmaya devam etmişlerdir. Nasıl ki bitkiler, yetiştikleri coğrafi bölgelere göre kendilerine has birer yayılma sahasına sahiplerse, kültürler de ilk çıktıkları yerden başlayarak yeni yeni sahalara sahip olmuşlardır. Bizim kültürümüz de yayıldığı her yere aslından pek az bir kayıpla ulaşmış ve özünü daima korumuştur. İşte bu kültür akışı, bizim milli beraberliğimizin en büyük teminatıdır. Bugün aynı atasözünü söyleyebiliyorsak, çocuklarımız aynı tekerlemeleri söyleyebiliyorsa, türküler, ninniler, ağıtlar hep aynı kalıplara dökülebiliyorsa aynı ağacın dalları olduğumuz içindir.

Atalarımızın bize bıraktığı kültür ürünlerinden atasözleri dünyasına girip bir bakalım. Biz rastladığımız eserlerdeki benzer atasözlerimizi bir araya getirdik ve Türk Dünyası haritasını okuyucunun gözü önüne serdik. Bu denemenin bir ekip çalışması ile daha da geliştirilerek Türk dünyasındaki birlik ve beraberliğin dosta düşmana ilan edilmesi en büyük temennimizdir.

Türki.. Aç tavuk düşünde kendini buğday ambarında görür. (ADS1, 110)

Aç tavuk düşünde darı görür. (TASH, 73)

Azeri.. Aç toyuğ yuhusunda darı görer. (AHYÖ, 149)

Karaç.. Tavuk tüşü-tarı bürtük. (NKÇ, 61)

Nogay.. Tavıklın tüsine tarı ener. (i.çeneli, 28)

Kırım.. Aş tavuk tüşünde tarı körer. (DKTAD, 21)

Özbek.. Aç itning çüşige söngek kirer.

Trkmn.. Aç tavuk düyşünde darı görer. (TIIM, 201)

Kosov.. Aç tilçi ruyasında touk cürür.

Türki… Adam olacak çocuk, bokundan belli olur. (ADS1, 113)

Dlt… Boldaçı buzagu öküz ara belgülüg. (I, 528, 17)

Karaç.. Adam bolluk atlamından belgili. (KNS, 158) Bolur-boğundan belgili. (KNS, 189)

Kumuk.. Ögüz bolacak tana, tanavundan belgili. (AVAS, 24)

Krgız.. Bolor muzoo bogunan. (KA, 141)

Trkmn.. Bolcak oglan bolşundan belli. (TIIM, 203)

Irak Yaşamayan uşağ pohunnan bellidir. (ITDA, 315)

Kıbrıs.. Adam olacak çocuk bokundan bellidir. (KTADS, 44)

Yugos.. Ümürsüz çoçogon bokondan bellidir.

Türki.. Adamın adı çıkacağına canı çıksın. (ADS1, 112)

Azeri.. Yaman addan ölüm yahşıdır. (HDD, 103)

Karaç.. Atıng amannga çıkğandan ese, canıng tamağıngdan çıksın. (NKÇ, 77)

Kırım.. Adı şıkdı tokuzga, tüşmez endigi sekizge. (DKTAD, 16)

Irak Adamın adı haraba çıkacağına canı çıksın. (ITDA, 264)

İnsanın adı harab’a çıhınca. (ITDA, 292)

Kıbrıs.. Birinin adı çıkacağına canı çıksın. (KTADS, 63)

Kosov… İnsanın daha ey canı ise adi çıksın.

Türki.. Ağaç fidan (yaşken) iken eğilir. (TASH, 242)

Karaç.. Çıbıklıkda bügülmegen, kazıklıkda bügülmez. (KNS, 43)

Kırım.. Terek talında iyilir (ağaç fidan iken eğilir). (DKTAD, 88)

Trkmn.. Ağaçı yaşlıkdan bük. (TIIM, 201)

Irak Ağaç yaş iken eğili. (ITDA, 264)

Kıbrıs.. Ağaç yaşıkan eğilir.

Yugos.. Ağaç yaş içer eğrilir.

Türki.. Ağlamayan çocuğa meme vermezler. (ASD1, s, 117, 115)

Azeri.. Ağlamayan uşağa süt vermezler. (AHYÖ, 149)

Karaç.. Cılamağan caşha cukka salınmaz. (NKÇ, 28)

Cılamağan caşha anası emçek salmaz. (KNS, 189)

Kazan.. Yılamagan balaga imçek birmiyler. (KzTAD, 78)

Kırım.. Cılamagan balaga emşek berilmez. (DKTAD, 40)

Krgız.. Iylabağan balağa emçek cok. (KA, 153)

Bala ıylabay emçek kana. (KA, 138)

Trkmn.. Emgenmedik oglana emçek cok. (TIIM, 205)

Irak Uşağ yığlamasa ağzına emcek koymazlar. (ITDA, 315)

Kosovv. Çocuk aglamadan ana ele almas.

Türki… Akıl yaşda, değil baştadır. (ADS1, 123)

Azeri… Ağıl yaşda deyil, başdadı. (AHYÖ, 149)

Ağıl başda olar. yaşda olmaz. (AF, 235)

Karaç.. Akıl caşda, kartda da tüldü-başdadı. (NKÇ, 25)

Kumuk.. Yaşda tügül, başda. (AVAS, 39)

Nogay.. Akıl yasta tuvıl, basta. (NKÇ, 326)

Kırım.. Akıl caşda tuvul baştadır. (DKTAD, 16)

Kırgz.. Asıl başdan, asıl taştan. (KA, 47)

Özbek. Agl yaşta emas, baştadır. (TIIM, 184)

Uygur Ekil yaşta emes, başta. (i.çeneli, TK, kasım 84)

Trkmn. Akıl yaşda bolmaz, başda bolar. (TIIM, 201)

Irak Akıl yaşta dögü, baştadı. (ITDA, 265)

Kosov. Akıl dil, baştadır.

Türki.. Akıllı düşman akılsız dosttan hayırlıdır. (ADS1, 121)

Deli dostun olacağına akıllı düşmanın olsun. (ADS1, 199)

Azeri.. Merdin tövlesi, namerdin otağından yahşıdı. (AF, 243)

Karaç.. Aman şohung bolgandan ese, igi cavung bolsun.

Aman şuyohung bolğandan ese, bolmağanı igidi. (MNS, 11)

Kazan.. Cüler dustan akıllı duşman yahşırak. (KzTAD, 37)

Kırım.. Akıllı duşman, akılsız dostan iygidir. (DKTAD, 16)

Krgız.. Akmak dostan akılduu duşman. (KA, 133)

Özbek.. Akılsız dostdın akıllu düşman yahşıdur.

Trkmn.. Nadan dostdan, dana düşman yagşıdır. (TIIM, 208)

Irak Akıllı düşman akılsız dosttan iyidir. (ITAD, 265)

Kosov.. Akılli duşmandan korkma, akılsıs dosttan kork.

Türki.. Alışmış kudurmuştan beterdir. (ADS, 127)

Azeri.. Tadanmış gudurmuşdan artıgdır.OGZ, 135

Karaç.. Ürenngen avruv tohdamaz.

Kırım.. Tatangan kuturgandan beter. (DKTAD, 86)

Irak Alışmış-öğrenmiş-kudurmuşdan beterdi. (ITDA, 265)

Kıbrıs.. Alışmış kudurmuştan beterdir. (KTADS, 37)

Yugos.. Alınmiş kudurmiştan beterdir.

Dadanmiş kudurmiştan beterdir.

Türki.. Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al. (ADS, 134)

Azeri.. Anasına bah, gızını al-gırağına bah, bezini al. (AHYÖ, 149)

Kumuk.. Anasına karap kızın al, aşına karap tuzun sal. (AVAS, 29)

Nogay.. Ayagın körip asın iş, anasın körip kızın al. (NKÇ, 350)

Ayagına kara da kımızın iş, anasına kara da kızını al. (NKÇ, 350)

Kazan.. Bakraçına bagıp suvın iç, anasına bagıp kızın kuç (KzTAD, 30)

Trkmn.. Enesini görüp gızını al, gırasını görüp bızını al. (TIIM, 205)

Irak Kenarına bah bezini al, nenesine bah kızını al. (ITDA, 294)

Astarına bah üzünü al, nenesine (annesine) bah kızını al. (ITDA, 266)

Türki.. Arabanın ön tekerleği nereden geçerse, art tekerleği de oradan geçer. (ADS1, 136)

Azeri.. Su ahan arhdan bir de ahar. (AHYÖ, 153)

Karaç.. Arbanı al çarhı kirgen cerden art çarhı da öter. (MNS, 14)

Arbanı allı kalay barsa, artı da alay baradı. (KNS, 146)

Baş kalay barsa, ayak da alay baradı. (KNS, 146)

Nogay.. Aldı tegerşik kaydan köşse, songgısı da sonnan köşer. (NKÇ, 309)

Kazan.. Algı küpçek kaydan tegerese artkısı da şundan tegerer. (KzTAD, 25)

Kırım.. Arabanıng ald tegerşigi kayerden cürse ard tegerşigi de o yerden cürer. (DKTAD, 19)

Baş kayaka ketse ayak o yaka keter. (DKTAD, 30)

Kazak.. lyne ötken cerden cipte öter.

Kıbrıs.. Ön tekerlek nereye giderse, arka tekerlek de oraya gider. (KTADS, 179)

Baş nereye giderse, ayak da oraya gider. (KTADS, 62)

Türki.. Atlar tepişir, arada eşekler ezilir. (ADS1, s, 147, 342)

Dlt Ikka bugra igeşür otra kökegün yançılur.

Azeri.. Atlar depişirse, arada eşek ölür. (OGZ, 28)

Karaç.. Eki at tabanlaşsala, arada eşek ölür. (NKÇ, 75)

Kumuk.. Eşek de, at da tebinse, eki arada buzav yazık bolur. (AVAS, 52)

Kırım.. Atlar tebişir arada eşek ezilir. (DKTAD, 23)

Krgız.. Eki döö kağışsa, orto cerde kara çımın kırılat. (KA, 150)

(Iki deve döğüşür, arada kara sinek ezilir.)

Trkmn.. Iki at depişer, arasında eşek öler. (TA, 84)

Türki.. Ayağını yorganına göre uzat. (ADS1, 150)

Azeri.. Ayağını yorganına göre uzat. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Cuvurganınga köre ayağıngı uzat.

Kazan.. Ayağıngnı tüşeginge küre suz. (KZTAD, 29)

Kırım.. Ayağın corkanınga köre uzat. (DKTAD, 24)

Özbek.. Karpanga garab ayağını uzat. (TIIM, 192)

Trkmn.. Yorganına göre ayak uzak. (TIIM, 211)

Irak Yorğanıva göre ayağıv uzak. (ITDA, 316)

Yugos.. Yorgana cüre ayaklarıni uzat.

Türki.. Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır. (ADS1, 151)

Karaç.. Ayıpsız teng izlegen tengsiz kalır. (MNS, 10)

Kumuk.. Ayıpsız dos izlegen dossuz kalır. (AVAS, 26)

Kırım.. Kusursuz dos kıdırsang dossuz kalırsıng. (DKTAD, 69)

Irak Ayıpsız dost isteyen, dostsuz kalı. (ITDA, 267)

Türki.. Azıcık aşım, kaygısız başım. (ADS1, 153)

Azeri.. Azacığ aşım, ağrımaz başım. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Aç karnım, tınç kulağım. (NKÇ, 64)

Kırım.. Az aşım avrusuz başım. (DKTAD, 114)

Özbek.. Aç garnım, tinç gulağım. (TIIM, 182)

Trkmn.. Aç başım, dinç gulagım. (TIIM, 201)

Irak Azıcık aşım, ağrısız başım. (ITDA, 267)

Türki.. Bal bal demekle ağız tatlanmaz. (ADS1, 158)

Azeri.. Bal demekle ağız tatlu olmaz. (OGZ, 76)

Karaç.. “Bal-bal!” degenlikge avuzung tatlı bolmaz. (NKÇ, 66)

Kazan.. Bal bal diyü blen avız tatlılanmas. (KzTAD, 30)

Kırım.. Bal bal demekmen avuz tatlılanmaz. (DKTAD, 28)

Trkmn.. Bal diyenin bilen agız süycemez. (TIIM, 202)

Irak Bal bal demeğten ağız şirin olmaz. (ITDA, 269)

Türki.. Bal tutan parmağını yalar. (ADS1, 160)

Azeri.. Bal tutan barmağ yalar. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Bal tutgan barmagın calar.

Kazan.. Bal tutkan barmak yalar. (KzTAD, 31)

Kırım.. Bal tutkan parmağın calar. (DKTAD, 27)

Özbek.. Bal tutgan barmağını yalaydı. (TIIM, 186)

Trkmn.. Bal tutan barmagını yalar. (TIIM, 203)

Türki.. Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez. (ADS1, s, 167, 490)

Azeri.. Gılınc yarası sağalar, dil yarası sağalmaz. (AHYÖ, 151)

Söz yarası gılınç yarasından beterdir. (HDD, 106)

Karaç.. Avuz cara bitelmez, kılıç cara bitelir. (NKÇ, 26)

Kılıç cara bitelir, avuz cara bitelmez. (NKÇ, 81)

Kumuk.. Kılıç yarası sav bolur, til yarası sav bolmas. (AVAS, 58)

Nogay.. Til yarası tüzelmes, kılış yarası tüzeler. (NKÇ, 332)

Kazan.. Kul yarası tüzelir, til yarası tüzelmes. (KzTAD, 56)

Kırım.. Kol carası keşer, til carası keşmez. (DKTAD, 65)

Trkmn.. Tıg yarası biter, söz yarası bitmez. (TIIM, 210)

Gılıç yarası biter, dil yarası bitmez. (TA, 80)

Irak Adamı kilinç öldürmez, tahne söz öldürü. (ITDA, 264)

Hançer yarası sağalı, dil yarası sağalmaz. (ITDA, 288)

Kıbrıs.. Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez. (KTADS, 61)

Kosov. Biçak yarasi ceçer, süz yarasi ceçmes.

Türki.. Bin bilsen de bir bilene danış. (ADS1, 167)

Azeri.. Yüz ölç, bir biç. (AHYÖ, 154)

Karaç.. Bile tursang da sora tur. (KNS, 38)

Nogay.. Eki ölşe, bir kes. (NKÇ, 356)

Kazan… Un mertebe ülçe, bir mertebe kis. (KzTAD, 69)

Kırım.. Bing bilseng de gene bir bilgenge danış. (DKTAD, 33)

Irak Bin düşün bir seleş. (ITDA, 270

Kıbrıs.. Dokuz ölç, bir kes. (KTADS, 86)

Türki.. Birlikden kuvvet doğar. Birlik dirliktir. (TASH, 153) bkz: nerde birlik….

Azeri.. Birlik hardadı, dirlik ordadı. (AHYÖ, 150)

El bir olsa dağı yerinden terpeder. (AF, 242)

Karaç.. Birlikte tirlik.

Kumuk.. Birlik bolmay tirlik bolmas. (AVAS, 16)

Nogay.. Tirlikting küşi-birlikte. (NKÇ, 304)

Kazan… Birlik tirliktir. (KzTAD, 34)

Kırım.. Kayerde birlik, o yerde tirlik. (DKTAD, 61)

Krgız.. Tiriliktin küçü birlikte. (KA, 165)

Kıbrıs.. Birlikten dirlik olur. (KTADS, 64)

Türki.. Bu günün işini yarına bırakma. (ADS1, 180)

Azeri.. Bu günün işini sabaha goyma. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Bügünngü işni tamblağa koyma.

Nogay.. Bügüngi isingdi tanglaga kaldırma. (NKÇ, 350)

Kazan… Bugüngi işni irtege kaldırgan kişining işi hiç bitmes. (KzTAD, 36)

Özbek.. Bugüngi işni ertaga goyma. (TIIM, 188)

Trkmn… Bu günki işi ertire goyma. (TAÖ)

Irak Bugünün işini yarına koyma, belki yarın sana yar olmaz. (ITDA, 271)

Kıbrıs.. Bögünün işini yarına bıragma.

Yugos. Bu cünün işini yarına bırakma.

Türki.. Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur. (ADS1, 196)

Dlt Tag tagka kavuşmas, kişi kişike kavuşur.

Azeri.. Dağ dağa govuşmaz, adam adama govuşar. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Tav tavğa tübemez, adam adamğa tüber. (NKÇ, 82)

Kumuk… Tav-tavğa yolukmas, adam-adamğa yoluğar. (AVAS, 24)

Krgız.. Eki too toşulbayt, eki el koşular. (KA, 151)

Özbek.. Tağ tağga gavuşmaydı, adam adama gavuşadı. (TIIM, 195)

Trkmn.. Dag daga govuşmaz, adam adama govşar. (TIIM, 204)

Irak Dağ dağa kavuşmaz, adam adama kavuşu. (ITDA, 276)

Kıbrıs.. Dağ dağa gavuşmaz, insan insana gavuşur.

Yugos.. Dağ dağle kavuşmaz, insan insanla gavvuşr.

Türki.. Damlaya damlaya göl olur. (ADS1, 196)

Dlt Birin birin ming bolur, tama tama köl bolur.

Azeri.. Tama tama göl olar. (OGZ, 132)

Karaç.. Tama-tama köl bolur, cıyıla-cıyıla el bolur. (NKÇ, 72)

Köl da tama tama boladı. (KNS, 138)

Tama tama köl bolulr, ağa ağa söl bolur. (KNS, 140)

Nogay.. Köp tükirse köl bolar. (NKÇ, 303)

Kazan.. Il tükürse kül bulur. (KzTAD, 47)

Kazak.. Tamışdan tama berse derya bola.

Trkmn.. Dama dama köl bolar, hiç dammasa çöl bolar. (TIIM, 204)

Köp damcadan köl bolar. (TIIM, 208)

Irak… Su damlaya damlaya göl olu. (ITDA, 308)

Adım adım yol olu, damla damla göl olu. (ITDA, 264)

Kıbrıs.. Damla damla göl olur, düşman gözü kör olur. (KTADS, 86)

Bir, bir daha bin olur. (KTADS, 61)

Yugos. Damlaya damlaya cül olur.

Damlaya damlaya col olur, damlacikdan sel olur.

Uygur. Köp tükürse köp bolur. (UAD, 230)

Türki.. Delikli taş yerde kalmaz. (ADS1, 199)

Azeri.. Delüklü taş yerde galmaz. (OGZ, 106)

Karaç.. Teşikli taş cerde kalmaz. (KNS, 177)

Kumuk.. Teşikli taş erde yatmas. (AVAS, 32)

Krgız.. Üttüü monçok cerde çatpayt. (KA, 167)

Trkmn.. Altın yerde yatmaz, yagşılık-yolda. (TA, 70)

Kıbrıs.. Delikli boncuk yerde kalmaz. (KTADS, 88)

Türki.. Dost başa düşman ayağa bakar. (ADS1, 210)

Azeri.. Dost başa bahar, düşmen ayağa. (HDD, 102)

Karaç.. Dosung başınga karar, cavung ayağınga karar.

Nogay.. Duşpan ayakka, dos baska karar. (NKÇ, 323)

Kazan.. Dus başka, duşman ayakka bağar. (KzTAD, 41)

Kırım.. Dos başka, duşman ayakka karar. (DKTAD, 45)

Özbek.. Dost başga, düşman ayagga garaydı. (TIIM, 189)

Irak Dost başa bahar, düşman ayağa. (ITDA, 278)

Kıbrıs.. Dost başa, düşman ayağa bakar. (KTADS, 83)

Yugos.. Dost başa bahar, düşman ayağa.

Türki.. Eceli gelen köpek cami duvarına siyer. (ADS1, 216)

Eceli gelen fare, kedinin yoluna çıkar. (TASH, 91)

Eceli gelen kiçe, çobanın ekmeğini yer. (TASH, 241)

Dlt Öldeçi sıçgan muş taşakın kaşır.

Karaç.. Çıçhannı acalı cetse, kişdikni kuyruğundan kabar. (KNS, 109)

Kırım.. Eceli kelgen it camining duvarına siyer. (DKTAD, 46)

Eceli kelgen ışkan catkan mışıgıng kuyrugun tırnar. (DKTAD, 46)

Eceli kelgen eşki, şobanıng tayagına süykenir. (DKTAD, 46)

Trkmn. Acalı yeten tilki, hinine bakıp üyrer. (TIIM, 201)

Irak.. Geçinin ameli azarsa gider çobanın ekmeğini yer. (ITDA, 284)

Kıbrıs.. Eceline susayan köpek, cami duvarına siyer. (KTADS, 97)

Koç kaşınınca çobanın topuzuna sulanır. (KTADS, 140)

Kırg (Af). Eçkining ölgüsü kelse, koyçunung tayagıga soyönöt.

Türki.. El eli yıkar, iki el de döner yüzü yıkar. (ADS1, 220)

Azeri.. El eli yuvar, iki el yüzi yuvar. (OGZ, 47)

Karaç.. Kol kolnu cuvar, eki kol betni cuvar. (KNS, 144)

Kumuk. Kol kolnu cuvar, bet betge bağar. (AVAS, 44)

Kol kolnu cuvar, eki de betni cuvar. (AVAS, 44)

Nogay.. Kol koldı yuvar, eki kol betti yuvar.

Kazan.. Kul kulnı yuwa, iki kul bitni yuwa (KzTAD, 56)

Trkmn.. El eli yuvar, iki el biğigin yüzi yuvar. (TA, 77)

Kıbrıs.. El eli yıkar, el de yüzü yıkar. (KTADS, 97)

Türki.. El için kuyu kazan, evvela kendi düşer. (ASD1, 221)

Azeri.. El üçün guyu gazan, özü düşer. (AF, 243)

Karaç.. Birevge uru kazğan, kesi tüşedi. (NKÇ, 68)

Birevge költürgen tayağıng kesingi başına tier. (NKÇ, 27)

Kumuk.. Özgege tuzak salğan-özü tüşer tuzakğa. (AVAS, 18)

Nogay.. Kisige şunkır kazsang, özing atılarsıng. (NKÇ, 352)

Dosınga şungkır kazba, özüng tüsersing. (NKÇ, 323)

Kazan.. Kişige baz kazma, uzing tüşersing (KzTAD, 54)

Kazak.. Birevge deb kör kazba, özün tüşersin.

Irak Başkası için kuyu kazan özü düşer. (ITDA, 269)

Kuyunu kazan içine düşer. (ITDA, 297)

Kıbrıs.. El kuyusu kazan, içine kendi düşer. (KTADS, 101)

Türki.. Erken kalkan (çıkan) yol alır, er evlenen döl alır. (ASD1, 227)

Sabahtan karnını doyuran, küçükten evlenen aldanmamış. 1724

Dlt Tünle yorıp kündüz sevnür, kiçigde evlenip ulgadha sevnür.

Karaç.. Ertde turğannı erkek atı tay tabar. (NKÇ, 84)

Ertde turğan bla ertde üylenngen sokuranmaz. (NKÇ, 84)

Nogay.. Erte turgan erding ırısı artık. (NKÇ, 306)

Erte turgannıng ırısı artar, erinmey yurgenning yurisi artar. (NKÇ, 341)

Kırım.. Erte turgan col alır, erte üylengen döl alır. (DKTAD, 49)

Erte turgannıng kısmet açık. (DKTAD, 49)

Türki.. Geçmiş yağmura kebe tutma. (TRAD, 134)

Karaç.. Cavgan canngurnu camçı bla kuvma.

Kumuk.. Getgen yangurnu artından yamuçu alıp çapmak hakılsızlık. (AVAS, 49)

Nogay.. Ozgan yamgırdı yamışı alıp kuvma. (NKÇ, 353)

Kazan.. Uzgan bulutnı tutup bulmiy. (KzTAD, 71)

Irak Geçmişe mazı diyeller. (ITDA, 284)

Kıbrıs.. Geçmişe mazi pişmişe kuzu derler. (KTADS, 110)

Türki.. Görmemişin oğlu olmuş, çekmiş çükünü koparmış. (ASD1, 245)

Karaç.. Kün körmegen kün körse, kündüz çırak candırır. (NKÇ, 30)

At körmegen atha minse, urub tüyüb atlatır; Koy körmegen koy körse, kuvub, sürüb otlatır. (KNS, 42)

Nogay.. Kün körmegen kün körse kündiz şırak yandırar. (NKÇ, 318)

Kazan.. Kün kürmegen kün kürse, kündüz çıra yandıra. (KzTAD, 56)

Kırım.. At minmegen at minse, şaba şaba ötdürür, Ton kiymegen ton kiyse, kaga kaga tozdurur. (DKTAD, 23)

Koy körmegen koy alsa, kuvalap cürüp otlatır, Kız körmegen kız tapsa başına kına salıp oplatır. (DKTAD, 67)

Irak Görmemiş, gördü gümüş, oldu kudurmuş. (ITDA, 285)

Kıbrıs.. Görgüsüzün bir oğlu olmuş, çeke çeke taşaklarını sökmüş. (KTADS, 116)

Türki.. Gülme komşuna, gelir başına. (ASD1, 247)

Azeri.. Gülme gonşuna, geler başına. (AHYÖ, 152)

Karaç.. Külme kartha, kelir başha. (KNS, 188)

Nogay.. Külme doska, keler baska. (NKÇ, 324)

Trkmn.. Gülme gonşına, geler başına. (TIIM, 206)

Irak Gülme konşuva, geli başıva. (ITDA, 286)

Yugos.. Gülme komşina, colur başına.

Türki.. Haydan gelen huya gider.. (ADS1, 254)

Azeri.. Haynen gele, vaynen geder.

Kumuk.. Haydan gelgen hüyden geter. (AVAS, 42)

Nogay.. Aram kapşıktıng tübi tesik. (NKÇ, 329)

Kazan.. Haramdan kilgen haramga kite. (KzTAD, 45)

Kırım.. Haramdan kelgen haramga keter. (DKTAD, 53)

Irak Haydan gelen huya gider, selden gelen suya gider. (ITDA, 288)

Kıbrıs.. Haydan gelen huya gider, sudan gelen sele gider. (KTADS, 125)

Türki.. Işleyen demir pas tutmaz.. (ADS1, 274)

İşleyen demir ışıldar. (TASH, 86)

Yuvarlanan taş yosun tutmaz. (TASH, 87)

Azeri.. Işlemeyen demiri pas basar.

Karaç.. Işde temir tot bolmaz. (NKÇ, 34)

Işlegen balta tot bolmaz. (NKÇ, 34)

Kazan.. Yürgen taş şumarır, yatkan taş müklenir (KzTAD, 80)

Kırım.. Işlegen temir ışıldar. (DKTAD, 57)

Irak Işliyen demir paslanmaz. (ITDA, 292)

Kıbrıs.. Işleyen demir pas tutmaz. (KTADS, 133)

Yugos.. Işleyen igne pas tutmaz.

Türki.. İt ürür, kervan yürür.. (ADS1, 276)

Kumuk.. İt haplar, kerivan geçer. (AVAS, 23)

Kazan.. İt ürür, büri yürür (KzTAD, 49)

Krgız.. İt üröt, kerben cüröt. (KA, 153)

Özbek.. İt ürür, karvan yürar. (TIIM, 191)

Trkmn.. İt üyrer, kerven geçer. (TIIM, 207)

Irak İt hürer kervan geçer. (ITDA, 292)

Türki.. İyiliğe iyilik her kişinin kârıdır, kötülüğe iyilik er kişinin kârıdır.. (ADS1, 277)

Azeri.. Yahşılığa yahşılığ her kişinin işidi, yamanlığa yahşılığ er kişinin işidi. (AHYÖ, 154)

Karaç.. Aşhılıkğa aşhılık har kişini işidi, amanlıkğa aşhılık erkişini işidi. (KNS, 171)

Ahşılıkğa ahşılık har kimni da işidi, amanlıkğa ahşılık ahşılanı işidi. (MNS, 18)

Nogay.. Yahşılıkka yahşılık-ar kisiding isi di, yamanlıkka yahşılık-er kisiding isi di. (NKÇ, 307)

Kazan.. Yahşılıkka yahşılık her kişining işidir, yamanlıkka yahşılık ir kişining işidir (KzTAD, 76)

Özbek.. Yahşılıkga yahşılık har kişining işidir, yamanlıkga yahşılık er kişining işidir. (TIIM, 197)

Trkmn.. Yagşılıga yagşılıg her kişinin işidir; yamanlıga yagşılık er kişinin işidir. (TA, 92)

Irak Eyiliğe eyiliğ her adamın kârı, haraplığa eyiliğ mert adamın kârı. (ITAD, 282)

Türki.. Iyilik et denize at, balık bilmezse halik bilir.. (ADS1, 277)

Azeri.. Yahşılığ ele balığı at deryaya, balıg bilmezse halığ biler. (AHYÖ, 154)

Karaç.. Igilik tas bolmaz.

Kazan.. Yahşılık kıl da deryaga sal; balık bilmese Halik bilir (KzTAD, 76)

Özbek.. Yahşılık gıl daryağa taşla, balığ bilmasa halıg bilar. (TIIM, 197)

Trkmn.. Yahşılık et de derya at, balık biler, balık bilmese halık biler. (TIIM, 210)

Irak Eyiliğ et at deryaya, balığ bilmezse Halik bili. (ITDA, 282)

Türki.. Karga yavrusuna bakmış, "benim ak pak evladım” demiş. (ADS1, 284)

Kuzguna yavrusu anka görünür. (ADS1, 284)

Karaç.. Çavka balasına "çımmakçığım”, kirpi va balasına "cumuşakçığım” deydi.

Karğa balasına: "çımmağım”, -dey edi. (NKÇ, 59)

Kirpi balasına: "cumuşağım”, -dey edi. (NKÇ, 60)

Ayünü balası ayüge ay körünür. (KNS, 97)

Kazan.. Karga da balasına "appağım” dir, kirpi de "yumuşacığım” dir. (KzTAD, 52)

Kırım.. Ayu balasın appagım, kirpi balasın cımşagım dep süyer. (DKTAD, 25)

Krgız.. Karga süyöt balasın "appağım” dep. (KA, 154)

Ar kimdiki özünö ay körünöt. (KA, 134)

Trkmn.. Garda da öz balasına ap-ağım diyer, kirpi de öz çagasına yumşaçağım diyer. (TIIM, 206)

Kıbrıs.. Karga yavrusu kendine zümrütü anka kuşu görünür. (KTADS, 160)

Türki.. Kaybolan koyunun kuyruğu büyük olur. (ADS1, s, 288, 1355)

Karaç.. Tas bolgan koynu kuyruğu ullu bolur.

Tas bolğan bıçaknı sabı altın. (NKÇ, 73)

Kumuk.. Ölgen sıyırnı sütü maylı bolur. (AVAS, 38)

Kazan.. Yugalgan pıçaknıng sabı altın. (KzTAD, 79)

Ülgen sıyır sütli, ülgen katın kutlı. (KzTAD, 72)

Kırım.. Ölgen sıyır sütlü bolur. (DKTAD, 77)

Krgız.. Cogolgon bıçaktın sabı altın. (KA, 147)

Trkmn.. lyten pıçagıng sapı altın. (TA, 85)

Türki.. Kendi düşen ağlamaz. (ADS1, 292)

Karaç.. Kesi cığılgan caş cılamaz.

Nogay.. Özi yıgılgan-yılamas (NKÇ, 353).

Kazan.. Üzi yıgılgan yılamas (KzTAD, 74)

Kırım.. Özü cıgılgan cılamaz. (DKTAD, 78)

Trkmn.. Özi yıkılan çaga aglamaz. (TAÖ)

Türki.. Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü görür. (ADSII, 776, 5778)

Deve kendi kamburunu görmez, karşısındakininkini görür. (TASH, 126)

Dlt Yılan kendü eğrisin bilmes, teve boynun eğri tir. (I, 127, 7)

Azeri.. Öz gözünde tiri görmür, özge gözünde gılı seçir. (AHYÖ, 152)

Karaç.. Közünde teregi bolgan, çöpü bolgannga sokur deyt. Közünde teregi bolğan çöbü bolğanga "sokur” dey edi. (NKÇ, 29)

Kırım.. El ayıbın körgende dört boladır közu, öz ayıbın körgende kör boladır közu. (DKTAD, 47)

Krgız.. Baka mayrığın bilbeyt, cılandı iyri-iyriy deyt. (KA, 138)

Trkmn.. Düye öz boynunıng egrisin bilmen, yılana egri diyermiş. (TAÖ)

Irak Deve öz kamburun görmez. (ITDA, 277)

Kıbrıs.. Kendi gözündeki merteği görmez de el gözündeki çöpü görür. (KTADS, 155)

Türki.. Kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle (işit, anla). (ADSII, 786)

Azeri.. Gızım sene deyirem, gelinim sen eşit. (AHYÖ, 151)

Karaç.. Kızım, sanga aytama, kelinim, sen eşit. (NKÇ, 53)

Kumuk.. Kızım, sağa aytaman, gelinim, sen tıngla. (AVAS, 31)

Kazan.. Kızım sınga eytem, kilinim sin tıngla. (KzTAD, 53)

Kırım.. Kızım saga aytaman, kelinım sen tıngla. (DKTAD, 173)

Özbek.. Kızım senga aytaman, kelinim sen eşit.

Kazak.. Gelinim sagan aytam, kızım sen tıngla. (N.Yüce, TKA, 307, 38)

Trkmn.. Gızım sanga aydayın, gelnim sen düş. (TIIM, 206)

Tatar.. Kızım sınga eytem, kilinim sin tıngla.

Bkırd.. Kızım hinge eytem, kilenem hin tıngla.

Kkalp.. Kızım sagan aytaman, kelinim sen tıngda.

Kıbrıs.. Kızım sana söylerim, gelinim sen anla. (KTADS, 155)

Yugos.. Kızıma süleyim, celınım anlasın.

Türki.. Kimin arabasına binerse onun türküsünü söyler. (ASÖZ, 369)

Gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıncını çalır. (ADS1, 238)

Karaç.. Kimni arbasına minseng, anı cırın cırla. (NKÇ, 81)

Kumuk.. Arbasına mingenni yırın yırlar. (AVAS, 15)

Kırım.. Kiming arabasına minse onung turkusun cırlar. (DKTAD, 173)

Irak.. Gâvur ekmeği yen gâvur kilinci atar. (ITDA, 284)

Kosov.. Çimın arabasına binersin, onun türçüsüni sülersin.

Türki.. Koyun can derdinde, kasap yağ derdinde. (ADS1, 301)

Azeri.. Keçi can hayında, gessab piy arzular. (AHYÖ, 152)

Kazan.. Kuyga can kaygı, itçige may kaygı. (KzTAD, 58)

Kırım.. Eşki can dertinde, kasap may peşinde. (DKTAD, 46)

Trkmn.. Geçee can gaygı, gassaba yag. (TAÖ)

Irak.. Geçi can vayında, kasap pim vayında. (ITDA, 284)

Kıbrıs.. Kasap yağ derdinde, keçi can derdinde. (KTADS, 143)

Türki.. Körün istediği bir göz, iki göz olursa ne söz. (ADS1, 305, 1490)

Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. (ADSII, 792)

Azeri.. Kor ne ister, iki göz-biri eyri biri düz. (AHYÖ, 152)

Kırım.. Sokur tiledi bir köz, Tangrı berdi eki köz. (DKTAD, 82)

Trkmn.. Körüng bir dilegi-iki gözi. (TAÖ)

Irak.. Kör ne ister iki göz, biri eğri biri düz. (ITDA, 296)

Kıbrıs.. Körün de istediği iki göz. (KTADS, 149)

Türki.. Misafir misafiri istemez, ev sahibi ikisini de. (ADS1, 319)

Azeri.. Gonag gonağı sevmez, ev issi ikisin de sevmez. OGZ, 148

Kazan.. Kunak kunaknı süymes, üy iyesi birsin de süymes. (KzTAD, 55)

Kırım.. Müsapır müsapırnı süymez, konakbay alayın süymez. (DKTAD, 73)

Krgız.. Konok konoktu söybelt, eesi baarın da süybeyt. (KA, 158)

Trkmn.. Mıhman mıhmanı gıshınar, öy eyesi ikisini hem. (TA, 86)

Irak.. Mısafır mısafırı sevmez, ev sahabı her ikisini de. (ITDA, 300)

Kıbrıs.. Yeyici yeyiciden, ev sahibi misafirden hoşlanmaz. (KTADS, 219)

Türki.. Ne ekersen onu biçersin. (ADS1, 322)

Kumuk.. Ne çaçsang, onu alırsan. (AVAS, 44)

Nogay.. Ne şaşsan-sonı orarsın.

Kazan.. Ni çeçseng şunı urursıng. (KzTAD, 61)

Kırım.. Ne ekseng onu pişersing. (DKTAD, 74)

Trkmn.. Her kim öz ekenini orar. (TA, 84)

Neme ekseng, sonı orarsın. (TA, 87)

Irak Ne ekersev onu biçesen. (ITDA, 301)

Herkes ektiğini biçer. (ITDA, 289)

Kıbrıs.. Ne ekersen onu biçen.

Yugos.. Herçez ektigini biçer.

Dünyada ne ekersen oni biçersin.

Türki.. Nerde birlik, orda dirlik. (ADS1, 323)

Azeri.. Birlik harda, dirlik orda. (AF, 235)

Karaç.. Birlikde-tirilik. (NKÇ, 20)

Kumuk.. Birlik bolmay tirlik bolmas. (AVAS, 16)

Birlik bulan el yaşnar. (AVAS, 16)

Kazan.. Birlik-tirliktir. (KzTAD, 34)

Kırım.. Kayerde birlik, o yerde tirlik. (DKTAD, 61)

Krgız.. Tiriliktin küçü birlikte. (KA, 544)

Kıbrıs.. Birlikden dirlik olur. (KTADS, 64)

Kosov.. Nerde ise birl’ık, ondadır dirlik.

Türki.. Öküz öldü ortaklık ayrıldı. (TASH, 180)

Karaç.. Ögüz öldü, ortaklıkdan ayırıldık. (KNS, 85)

Kumuk.. Ögüzüm ölüp, ortaklıkdan ayrıldım. (AVAS, 38)

Kırım.. Ögüz öldü ortak ayrıldı. (DKTAD, 78)

Kıbrıs.. Öküz öldü, ortakcılık bozuldu. (KTADS, 177)

Türki.. Sana taşla vurana sen aşla vur. (ADS1, 342, 1750)

Dlt.. Suv birmeske süt bir.

Karaç.. Birev seni taş bla ursa, sen anı aş bla ur. (NKÇ79)

Kazan.. Taş blen atkanga aş blen at. (KzTAD, 65)

Kazak.. Birev zabir etse sen sabır et.

Kıbrıs.. Su vermezse süt ver. (KTADS, 195)

Türki.. Serçeden korkan darı ekmez. (ADS1, 345)

Azeri.. Gurddan gorhan goyun sahlamaz. (AHYÖ, 151)

Karaç.. Kanatlıdan korkğan tarı sepmez.

Nogay.. fiegertkiden korkkan, egin ekpes. (NKÇ, 308)

Kazan.. Çikirtgeden korkkan igin ikmes. (KzTAD, 39)

Kırım.. Bödeneden korkkan tarı ekmez. (DKTAD, 35)

Krgız.. Çegirtkeden korkkon egin ekpes. (KA, 148)

Trkmn.. Serçeden gorkan, darı ekmez. (TIIM, 209)

Gurttan gorkan tokaya (ormana) girmez. (TA, 82)

Irak Donguzdan korkan darı ekmez. (ITDA, 276)

Türki.. Sıçan deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna kabak bağlamış. (ADSII, 871)

Azeri.. Dilkü inine sığmaz, guyruğına gabag asar. (OGZ, 103)

Karaç.. Çıçhan kesi kirirge teşik tapmay edi, kuyruğuna dingil taga edi.

Kazan.. Tişigine sıymagan tıçkan kuyrıgına tubal takkan (KzTAD, 67)

Kırım.. Işkan teşigine kiralmay cürgende kuyruguna cuvguş (bulaşık bezi) baylar. (DKTAD, 57)

Özbek.. Sıçgan iniga sığmaydı, ğalvur bağlaydı dümüğa. (TIIM, 194)

Kıbrıs… Sıçan deliğine sığmaz, bir de götüne kabak bağlar. (KTADS, 187)

Türki.. Sürüden ayrılanı kurt kapar. (ADS1, 352)

Azeri…. Köçden azan gurda-guşa gismet olar. (HDD, 132)

Karaç.. Iesiz malnı börü aşar. (NKÇ, 59)

Ayırılğannı ayıu aşar, bölünngenni börü aşar. (MNS, 55)

Kumuk.. Ayrılgan el azar, koşulgan el ozar. (AVAS, 14)

Nogay.. Ayırılgandı ayuv er, bölingendi böri er. (NKÇ, 302)

Yalgız koydı böri aşar. (NKÇ, 304)

Kırım.. Ayrılgannı ayu aşar, bölüngennı börü aşar. (DKTAD, 24)

Özbek.. Süriden ayrılgan koynı böri yırtar.

Bölingandı börü yer, ayrılgannı ayığ. (TIIM, 180)

Trkmn.. Sürüden ayrılan goynı gurt iyer. (TIIM, 210)

Irak Sürüden ayrılan koyunu-kuzunu kurt yer. (ITDA, 308)

Kıbrıs.. Sürüden ayrılanı kurt yer. (KTADS, 195)

Yugos.. Süriden ayrılan kuziyi kurt kavrar.

Türki.. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. (ADS1, 359, 1882)

Dlt Tılın tirgike tegir.

Azeri.. fiirin dille ilanı yuvadan çıharmağ olar. (AHYÖ, 159)

Karaç.. Ariuv söz cilyannı teşiginden çığarır. (MNS, 15)

Kumuk.. Hakıllı buzav eki ananı içer. (AVAS, 50)

Nogay.. Yahşı söz yılandı innen şıgarar. (NKÇ, 333)

Kazan.. Tatlı til yılannı üninden çıgara. (KzTAD, 66)

Krgız.. Cıluu süylösö cılan iyinden cığat. (KA, 235)

Trkmn.. Yagşı söz yılanı yinden çıgarar. (TAÖ)

Irak Datlı dil ilanı dellükden çıhardı. (ITDA, 276)

fiirin dil ilanı dellükden çıhardı. (ITDA, 309)

Yugos.. Tatlı süz demir kapilari açar.

Kosov.. Tatlı süz (dil) ilanı deliginden çikarır.

Tatlı süz demir kapilari açar.

Btrak…. Güler yüz, tatlı söz yılanı kovuğundan çıkarır.

Türki.. Tok acın halinden bilmez. (ADS1, 363)

Karaç.. Avrugannı sav bilmez, aç karınnı tok bilmez. (NKÇ, 38)

Kazan Açnıng halin tuk bilmes. (KzTAD, 23)

Krgız.. Aç kadırın tok bilbeyt. (KA, 132)

Özbek.. Açnıng halını, tok bilmaydı. (TIIM, 182)

Trkmn.. Dokun açdan habarı yok. (TIIM, 204)

Açlık cebrin çekmedik, dokluk gadırın ne bilsin. (TA, 70)

Irak Toh olan ne bilsin acın halınnan. (ITDA, 311)

Acın tohtan ne habarı var. (ITDA, 263)

Krg (AF). Aç kadrın tok bilmeyt-oğru kadrı soo bilmeyt.

Türki.. Ulu sözü dinlemeyen uluya kalır. (ADS1, 367)

Dlt Ulugnı uluglasa kut bulur. (I304, 16)

Azeri.. Ulular sözin tutmayan ulaya galur. (OGZ, 59)

Karaç.. Kart aythannı etmegen-kartaymaz. (NKÇ, 81)

Kumuk.. Ullu aytganın etmegen hökünçlü kalır. (AVAS, 19)

Ullu aytganın etmegen ullaymas. (AVAS, 19)

Kırım.. Kart ögutun tutmagan kartaygaşı ongmaz. (DKTAD, 60)

Trkmn.. Ulının diyenini etmedik uvlar. (TA, 91)

Türki.. Ummadığın taş baş yarar. (ADS1, 367)

Ummadığın kütük araba devirir. (TASH, 192)

Nogay.. Edem sözi tas yarır, tas yarmasa, bas yarır. (NKÇ, 316)

Kırım.. Kişkene şotuk arba avdarır. (DKTAD, 67)

Umulmadık şotuk arba avdarır. (DKTAD, 92)

Trkmn.. Kicicik daş baş yarar. (TIIM, 208)

Irak Ummadığıv daş baş kırar. (ITDA, 312)

Beğenmediğiv daş baş kırar. (ITDA, 209)

Kıbrıs.. Ummadık kütük araba devirir. (KTADS, 211)

Yugos.. Ummadığın taş, yarar baş.

Btraky.. Ummadığın taş araba devirir.

Türki.. Yalnız taş duvar olmaz. (ADS1, 376)

Azeri.. Yalğız elden ses çıhmaz. (AHYÖ, 154)

Karaç.. Cangız taşdan kala bolmaz. (KNS, 67)

Tav başında tav bolmaz, cangız terek bav bolmaz. (KNS, 68)

Kumuk.. Yangız taş kala bolmas. (AVAS, 34)

Yangız terek bav bolmas. (AVAS, 34)

Nogay.. Yalgız söylep söz bolmas, yalgız kazık kos bolmas, yasırtın işken as bolmas. (NKÇ, 333)

Kazan.. Bir tarıdan butka (lapa? tapa?, tıkaç) bulmas. (KzTAD, 35)

Kırım.. Cangız ağaş calbarsang canmaz. (DKTAD, 37)

Trkmn.. Yalngız goldan av çıkmaz. (TA, 92)

Irak Tek elin sesi çıhmaz. (ITDA, 310)

Türki.. Yılanın sevmediği ot deliğinin ağzında biter. (ADS1, 383)

Dlt Yılan yarpuzdan kaçar, kança barsa parpus utru kelür. (III, 39, 26)

Azeri.. Ilanın yarpızdan zehlesi geder, o da burnunda biter. (AHYÖ, 152)

Karaç.. Ayü duğumanı süymey edi, ol da anı teşigine bite edi. (KNS, 97)

Cılan duğumanı süymey edi, duğuma da anı teşigine bite edi. (KNS, 110)

Trkmn.. Yılanıng yigreneni narpız, ol hem hinining agzında gögerer. (TA, 93)

Irak Ilan yarpızdan haz etmez, gider burnu önünde biter. (ITDA, 291)

Kıbrıs.. Sevmediğin bok daima burnunun dibinde tüter. (KTADS, 194)

Türki.. Yılan sokmuş, ipten de korkar. (TASH, 244)

Karaç.. Cay cılandan korkğan, kış arkandan ürker. (NKÇ, 28)

Nogay.. Yazda yılannan korkkan, kısta arkannan korkar. (NKÇ, 360)

Kazan.. Kurkkanga kuş körüne. (korkana her şey çift görünür). (KzTAD, 57)

Trkmn.. Yılan çakan kendirden gorkar. (TA, 93)

Irak Ilan çalan ip sürüntüsünden korkar-kaçar-. (ITDA, 291)

Türki.. Yürek yanmasa göz yaşarmaz. (TASH, 71)

Azeri.. Can yanmasa gözden yaş çıhmaz. (AHYÖ, 150)

Karaç.. Can avrusa-sokur közden caş çığar. (KNS, 150)

Kırım.. Meram etseng sokur közden caş şığar. (DKTAD, 72)

Krgız.. Çındap ıylasa, sokur közdön caş çığat. (KA, 149)

Trkmn. Ihlas bilen aglasang, kör gözden bile yaş çıkar. (TA, 84)

Kazan.. Çın küngilden yılasang sukır küzden yeş çıga. (KzTAD, 40)

Türki.. Zenginin keyfi gelinceye kadar, fukaranın canı çıkar. (TASH, 220)

Göle (arığa) su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar. (ADS1, 243)

Azeri.. Kök arıglayınca arığın canı çıhar. (AF, 64)

Karaç.. Bay hakın berginçi carlı canın berir. (NKÇ39)

Baynı kübüründen çıkğınçı, carlını canından çığar. (NKÇ 40)

Kumuk.. Baynı kepi kelginçe, yarlını canı çığar. (AVAS, 15)

Kırım.. Barlınıng kiypı kelgeşi, carlınıng canı şıgar. (DKTAD, 29)

Kıbrıs.. Zenginin gönlü olana kadar, fukaranın göbeği düşer. (KTADS, 231)

Gagau.. Zenginin kefi gelince, fukaranın canı çıkar.

Btrak…. Ağanın keyfi gelince. fıkaranın canı çıkar.

Hasan ÜLKER

Araştırmacı /Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 19 Sayfa: 96-104

FETULLAHÇI GAZETECİLER DOSYASI : Nazlı Ilıcak fena yakalandı

Nazlı Ilıcak’ın köşesinden yayınladığı TSK’ya ilişkin belgenin, Genelkurmay kayıtlarından daha önce çıkarılmış ve imha edilmiş olduğu belirlendi. Askeri Savcı’nın Genelkurmay kayıtlarından çıkarılarak imha edilen belgenin Nazlı Ilıcak da nasıl olduğu hakkında soruşturma başlattı.

Bugün Gazetesi’nin 02 Ocak 2015 tarihli nüshasında Nazlı Ilıcak tarafından kaleme alınan köşe yazısında Genel Kurmay Başkanlığı İstihbarat Dairesi Başkanlığınca Tahşiye grubuna ilişkin yapılan çalışmalara istinaden yazılar yazıldığı iddia edilmişti.

SAVCILIK SORDU
İ
stanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Genel Kurmay Başkanlığı İstihbarat Dairesi’ne habere konu olan (Kara Kuvvetlerine hitaben yazılıp isme gönderilen) yazıyı sordu. Daireden gelen cevabi yazıda ilgnç bir detay dikkat çekti. Yazının, 15 Şubat 2012 tarihinde gereği yapıldıktan sonra kayıtlardan çıkartılarak imha edildiği bildirildi.

İMHA EDİLEN BELGE KÖŞESİNDE
Genelkurmay Başkanlığı’nca imha edilerek kayıtlardan çıkarılmış olan bu yazının Nazlı Ilıcak’ta nasıl bulunduğu merak konusu oldu. Genel Kurmay Askeri Savcılığı’nın esrarengiz olay ile ilgili soruşturma başlattığı öğrenildi. Askeri Savcı’nın Genelkurmay kayıtlarından çıkarılarak imha edilen belgenin Nazlı Ilıcak da nasıl olduğunu araştırdığı öğrenildi.

BARANSU İLE BENZER DURUM

Bilindiği gibi Taraf gazetesi muhabiri Mehmet Baransu’da da 1. Ordu Komutanlığı’ndan çalınmış bazı belgeler ele geçirilmişti. 1. Ordu’da olması gereken belgelerin Mehmet Baransu tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na teslim edilmesi üzerine skandal ortaya çıkmıştı. Mehmet Baransu, ‘Devletin güvenliğine, iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belgeleri yok etmek" suçlamasıyla geçtiğimiz günlerde tutuklanarak cezaevine konmuştu. Baransu halen Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. Hakkındaki soruşturma ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’nca yürütülüyor.

Nazlı Ilıcak "Askeri istihbarat ve Tahşiyeciler" başlıklı yazısında Tahşiye örgütüne yönelik operasyon yapan polislerin gözaltına alınmasına tepki göstermiş ancak örgüt hakkında askeri istihbarat ve MİT’in de raporlar hazırladığını ileri sürmüştü.

TAHŞİYE ÖRGÜTÜ DOSYASI : Tahşiye yalanları ve gerçekler

Kamuoyunda 14 Aralık medya operasyonu olarak bilinen Tahşiye soruşturması 9 ay sonra iddianameye dönüştürüldü.

Savcı Hasan Yılmaz tarafından hazırlanan iddianame, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Daha mahkemece kabul edilip davaya dönüşmeden hükümet yandaşı medyası “Tahşiye örgütüne kumpas yapıldığı” ve şüphelilere dair hapis cezası istendiği iddialarıyla ‘paralel’ suçlamalarını sayfalarına taşıdı. Bir algı operasyonunun parçası olarak yayınlanan bu haberler ile kamuoyunda Fethullah Gülen Hocaefendi, gazeteci ve polislere ilişkin suçlu algısı yerleştirilmeye çalışılıyor. İddianamede şüpheli olarak yer alanların avukatları iddianameye ulaşamazken yandaş medya içeriğinden bilgi veriyor. Ancak yandaş medyanın verdiği bu bilgiler de bugüne kadar ortaya çıkan iddia ve delillerden farklı değil. Ortada yeni bir bilgi ve delil yok, dolayısıyla suç da görünmüyor. TV dizisinden çıkarılan bir örgüt iddiasından istenen hapis cezaları açıklanıyor. Bu nedenle 14 Aralık operasyonu ve devamında ortaya atılan iddiaları ve bunlara dair gerçekleri tekrar hatırlatmak gerekiyor:

İDDİA: Gülen sohbetinde, Tahşiye grubuna yönelik operasyon talimatını verdi.

GERÇEK: Tahşiye yapılanmasının El Kaide ile irtibatını ve güvenlik tehdidi olduğunu gösteren belgeler Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 6 Nisan 2009’da yayınlanan ve suç delili olarak gösterilen sohbetinden çok önce biliniyordu. 2008 ve 2009 yıllarında MİT, Genelkurmay ve Emniyet istihbarat raporlarıyla örgütün açık bir tehdit olduğu devlet arşivlerine girmişti. Dolayısıyla Tahşiyecilere yönelik operasyon talimatını teknik ve hukuki olarak Gülen’in vermesi mümkün değil. Operasyondan sonra bunu başarı olarak açıklayan basın toplantısını yapan kim idiyse talimatı da o verdi. Yani, dönemin emniyet ve içişleri bürokrasisindeki AKP’li isimler Oğuz Kağan Köksal ile Muammer Güler…

İDDİA: Polis, Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV’nin yayınlarına göre operasyon yaptı.

GERÇEK: Yanlış. Çünkü soruşturma sürecinde ortaya çıkan belgelere göre devletin istihbarat birimleri bu örgütü zaten yakından takip ediyordu. Tahşiye örgütü ile ilgili MİT’ten gelen 2008 tarihli iki uyarı yazısından sonra çalışma başlatan İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü, örgüt hakkında kapsamlı çalışma yürütmüştü. 3 Aralık 2008 tarihinde dönemin İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi’nce hazırlanan raporda, Tahşiye örgütünün AKP’yi İslam inkılabı önündeki en büyük engel olarak gördüğü bilgisi de yer almıştı. Raporda Tahşiye örgütünün Türkiye dışında Fransa, Almanya ve Suudi Arabistan ülkelerinde de faaliyet yürüttüğü ve 5 bin mensubunun olduğu uyarısı yer alıyor. Raporda Tahşiye grubunun Türkiye’yi darülharp olarak gördükleri anlatılıyordu. Sonuç olarak gazetede yayınlanan iki köşe yazısı ve bir haber ile Samanyolu’nda yayınlanan bir dizi ile operasyonun yapıldığı akla ve mantığa aykırı. Zaten devletin elinde bu yönde bilgi ve belge mevcut. Kaldı ki Tahşiye yapılanması ile ilgili haber sadece Zaman’da çıkmamıştı. Nitekim o dönem Tahşiye Yayınevi’nin sahibi ve şu anki iddianamenin müştekilerinden Mehmet Nuri Turan İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne mail olarak gönderdiği ihbarda birçok Tahşiye örgütünü haber yapan birçok TV ve gazeteye yönelik suçlamalarda bulunmuştu. Bunların içerisinde şu an iktidara yakın gazete ve televizyonlar da var. Ancak Yeni Türkiye savcılığı, bunlardan sadece Zaman Gazetesi ve STV’ye işlem yaptı. Bu da soruşturmadaki kumpası ortaya seren delillerden.

İDDİA: Tahşiye örgütüne yönelik operasyonda ele geçirilen bombaları polis koydu.

GERÇEK: Tahşiye grubuna yönelik 25 Ocak 2010 tarihinde yapılan operasyonda Bahçelievler’deki bir evde ele geçirilen el ve sis bombalarını koyduğu iddia edilen 3 polis memuru soruşturma savcısı Hasan Yılmaz tarafından serbest bırakıldı. Asıl suçlama bu ama bombaları koyduğu iddia edilen polisler tutuksuz şüpheli olarak işlem görüyor. Bombaların kumpas amacıyla konulduğuna dair delil yokken ve bunu koyduğu iddia edilenler serbest kalırken TV dizisinin senaryosundan tutuklama kararı çıkarmak hukuki açıdan açıklanması mümkün olmayan bir durum.

İDDİA: Emniyet müdürleri yasa dışı dinleme ve evrakta sahtecilik yaptı.

GERÇEK: Tahşiye soruşturmasının yürütüldüğü 2009 yılında İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde görev yapan emniyet amirleri Tufan Ergüder, Ertan Erçıktı, Yurt Atayün, Ömer Köse, ve Kazım Aksoy’un hukuksuz işlem yaptığına dair ortaya somut bir belge ya da delil konulmadı. Emniyet müdürleri, Tahşiye grubu soruşturması kapsamında 20 farklı hakim kararıyla dinleme ve teknik takip yapıyor. Kaldı ki Ergüder o sırada İstanbul emniyet müdür yardımcısı olarak idari bir görev yapıyordu.

ARAŞTIRMA DOSYASI /// AHMET B. ERCİLASUN : HAC İBADETİ ÜZERİNDE DÜŞÜNMEK

Ahmet B. ERCİLASUN

20 Eylül 2015 Pazar 00:00

Kalemime öylesine geliverdi: Düşünmek. İbadet üzerinde düşünmek… Acaba günaha mı girerim? Hatta dinden çıkar mıyım? Öyle ya, ibadet üzerinde düşünmek de ne oluyor? İbadetini yaparsın, olur biter. Kendilerini "ihlaslı Müslüman"kabul edenler, din üzerinde düşünmekten korkarlar. Oysa Kur’an’da Müslümanlar sık sık "efelâ ta’kılûn (Hiç düşünmez misiniz?/Hiç akıl yürütmez misiniz?)" diye uyarılır.

Hac ibadeti İslam’ın 5 şartından biridir; Müslümanlar mali ve bedenî güçleri müsait olunca hacca gitmek isterler; bundan büyük bir zevk ve manevi haz duyarlar. Vaktiyle atlar ve develer üzerinde gidiş dönüş aylarca sürermiş. İnsanlar bu meşakkatli yolculuğa zevkle katlanırlarmış. Hele hele peygamberimizin yaşadığı kutsal topraklarda yürümenin, dünyanın her tarafından gelmiş yüz binlerce Müslüman ile kucaklaşmanın bambaşka bir hazzı, bambaşka bir heyecanı olurmuş.

Olurmuş ama…

Son yıllarda her hac mevsiminde kutsal topraklardan bazen yüzlerce, bazen binlerce kayıp haberi geliyor. Bu yıl da bir vinç altında kalan yüzden fazla Müslüman can verdi. 1990 yılında izdiham sebebiyle 1400’den fazla insan ölmüştü. Eski Türk Edebiyatı mütehassısı Prof. Dr. Amil Çelebioğlu hocamızı da o kazada kaybetmiştik.

Bence artık hac uygulamaları üzerinde düşünmenin zamanı gelmiştir.

Hac bütün Müslümanlara farz kılınmıştır. Bütün ülkelerin Müslümanlarına. Dünyada 60’tan fazla Müslüman ülke var. Türkiye, Mısır, Cezayir, Çad, Uganda, Somali, Suudi Arabistan, Irak, İran, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Pakistan, Endonezya… Bütün bu ülkeler her yıl hacı adaylarını Kâbe’ye gönderiyor. Suudi Arabistan milyarlarca dolar kazanıyor. Evet, bütün Müslümanların üzerine farz olan, yapmaya mecbur oldukları ibadetten Suudi Arabistan milyarlarca dolar kazanıyor.

Peki Suudi kral ve prensleri nasıl yaşıyor?

Sarayları, malikâneleri, uçak filoları, yatları, arabaları ile yaşıyorlar. Kral Fahd’ın Arabistan’da yedi, İspanya’da bir sarayı vardı. Fransa’da da bir şatosu. 1999 yılında İspanya’da yazlığına gittiği zaman yanında 1.000 memur, 350 akraba, 12 doktor, 25 bahçıvan vardı. Buradaki günlük harcaması 850 milyar lira idi. 2002 yılında Cenevre’ye gittiği zaman 300 Mercedes ile karşılanmıştı. Yanında o kadar adamı vardı ki Cenevre’nin beş yıldızlı otellerinin tamamını kapatmıştı.

Buna karşılık… Başta Somali olmak üzere Müslüman ülkelerde milyonlarca insan açlıkla pençeleşiyor. Afganistan’dan, Suriye’den milyonlarca insan ülkelerini terk edip oraya buraya sığınmaya çalışıyor; birçoğu dileniyor, birçoğu azgın sularda can veriyor.

Müslümanlar açısından durum içler acısıdır. Yıllardan beri böyle ve hiçbir Müslüman’ın aklından hac uygulamaları üzerinde durmak geçmiyor. Bence asıl vahim olan, konu üzerinde düşünmemektir. Kutsal kitabımızdaki "Efelâ ta’kılûn"uyarılarına rağmen.

Evet düşünmeliyiz. Öncelikle Müslüman ülkelerin yöneticileri ve dinî idareleri konuyu ele almalıdır. Bütün Müslümanlara farz kılınan bir ibadetin geliri niçin sadece bir ülkenin bütçesini şişirmeye yarıyor?Müslüman ülkeler Suudi Arabistan’ı hac uygulamaları ve gelirleri konusunda müzakereye çağırmalıdır. Bence hac gelirleri öncelikle, açlık ve yoksulluk çeken Müslümanlar için kullanılmalıdır. Müzakerelerde ısrarlı olunmalı, gerekirse Suudi Arabistan’a yaptırımlar uygulanmalıdır.

Haydi Müslümanlar, bir rönesansa var mısınız? 8.-11. yüzyılların aydınlığına dönmeye var mısınız? Zilletten kurtulmaya var mısınız? O hâlde işe düşünmekten ve sorgulamaktan başlayalım.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ sitesinden 20.09.2015 tarihinde yazdırılmıştır.

TARİH : OSMANLI SULTANLARI MEKKE VE MEDİNE’NİN HİZMETÇİLER İYDİ

Kemal_Cicek40

OSMANLI SULTANLARI MEKKE VE MEDİNE’NİN HİZMETÇİLERİYDİ

Osmanlı sultanları ülkenin birliğini, milletin dirliğini düşünerek hacca gitmediler. Ancak hacıların huzur ve güven içinde hac farizalarını yerine getirmeleri için her türlü önlemi almayı asli görevlerinden birisi olarak gördüler. Kâbe’nin bakımı ve kutsal topraklarda yaşayan insanların ihtiyaçları için çok büyük vakıflar kurdular. Her şeyden önemlisi Arabistan’ın Portekiz tarafından işgal edilmesini önlediler.

Bu hafta Kâbe’de elim bir vinç kazası oldu ve yüzlerce hacı adayı yaşamını yitirdi ya da yaralı kurtuldu. Yetkililer olayın sorumlularını araştırmak yerine “takdir-i ilahi” dediler. Hâlbuki hac güvenliği kutsal mekânların himayesini üzerine alanların sorumluluğundadır. Osmanlı sultanları bu hususa çok büyük ihtimam göstermişlerdi.

HER ZAMAN YARDIM GÖNDERDiLER

Osmanlı sultanları kendilerini İslam dünyasının manevi lideri olarak görüyorlardı. Bu yüzden Kutsal Topraklar Osmanlı hâkimiyetine girmeden önce bile buraya yardım gönderdiler. Yıldırım Bayezid Mekke, Medine ve Kudüs şehirleri fakirlerine dağıtılmak üzere her yıl sadaka göndermeyi gelenekselleştirdi. Fatih Sultan Mehmet ise İstanbul’u alınca Mekke Şerif’ine bir mektup ve ganimet malından 9000 altın yolladı. Yavuz Sultan Selim halife olunca kutsal mekânlara hürmeten “Hâdimü’l-Harameyni’ş-Şerîfeyn” yani Mekke ve Medine’nin hizmetçisi unvanı aldı.

URBAN EŞKIYALARININ ZARAR VERMESiNi ENGELLEDiLER

Kutsal Toprakları imparatorluğa kattıktan sonra hacıların can ve mal güvenliğini sağlamak Osmanlı padişahının asli görevlerinden birisi oldu. Bu yüzden Mekke ve Medine’nin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Harameyn-i Şerifeyn’e birçok gelir kaynağı vakfedildi. Her yıl Sürre Alayları’yla Mekke ve Medine halkına para yardımı gönderilmeye başlandı. Bu şekilde urban eşkıyası denilen hac güzergâhı üzerindeki Arap aşiretlerinin hacıların canına ve malına zarar vermesini engellemeye çalıştılar.

Osmanlı sultanlarının asli görevlerinden birisi de Mekke ve Medine’nin hac mevsimine hazırlanmasıydı. Osmanlılar’dan önce Kâbe çok ihmal edilmiş ve harap olmuştu. Osmanlılar Kâbe’yi yeniden inşa etmeyi düşündüler ancak İstanbul uleması Kâbe’nin yıkılıp yeniden yapılmasının caiz olmadığına karar verdi. Bu yüzden Osmanlı sultanları düzenli olarak Kâbe ve diğer kutsal yapıları her yıl tamir ettirdiler. Mekke’nin su ihtiyacını gidermek için çok büyük yatırımlar yaptılar.

MiMAR SiNAN HAZIRLADI MEHMET AĞA TAMAMLADI

Ünlü tarihçi Suraiya Faroqhi’nin “Hacılar ve Sultanlar 1517-1683” adlı eserinde yazdığına göre Kanuni Sultan Süleyman saltanatın sonlarına doğru Kâbe’ye yüksekliğiyle göz kamaştıran 7. bir minare yaptırmıştı. Ancak Kâbe mimarisinde günümüze kadar gelen en büyük değişikliği II. Selim ve III. Murad yaptırdı. Mekke’de Mescid-i Haram etrafındaki ahşap malzemeden yapılmış eski çatıları yıkılıp yerine kubbeli revaklar yapıldı. Kubbelerin içi altın yaldızlı yazılarla süslendi. Son birkaç yıla kadar Kâbe’nin etrafını süsleyen bu revaklar Kanunî’nin emriyle Mimar Sinan tarafından hazırlanmış ancak inşaatı 1590 yılında Mimar Mehmet Ağa tarafından gerçekleştirilmiştir.

HACILARIN AYAKLARI YANMASIN DiYE MERMER DÖŞETTiLER

Osmanlı padişahlarının Mekke ve Medine’ye hizmetleri dillere destandır. 1630 yılında sel baskını sonucu harap olan Kâbe’nin bugünkü binasını Sultan IV. Murad yaptırdı. Medine’de gölgesinde Hazret-i Peygamber’in defnedildiği Kubbe’yi Hadrâ’yı Sultan II. Mahmud; Mescid-i Nebevî’yi de oğlu Sultan Abdülmecid yaptırdı. Ayrıca bu iki sultan hacıların bedava kalacakları yerler inşa ettirdiler ve Sahabe kabirlerine zarif türbeler yaptırdılar. Tavaf eden hacıların ayakları sıcaktan yanmasın diye, Kâbe’nin zeminine mermer döşeten de Sultan Abdülmecid’dir. Ne yazık ki Sahabe türbeleri Suudi kralın emriyle yıkılmıştır.

KABE’NİN ÖRTÜSÜ SİYAHTI BEYAZ OLDU

Kâbe’nin örtüsü Osmanlılar öncesi Abbasiler döneminde yerleşen adet uyarınca siyahtı. Çünkü siyah Abbasiler’in bayrağının rengiydi. Mekke Şerifleri bu rengin Mekke güneşinde çarçabuk solduğundan şikâyetçiydiler. İşte bu yüzden I. Ahmed örtünün beyaz olmasını ve zeminine siyah harflerle işleme yapılmasını emretti. Bir süre beyaz örtü kullanıldı ancak daha sonra tekrar siyah renge dönüldü. Beyaz rengin neden ve ne zaman terk edildiğine dair bir belgeye hâlâ rastlanmadı.

Yıldan yıla artan hacı sayısına Kâbe’deki tavaf alanı cevap vermeyince Suudi Arabistan genişletme çalışmalarına başladı.

SUUDİ ARABİSTAN KRALI OSMANLI REVAKLARINI YIKTIRDI

Ancak krallık işe eski Osmanlı kalesini ve yapılarını yıkarak başladı. Mimar Sinan’ın eseri olan 500 küçük kubbeden oluşan revaklar da yıkılmak istendi. Türkiye revakların yıkılmasına itiraz etti. Bunun üzerine bu revaklar Türkiye’den gönderilen bir ekip tarafından sökülüp sandıklara konularak Müzdelife’deki yenileme alanına taşındı.

200 HAREMAĞASI KABE’Yİ SÜPÜRÜRDÜ

Harem-i Şerif’i Osmanlı saray-ı hümayunundan kendi arzuları ile emekliye sevk edilmiş ihtiyar 200 harem ağası silip, süpürür ve temizlerdi.

Padişah yanında terbiye görmüş, dünyanın en nazik, mütevazı dindar ve edepli adamları olan haremağaları Kâbe’nin temizliğini mübarek bir hizmet olarak görüyor ve herkese nasip olmaz diyerek gönüllü yapıyorlardı.

KABE’NİN ÖRTÜSÜ İSTANBUL’DA DOKUNURDU

Çok dindar bir padişah olan Sultan Ahmed tahta geçtikten sonra, Kâbe-i Mükerreme ile Ravza-ı Mutahhara’nın örtülerini İstanbul’da dokutmaya başladı. Kâbe örtüsü daha önce masrafları İstanbul’dan gönderilmekle birlikte Mısır’da dokutuluyordu.

48000 dirhem ipek harcanarak dokunan örtü İstanbul’dan Sürre Emini nezaretinde törenle gönderiliyordu. Kâbe örtüsü kutsaldı. İstanbul’a getirilen eski örtü şehrin ileri gelenleri arasında paylaşılır ve özel sandıklarda saklanırdı. Bu örtü parçalarının tabutların üzerine örtülmesi adetti.

GÜL SUYU İLE YIKANAN KABE

Osmanlılar Kâbe’nin tertemiz ve aydınlık olması için çok büyük harcamalar yaptılar. Kâbe, Kanuni devrinden itibaren her yıl iki kez gül suyu ile yıkatılıyordu.

Bu amaçla İstanbul’dan Mekke’ye sandal ağacı, gül suyu, amber ve misk yollanıyordu. Kâbe’nin balmumu ile ışıl ışıl aydınlatılması için büyük paralar vakfedilmiş, balmumu ve zeytinyağının eksilmemesi için sürekli bağışlar yapılmıştı.

HACILARIN CANI VE MALI OSMANLI SULTANINA EMANETTİ

Hilafeti temsil etmeye başladıktan sonra Osmanlı padişahları hacıların ve hac yollarının güvenliği için her türlü önlemi aldılar. Haremeyn vakıflarına tahsis edilen gelirleri yönetmek Osmanlı sultanlarının en güvenilir adamları olan Darüssaade Ağaları’nın işiydi. Darüssaade Ağası bir tür Mekke ve Medine Hayır İşleri Bakanı idi.

KABE’Yİ İLK SÜSLETEN KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’DIR

Kâbe-i Muazzama’yı süsletenden ilk Osmanlı padişahı Kanunî Sultan Süleyman’dır. Süslemenin caiz olduğuna dair Şeyhülislam’dan aldığı fetva üzerine dört mezhep imamlarının huzurunda Kâbe’yi süsletmiştir. Evliya Çelebi, Kanuni’nin Hz. Peygamber’i rüyasında gördüğünü, bu rüya üzerine Kâbe’nin etrafına kale yaptırdığını ve içini tezyin ettirdiğini yazar.

Prof. Dr. Kemal ÇİÇEK